Screen Shot 2014-07-21 at 17.00.25

dfot

 

LG’nin yeni amiral gemisi G2Bast Home okurlari için inceleme altinda…

G2 çok yönlü kullanıcılar için tasarlanmış deneyim odaklı dinamik bir akıllı telefondur. Üstün donanımıyla uyum içinde çalışan G2, benzersiz tasarımıyla sizleri kolayca etkiler ve benzersiz, sezgisel ve içeriğe dayalı kullanıcı deneyimi özellikleriyle sizlere eşsiz bir Android deneyimi sunar. İhtiyaçlarınızı mükemmel bir şekilde karşılamak üzere tasarlanmış bu cihazla duyularınızı genişletin, anlayışınızı zenginleştirin ve günlük yaşamınızı geliştirin. G2’nin yenilikçi teknolojisinin ilhamı sizsiniz ve onunla ne kadar fazla etkileşim içine girerseniz deneyiminiz o kadar iyi olacak. Siz konuştuğunuzda, o dinler. Siz dokunduğunuzda, o tepki verir. Siz sorduğunuzda, o cevap verir. Hareketlerinizi hisseder, sesinizi tanır ve hayatınızı kolaylaştıran benzeri görülmemiş organizasyon ve bilgilere erişmenizi sağlar. Aynı zamanda kendi dünyanız üzerindeki kontrolünüzü artıran özelliklerle donatılmış ve bu kadar kesintisiz bir kullanıcı deneyimi sunan bu telefon olmadan nasıl yaşamış olduğunuza şaşıracaksınız. Kendi sezgisel deneyiminizi yaratın.

 

dfot

 

Günümüz insanı, teknolojinin de ilerlemesiyle, yaşam alanlarını daha kolay ısıtabilmekte ve havalandırma sistemlerini günlük yaşam alanlarına kolaylıkla entegre edebilmekte. Bu  gelişmiş ısıtma-havalandırma teknikleri ile donatılmış mekanlar, tüm konforuna karşın, dış dünyadan ve doğadan soyutlanmış, tamamen yapay çevreler olmaya mahkum ne yazık ki, bir yandan da kaçınılmaz olarak. Bitkiler, yapay olarak oluşturulmuş mekanlara doğanın entegre edilmesinin  en kolay ve geçerli yolu bizce. Aynı zamanda mevcut dekorasyonunu tamamlayıp vurgulamakta da önemli bir rol oynarlar. Modern teknolojinin yarattığı çelik yapılar, cam, beton gibi masif yüzeyler arasında yaşayan ve doğadan izler taşıyan bitkiler, yaşam alanlarının doğayla olan bağlantılarında kilit bir rol üstlenir. Mevsimsel değişikliklerden minimum oranda etkilenmeleri, yıl boyunca canlı olmaları ve çeşitli renklerde ve formlarda olmaları, gerek mimari yapıyla, gerekse mekanın sahiplerinin yaşamsal alışkanlıklarına uyumları iç mekan bitki seçiminde öne çıkan unsurlarıdır. Her koşulda çiçek, gövde özellikleri ile mekana hareketlilik ve yaşam enerjisi kazandırır. İç mekanlarda kullanılan bitkilerde  yapılan  küçük bir düzenleme ile bitkinin renk, koku, form veya ölçü özelliklerinden yararlanılarak mekanın daha çekici ve farklı bir atmosfere sahip olması kolaylıkla sağlanır. Cansız malzeme ile yaratılacak bazı ortamların canlı bir obje ile başarılması, doğal peyzajı kapalı mekanlarda yaşatmanın ana hedef noktasını oluşturur şüphesiz. Yapının işlevine bağlı olarak, mekanda vurgulanması istenmeyen objelerin gizlenmesi, keskin hatların yumuşatılması gibi fonksiyonlar nedeniyle bitkiler, iç mekan düzenlenmesinde sıklıkla kullanılması gereken elementlerdir. Bitkiler, gürültüyü filtre etmeleri, akustik kontrolü, tozu tutmaları, parlamayı ve yansımayı önlemeleri ile ışığı kontrol altına almaları ve havayı oksijen üreterek temizlemeleri nedeni ile gayet  işlevsel özelliklere de sahip özel canlı türleridir. Özellikle ev, okul, hastane ve büro gibi mekanlarda kullanılması önerilen bitkiler, estetik katkıları ile birlikte daha ferah  mekanların oluşturulmasına yardımcı olur.   Ortamımızda bulunan bitkilerin onlardan beklenilen işlevleri gerçekleştirebilmeleri için bir takım ön koşulların sağlanmış olması gerekir. Peki nedir bu koşullar, gelin birlikte göz atalım.   * Çok hassas bitkiler özel ilgi gerektireceğinden sadece uzmanların sıkı denetim ve kontrollerinin sağlanabileceği mekanlar dışında pek tercih edilmemelidir. Bitki belli bir ölçüde olumsuz ısı, ışık, su vs. koşullarına dayanıklı olmalıdır.   * Kap ve saksılarda iyi gelişim gösterebilecek kök yapısına sahip olmalıdır.   * Sürekli olarak yeşil kalabilmeli, hem görüntü açısından güzelliğini kaybetmemeli hem de dökülen yapraklar ekstra bir temizlik planlaması gerektirmemelidir.   * İnsana veya hayvana hava yoluyla ve dokunma suretiyle zarar verecek öğeler barındırmamalıdır.   * Orantısız veya aşırı biz hızla büyüyüp şekil değiştirmemelidir. Çiçekli bitkiler güzel görüntü ve hoş kokularıyla insanlar üzerinde mutluluk ve huzur verici bir etki bırakır. Hayatımızın birçok bölümünde yer alarak oldukça önemli anlamlar taşırlar. Çoğu zaman bir çok yoğun duygumuza tercüman olurlar; hasret, özlem, üzüntü, pişmanlık hep onlar aracılığıyla karşı tarafa hissettirmeye çalıştığımız yoğun duygulardır. Ancak bakımları sırf yeşil yapraklı bilgilere oranla daha fazla özen ve bilgi gerektirir. Özel bir hobi değilse sırf iç mekan süslemesi amaçlı kullanım için zorlu tercihlerdir. Hobi ve zevk için çiçek yetiştirmek ise başlı başına bir yaşam biçimidir ve bilinçli bir tercih olarak seçilmelidir.  Günlük yaşantımızın her türlü zorlu koşullarından kısa süreyle de olsa uzaklaşmamızı sağlar; bir anlamda hayattan aldığımız kısa molaları keyiflendirir; terapi görevi görür. Yoğun ve uzun emeklerle yetiştirdiğimiz kişisel eserlerimizin evlerimizi, balkonlarımızı, odalarımızı, cam önlerimizi güzelleştirmesi ise bu işin en keyifli sonucunu oluşturur.  Hangimiz istemeyiz kendi ellerimizle şekil verdiğimiz can verdiğimiz bitkilerin çevremizin takdir ve beğenisini kazanmasını; onlarla gururlanmayı? Kişiler dekorasyonda, bu kadar ilgilerini çeken çiçeklerin desenlerini ve resimlerini de kullanmayı sıklıkla tercih ederler. Feminen tarz olarak kabul edebileceğimiz bir dekorasyon akımında çiçekli motifler özellikle önemli bir yer tutar. Balkon ve teras kullanımlarında  da çiçekli ve çiçeksiz bitkilere yer vermek bireysel tercihlerin de üzerine çıkan bir tür zorunluluktur adeta. Zira doğayla teması sağlayan evlerimizin bu önemli parçaları uygun bitki kullanımlarıyla bir anlam kazanır; gerçek işlevlerini yerine getirirler. Burada da dikkat edilmesi gereken noktalar iç mekan kullanımlarına ek olarak diğer komşular tarafından görülebildikleri ve etkileri onlar tarafından rahatlıkla izlenebileceği için bakımlarında özenli olmak ve çok alan kaplamamaları  için bilinçli boyutlarda seçilmiş olmaları olarak özetlenebilir. Ev dekorasyonunda çiçeklerinizin önemi evlerinize katacağı güzellikten dolayı oldukça büyüktür. Bulundukları ortamlara doğallık ve sadelik katarak insanlar üzerinde psikolojik açıdan rahatlatma gibi faydaları da vardır. Dekorasyonlarınızda sadeliği ve doğallığı amaçlıyor iseniz başlıca kullanmanız gereken tek şey çiçeklerinizdir. EVİMİZİN HAVASINI CANLADIRACAK BİTKİLER Evimde bu bitkilerin birçoğu var. Uzmanlar havayı temizlediklerini söylüyor. Ben de etkilerini gördüğüm için çiçeklerimi çok seviyorum. Bence siz de bir tane edinin ve etkisini görün. Bu arada çiçekler onlarla nasıl ilgilendiğinize bağlı olarak değişikliğe uğrarlar. Canlı olduklarını ve can katacaklarını hep hatırlayalım… Benjamin, Anatoryum, Paça Kılıcı, Yelken Çiçeği

dfot

 

GEOMETRİK ŞEKİLLERİ MİMARİDE YORUMLAYAN SİMETRİ USTASI 

MARIO BOTTA

Mimari görüşünde Le Corbusier ve Louis Kahn gibi 1920’lerin modernizm gurularının etkileri bulunan İtalyan asıllı Philip Jodidio Mario Botta, İsviçre’nin Mendrisio şehrinde 1943 yılında doğmuştur. İsviçre, Fransa, Almanya, İtalya, İspanya, Japonya ve ABD gibi dünyanın birçok ülkesinde projeleri bulunan, ayrıca endüstri tasarımı konusunda da başarılı çalışmalar yapmış olan Botta, geç 20. yüzyıl mimarlığının önemli isimlerindendir. Mario Botta halen Lozan’da bulunan Ecole Polytechnic Federale’nin yanında kuzey ve güney Amerika’daki çeşitli mimarlık okullarında eğitmenlik yapmaktadır.

 

Mimarlık öğrenimine daha 15 yaşındayken, mimarlığı kadar yazdığı yazılar ve araştırmalarla da “Ticino Okulu’nu etkileyen Tita Carloni’nin yanında başlamış ve burada yerel geleneklerin yorumlanarak günümüz mimarlığına aktarılması gerektiğini öğrenmiştir. 1961-1964 arasında Milano Sanat Okulu’nda 1964-1969 arasında da Venedik Üniversitesi Mimarlık Enstitüsü’nde öğrenim gören Bota burada SCARPA’nın öğrencisi olmuş ayrıca LE CORBUSIER ve KAHN’ın da projelerinde çalışmıştır. Botta’nın mimarlığında gerek binanın araziyle olan ilişkisi gerek ışık ve cephe anlayışı konusunda Kahn ve dolaylı olarak da 20. yüzyılın ünlü Alman düşünürü Martin Heidegger’in etkisi görünebilir. Ticino Okula’nu yaratan Carloni, Aurelio Galfetti, Luigi Snozi, Campi, Livio Vacchini, Hurziker gibi mimarlarla birlikte çalışarak oluşturdukları etkileşim ortamı da Botta’nın mimarlığını biçimlendiren başka bir etmen olmuştur. Dönemin ünlü mimarlarının tüm tasarımlarını takip ederek kendine has bir stil yaratmayı başarmıştır. İlk dönemlerde etkisi altında kaldığı mimarların çizgilerini taklit eden Botta var olan çevre ile yapının kuracağı birlikteliğe dikkat ederek kendini soyutlamıştır. Felsefe olarak ‘arazi üzerine inşa etmek değil araziyi inşa etmek’ yorumunu mimarlık hayatı boyunca edinmiştir.

Botta, etkisi ve önemi hala devam eden bir mimar olarak klasiğin en önemli mimari öğesi olan simetrinin yüzyılımızdaki kayda değer tasarımcısı olmakla beraber bir o kadar da içinde bulunduğu yüzyıla has çizgideki en etkili örneklerini vermesini becermiştir.

Botta mimarlığı, varolan bir dengeyi yorumlayıp yeni bir denge yaratmak olarak tanımlamaktadır. Ona göre mimar bir nesneyi değil, bir nesneyle çevre arasındaki ilişkiyi yaratır. Tasarımlarında araziyle ilişkili yapılar şekillendirmeyi amaçlayan Botta için, bu nedenle ‘Arazinin üstünde inşa etmek’ değil, ‘araziyi inşa etmek” söz konusudur. Zengin iç mekanları, ışık ve cephe anlayışıyla da dikkat çeken mimarın sık sık tekrarladığı gibi; ‘yapı bir bütündür, iç mekanın ve üstüne giydirilmiş bir cephenin toplamı değildir’. Yapılarında modernizmin güçlü ve saf geometrisiyle, post-modernizmin gösterişli ifadelerini birleştiren Botta, “Açılı budanmış silindir” formunu ise neredeyse bir imza olarak kullanmaktadır. 1994 yılında tamamlanan San Francisco Museum of Modern Arts/ Modern Sanat Müzesi binasının tuğla giydirilmiş kesintisiz dış kabuğunun tam ortasında bulunan devasa form, tüm binaya gün ışığının girmesini sağlamaktadır.

Botta, aynı silindir formu 2000 yılında Alessi markası için tasarladığı karaflarda da kullanmıştır. Uzun (15x9x29h) ve kısa 815x9x23,5h) alternatifleri bulunan “Tua & Mia” karaflar parlak yüzeyli paslanmaz çelikten üretilmektedir.

Botta’nın mimarisinde; daire, üçgen, dikdörtgen, dörtgen, yamuk ve iç içe geçmiş bulunan birçok geometrik şeklin başarıyla yorumlandığını görmekteyiz. Geleneksel çizgiyi değişik varyasyonlarla günümüze en iyi şekilde yansıtmasındaki sebeplerden bir tanesi, çok fazla pratik yapması, tasarlamaktan yorulmaması ve ikinci sebep olarak ise gençlik dönemlerinde kendisinin yetişmesine katkıda bulunan 20. yüzyıl için en fazla önemli mimarlarının oluşudur. Mario Botta biraz sözdür, biraz anlamdır, biraz fonksiyondur, biraz geçmiştir, biraz gelecektir ve biraz da hiç kimse veya hiç bir şeyin karşısındaki her şey olmaktır.

Diriliş Katedrali (Evry Katedrali)/ Fransa

Gaudi’nin taşlara yaptığını, Botta modern malzemeyle inşa ettiği binanın cephesine aynısını yapar. Bir farkla ki Gaudi taşardan heykel oluştururken Botta modern malzemelerle oluşturulan cepheye geometrik desenler işler ve onu güzelleştirir. Evry Katedrali’nde cephenin uzaktan görünüşü, “bütün yabancılar birbirlerine benzerler” ilkesi gereği farklılığı belirgin olanın ötesine bir yere sürükler. Bununla birlikte aynı malzemenin nispeten küçük parçalar halinde modüler olarak sürekliliği görsel algıda tüketilmeyi epey uzak bir coğrafyaya sürgün etmekle beraber şekillerin bir uyum içinde var olabileceğini olanca gücüyle imler. Botta, Evry Katedrali’nde simetri ile simetri olmayanın biraradalığını birbirine ahenkle bakan tuğlaların oluşturduğu yüzeylerde ince bir nakış edasında yansıtır. Ve dairesel bir formu düşey eksende yürüterek silindirik bir gövde oluşturup bu gövdenin bitişini ise yatay eksene diyagonal bir çizgi ile keserek farklı bir görselliğe adım atar. Bu silindirik bloğun üzerine adeta bir nizamın süreği olmuşçasına doğayı ağaç olarak yeşilin bir temsilcisi edasıyla ekler. Katedralin inşaatı üç yıl sürmüş olup 1995 yılında halka açılmıştır. Binanın ana gövdesi olan silindirik bloğun çapı 29 metre, yüksekliği ise 34 metre olarak ölçülmüştür. Bu binanın yapımında 800.000 adet tuğla kullanılmıştır. Fransa’nın en önemli modern katedrallerinden biridir. Doğayla iyi geçinme peşinde olan bu yapının üzerinde yer alan ağaçların limon ağacı olması görsel etkiyi artıracak önemli unsurlardan biridir.

San Francisco Modern Sanatlar Müzesi/ ABD

San Francisco Modern Sanatlar Müzesi binası kadim olanla modern olanı adeta cem eden bir görünüme sahiptir. Bina bizi görsel etki açısından kadim Mısır’a kadar götürür ve sfenkslerin önüne diker. Adeta yatay eksende yere yayılan bir etkiye sahip olan Güzel Sanatlar Binası, yarışma ile kazanılmış bir projenin ete kemiğe bürünmüş hali olarak ABD’nin ikinci büyük güzel sanatlar müzesi olarak varlığını sürdürmektedir. Tam anlamıyla dikey bir çizgi ekseninde simetri oluşturan binanın ana gövdesindeki yüzeylerin ışık gölge oyunuyla bezeli bir şekilde almaşık bir yapıya sahip olduğunu görürüz. Bununla birlikte ana çekirdekte kalan Botta mimarisine has silindirik gövdenin de kahverengi ve beyaz almaşık görsel etkiye sahip olduğu görülmektedir. Binanın ana cephesini düşey eksende ortadan ikiye bölerseniz en azından dış görünüş açısından iki adet birbirine benzeyen bina bulursunuz. Bu düşey orta çizgi adeta sfenksin yüzünün yer aldığı merkezi alan olarak en dikkat çeken görselliğe sahiptir. Ana gövdede ışık alabilecek herhangi bir pencere veya cam yoktur. Bununla birlikte binanın kademeli olarak katlarının üzerinde bulunan teras diyebileceğimiz çatı katlarından cam fenerlerle tavandan ışık alınır ve aydınlanma bu şekilde sağlanır. Merkezdeki silindirik gövdede ise çelik konstrüksiyon ile elde edilen ızgaranın arasına yerleştirilen camlardan yatay çizgiye diyagonal bir durumda elde edilir. Bina yerinde mevcut olan diğer büyük binaların arasında yer almış olmasına rağmen oldukça yüksek bir görsel etkiye sahiptir. Bina beş katlı bir yapı olup müze olarak kullanılmakla birlikte içinde doğa etkisi oluşturacak ağaçlar da bulunmaktadır.

Watari Modern Sanatlar Müzesi/ Japonya

Bu bina Botta’nın Uzak Doğu ile kurmuş olduğu ilişkide önemli bir ayak olarak belirginleşmektedir. Eski dünyanın en önemli müzelerinden biri olmakla beraber klasik Botta çizgilerini bünyesinde barındırır. Botta bu müze binasında da yine ve düşey eksende ortadan ayrılmış bir simetriyi olanca heybetiyle gözler önüne serer. Binada gri ve beyazdan oluşan bir almaşık göze çarpar. Görsel etkiyi koyulaştıran bu almaşık düşey olarak ikiye bölünmüş bir yüzey olarak birbirini karşılar. Bununla birlikte bölünmüş bu iki parçanın arasından pencerelerle ışık alınır ve bina bu şekilde aydınlatılır. Bahsi geçen bu müze binası 1990 yılında bitirilerek hizmete açılmış olup çocuklar için bir eğitim öğretim binası olarak da işlev görmektedir. Müzenin aynı zamanda genç sanatçılar için bir sergi solonu olduğu da unutulmamalı. Botta bu müze binasının ön cephesi esas alındığında, binanın sol tarafta kalan kısmında binaya uyumlu bir şekilde aynı almaşık düzene sahip bina ana gövdesine bağlı ve yapı bütünlüğü içinde, aynı boyda, aynı özelliklerde bir ek blok tasarlamıştır. Bu bina bulunduğu yer itibarıyla oldukça çarpıcı bir görselliğe sahiptir.

Ransila I.S.A İş Merkezi/ Rugano 

Rugano’daki Ransila I.S.A İş Merkezi (1981-1985) ,Messagno’daki Robbiani Evi (1979-1981), Stabio’daki yuvarlık planlı ev (1980-1982, Casa Rotorda)’de görüldüğü gibi Botta, yapılarında genellikle küp, silindir gibi kapalı geometrik biçimlerin içini oyarak yola çıkmıştır. Bir kutunun içini oyarken yarattığı galeriler, balkonlar, yarı açık teraslar onun sürekli üçüncü boyuttaki oymalarla biçimlenen iç mekanları zenginleştirir. Gene kutuyu oyarken yarattığı yarı açıklık, hem sonradan tasarlanmayan, binanın kendisinden çıkan cepheyi oluşturur, hem de iç mekanda çok önem verdiği doğal ışığın kaynağı olur.

dfot

 

Dünya fuarlarının en iyisi..

 

Her sene Ekim ayında İstanbul’u geride bırakıp, dünyanın en büyük mobilya fuarını ziyaret ederim. Bu yıl da 19/24 Ekim tarihleri arasında, yaprakların kırmızıya dönüştüğü serin sonbahar günlerinde  yeni trendler, tasarımlar ve 2014 yılının dekorasyon yenilikleri arasında, oldukça keyifli altı gün geçirdim. High Point Fuarı, geniş ürün yelpazesi, birbirinden ilginç show ve etkinlikleri, güçlü konferans programı ile dünyanın farklı birçok bölgesinden gelen ticari alıcıların gelecek sezon ürünlerini sipariş verdikleri en önemli buluşma platformu.

Yaklaşık 100 yıldan bu yana hizmet veren The High Point Market, dünyanın en büyük mobilya fuarı olmakla isim yapmıştır. The Southern Furniture Market ismiyle anılan market 1989 da  The International Home Furnishings Market( IHFC ) olarak isim değiştirmiştir. 2000’in üzerindeki katılımcı ile 1 km2 alanda, 180 bina ile ziyaretçilerine hizmet veren bu fuar, Kuzey Karolina’nın High Point şehrinde, bulunduğu alana büyük bir hareketlilik sağlamaktadır. Fuar senede iki defa, Nisan ve Ekim aylarında 6 gün süreyle,  dünyanın dört bir yanından gelen alıcılara yeni dekorasyon trendlerini sunmaktadır. Dekorasyonda kullanacağınız her türlü mobilya ve aksesuar zenginliğini en iyi dünya markalarıyla ve yeni katılan markalarla harmanlayan fuar her yıl büyük ilgi görmeye devam etmektedir.  Bu yıl ki katılımcı sayısı yaklaşık 77000 kişi olmuştur. Duke Universitesi’nin 2013 yılı araştırmasına göre High Point Market, bulunduğu bölge ekonomisine 5.4 bilion dolar kazandırmıştır.

Amerika’da özellikle küçük bölgelerdeki yerleşim alanlarının arasındaki toplu taşımacılık çok olmadığı için, fuar ziyaretçilerinin oldukça büyük olan fuar alanını rahatça dolaşabilmeleri için her türlü imkan ve kolaylık düşünülmüş. 2003 den bu yana Market, ziyaretçilerini ve katılımcılarını ücretsiz shuttle servislerle havaalanlarından ve yaklaşık 100 otelden fuar alanına taşıyarak fuara destek olmaktadır. Fuarın en önemli 2 binası arasında bir otobüs terminali bulunmakta ve ulaşım fuar binası kapılarına kadar sağlanmaktadır. Ayrıca, InterHall Magazine fuarın anahtar dergisi olarak her konuda fikir sahibi olunmasına yardımcı olmakta ve bütün ayrıntıları en ince detayına kadar vermektedir.

Ekim fuarında 12 katlı ve 5 katlı karşılıklı yer alan iki bina içinde, yüzlerce mükemmel tasarlanmış showroom ve stand yeni ürünlerle ziyaretçileri kendilerini keşfetmeye çağırıyordu. Her marka, yarattığı çarpıcı konseptlerle yeni ürünleri alıcılarıyla buluşturmak için zevkle gezilesi alanlar yaratmıştı. Bu senenin son fuarında en çok göze çarpan renk bej ve tonları olmasına rağmen, kımızı, yeşil ve turuncular da özellikle aksesuarlarda yerlerini almışlardı. Her iki binada da neredeyse bütün standlarda yerini alan provence mobilyalar ve tamamlayıcı aksesuarları 2014 yılında da hakimiyetini koruyacak gibi görünüyor. . Hayal gücünü genişleten yeni ufuklar açan çoğu mekanda sergilenen çağdaş ürünlerin yanısıra, bahçe mobilyalarında rattan örgüler, döküm dış mekan mobilyalar, bahçe ısıtıcıları ile Tommy Bahama markası adı altında keyifli mekanlara alternatif sunmaktaydı … Klasik Amerikan mobilyasında tanınmış tüm markalar yine çok başarılı koleksiyonlar hazırlamışlardı. Binanın 3. katında yer alan Global Views ve Artisan’ın standını çok başarılı buldum. Butik parçalar, seramikler, cam aksesuar, heykel ve porselenler bu bölümde yer alan ürünlerdi. Renk patlamasının yanısıra, siyah ve beyaz birlikteliği bütün asaletiyle farklı standlarda karşıma çıktı. Seçilmiş stiller için tasarlanmış kumaşlar yenilikçi fikirlerin izlerini taşıyordu. Desenler ve renk kombinasyonları ile yaratılan eklektik stil, istisnasız tüm markaların koleksiyonları bir köşesinde yer almıştı.

 

Öne çıkan trendler:

 

Canlı, kontrast ve uyumsuz renkler birarada.

Pudra tonları, simli kumaşlar özellikle oturma guruplarında, metal ayaklı sehpalarla

Renk skalasında yeşil, mavi, pembe ve kırmızı, bejlerin yanında yer alıyor

Yeni tasarımlarda feminen, yuvarlak hatlar

Barok stili süslemeler

Geometrik desenler

Eklektik stil düzenlenmiş showromlar

Swarowski taşlarla süslü makreme aydınlatmalar

 

Önümüzdeki sene 05/10 Nisan 2014 tarihleri arasında düzenlenecek olan High Point Fuar’ına katılmak için yerini şimdiden ayırtın, mobilya dünyasının sihirli küresi içinde yer alın…

 

www.highpointmarket.org

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

dfot

Göl Evi

Geleneksel, modern ve göle nazır…

Tüm bu sözcükler Kuzey California’daki evin tarzını anlatıyor…

Ev sahipleri 2013 yılının Ağustos ayında taşınmışlar buraya. Bu evi tercih etmelerinin başlıca sebebi, evin Neusen nehrinin bir parçası olan Wellington gölünün kenarında yer alması ve bir court içinde yer alması olmuş.  Emlak işi yapan ve Ballo Reality’nin sahipleri olan çift evlerini tasarlarken, yaşam biçimleri hakkında net kararlar almışlar. Başlangıçta pratik ve işlevsel olduğu kadar sade bir mekan yaratılma fikrinden yola çıkılmış. Tüm dekorasyon süreci ise 9 hafta gibi kısa bir zaman diliminde tamamlanmış. Giriş kapısının önceleri küçük olan basamaklı bölümü, genişletilmiş ve üzeri çatı ile örtülerek giriş vurgulanmış. Ön giriş, rustik görünümlü bir kapı ile yenilenmiş ve veranda zemini taş ile kaplanmış. Kapıdan içeri girdiğinizde üst kata çıkan merdiven ve iki kat yüksekliğindeki galeri sizi karşılıyor. Merdiven basamakları da parke ile aynı renkte devam ederek, zemin renk bütünlüğü koruyor.

Evin üst katını sadece yatak bölümüne ayıran çift, giriş katını ise ortak bir yaşam alanı olarak düzenlemiş. Böylece aile bireylerinin istedikleri zaman ayrı ayrı, istediklerindeyse rahatça bir arada vakit geçirecekleri çok alternatifli geniş ve konforlu bir yaşam alanı oluşmuş.

Salon ve mutfağı ayıran tüm ara duvarlar yıkılmış, açık plan bir giriş katı tasarlanmış.  Renovasyon öncesi salonun göle bakan duvarı üzerinde yer alan şömine, manzarayı kesmeyecek şekilde manzaraya sırtını dönmüş. Şöminenin taşı, Best Tile firması tarafından Türkiye’den ithal edilmiş ve Bursa beji taş gelenekselin aksine düşey olarak döşenmiş. Tv, şömine üzerinde değerlendirilmiş. Binanın göle bakan dış duvarları yıkılarak, mekan genişletilmiş ve boydan boya cam doğramalarla gölle iç içe yaşam alanı yaratılmış. Evin dış kapısından içeri adım attığınız andan itibaren göl ve bahçenin bitki örtüsü adeta evin içinde yer alıyor. Antre, yaşam alanı, yemek bölümü, mutfak ve çalışma odası gölün bir parçası haline gelmiş. Giriş katta mekanlar arasındaki tek kapı, çalışma odasıyla salonu ayıran kapılar. Üç kişilik ailenin duvarlar olmaksızın, her mekandan birbirlerini görebilmeleri bilinçlice tasarlanmış.  250 metrekarelik evin yerden tavana kadar uzanan pencerelerinden süzülen günışığı, evde saat başı değişen bir renk skalası yaratıyor.  Evde sadeliği ve manzarayı vurgulayan en önemli özellik pencerelerde perde kullanılmamış olması. Geleneksel Amerikan evinin kendi mimarisinden gelen estetiği, Türkiye’den gelen aksesuarlar ile kombine edilmiş. Thomasville markalı salon mobilyaları, el dokuması Türk halısı ile renklenmiş. Duvardaki tablolar, özellikle bisikletli olan ev sahiplerine yaşadıkları her evde arkadaşlık etmiş.  Pier One’dan alınan metalden yapılmış üç parça heykelimsi tablolar çok şık.

Zemine uygulanan strand Bamboo koyu renk parke, mekanın beyaz duvarları ile sıcak bir harmoni yaratmış. Salon ile paralel çizgide tasarlanan yemek bölümünde olabildiğince az aksesuar kullanılarak aydınlatmalar ön plana çıkarılmış. Yemek bölümünde ise Türk motifleri duvara asılı pano ile vurgulanmış.

Evde en çok vakit geçirilen yerlerden biri çalışma odası. Real Estate işiyle uğraşan ev sahiplerinin dekorasyon deneyimi, müşterilerinden gelen renovasyon talepleri sebebiyle pek çok eve de imza atmış olmalarından geliyor.

Mutfak, Stone City Design Center tarafından tümüyle açık renkte yenilenmiş. Duvarda, doğu formları taşıyan cam seramikler kullanılmış. Mutfak tezgahı ise granit. Ev sahibesi yemek pişirmeyi çok seviyor. Onun için, ev yaşamından zevk almanın bir parçası da bu.  Bu sebeple profesyonel kategoride gazla çalışan Kenmoor marka fırın tercih etmiş. Buzdolabı yine Kenmoor. Paslanmaz çelik mutfak cihazları, lake dolaplara inat parıldıyor. Aile, mutfağın ortasında yer alan adada vakitlerinin çoğunu geçiriyorlar. Burası adeta bir buluşma noktası.Başkası olsa buraya bir masa ve dört sandalye yerleştirirdi. Oysa ev sahibesi çok daha rahat ve işlevsel bir mutfak istemiş.

Mutfaktan, verandaya açılan kapı, sizi her daim manzaraya çağırıyor. Üzeri çatı ile kapalı olan ahşap veranda, serin günlerde de davetkar gözüküyor. Evin şanslı kedisi Pati unutulmamış ve onun için verandaya açılan özel bir kedi kapısı yapılmış.

 

 

dfot

 

Sen Uyurken neler oldu neler!

 

Herkese merhaba… Yılbaşı sayısı ne çabuk gelmiş! Vay diyorum ve kısa bir muhasebe yapmak istiyorum.

 

İlk iki sayımız bir arada Haziran-Temmuz olarak çıktığında, Twilight serisinin ultra tasarımlı eviyle hızlı bir giriş yapmıştık bu köşeye. Sonra Ağustos için Something Gotta Give’den harika bir yazlık eve; Eylül ayı için ise Life As A House filmindeki azim hikâyesi eve şöyle bir göz attık. Sonra havalar biraz vuu deyince Lake House’un tasarım harikası aynı zamanda da hüzün dolu evine konuk olduk. Kasım ayında da The Holiday ile bir, iki (hatta dört) müthiş eve bir bakış attık.

 

Ve şimdi yılbaşı sayısı geldi çattı. Epey bir ev dolandım ne yalan söyleyeyim bu sayı için. Ve sonunda 1995 yılı yapımı “Sen Uyurken” adıyla Türkçe’ye çevrilen “While You Were Sleeping” filminde karar kıldım.

 

Jon Turteltaub’un yönettiği bu şirin ve sıcak romantik komedinin daha önce yazdığım evler ve filmlerle şöyle bir benzerliği var: Sandra Bulllock ikinci defa köşemize arz-ı endam edecek (belli olmaz ileride başka bir filmi ile de konuk olabilir. Demek ki bu kız güzel evden anlıyor!). İkincisi bu filmdeki şirin ev, en çok The Holiday (Tatil) filminde anlattığımız İngiltere’deki kır evinin havasını biraz andırıyor.  Elbette bu kez evimiz İngiltere kırsalında değil Chicago’nun ortasında!

 

Adet olduğu üzere önce filmimizin kısa konusuna bir göz atalım.

 

Bekâr bir kadın olan Lucy (Sandra Bullock), yakışıklı Peter’la (Peter Gallagher) her sabah metroda karşılaşır ve uzaktan uzağa ona olan hayranlığını sürdürür. Peter bir gün raylara düştüğünde ona müdahale eden ilk kişi Lucy’dir. Komaya giren genç adamı hastanede ziyaret ettiğinde ailesiyle de tanışır ve onlara oğullarının hiç tanımadıkları nişanlısı olduğunu söyler. Peter’ın koma hali sürerken Lucy ailenin bir parçası olur çıkar ve masum! yalanını sürdürür.

Ama Peter’ın erkek kardeşi Jack (Bill Pulman) ortaya çıktığında işler karışır. Çünkü Lucy’yle Jack birbirlerine âşık oluverirler. Genç kadın, hiç tanımadığı komadaki bir adamın nişanlısı rolü yapmakla gerçekten bulduğu aşkı yaşama arasında tarifsiz bir ikileme düşer.

Nasıl ama tıkır tıkır işleyen harika bir romantik komedi senaryosu değil mi? Hakikaten de öyle olmuştu ve 17.000.000 USD’ye çekilen film tüm dünyada 182.057.016 USD gibi inanılması güç bir hasılat rekoruna imza atmıştı! Yapımcıların bayıldığı tarz bir iş: Minimum harcama, görsel efekt yok, büyük dekorlar yok, muazzam kostümler yok… Kazanılan kolay, tatlı para! Ama hakkını yemeden filmin kendisinden beklenen her şeyi verdiğini söyleyelim. İki yetenekli başrol, bir sürü duayen yan rol, enteresan bir konu ve güzel bir aşk hikayesi… Hem de tam ihtiyacımız olan zamanda. Elin Christmas-Noel bizim Yılbaşı dediğimiz zamanda!

Hikaye ilerledikçe Lucy’nin naif yalanı sonuçlarını vermeye başlayacak ve Noel yemeği için Callahan’lara davet edilecektir.

 İşte herkesin yılbaşı yemeği için davet edilmeyi umacağı tarzda bir ev!

Callahanlar tarafından son derece sıcak karşılanan Lucy’nin yüzüne koca bir gülümseme yayılır (Sandra Bullock’un artık bir marka olan o harika gülümsemesi) Ben bu seti çok sevdim. İçinde dolu dolu yaşanılmışlık barındıran gerçek bir ev etkisi kusursuz yaratılmış. Yaşam dolu ve rahat… Peter’ın ailesinin yıllardır burada yaşamakta olduğuna kolaylıkla inanıyoruz. Lucy geceyi oturma odasındaki sofada geçirir ve Peter’in kardeşi Jack ile ilk kez bu evde tanışır. Ve Jack ona şöyle der: “Aileye hoş geldin.”

Bu arada filmde bonus olarak çok modern bir evle de karşılaşıyoruz. Hastanede yatan Peter’in eşyalarını almak için Lucy bir ara onun evine gider. Peter’in evi, Meet the Parents, The Lake House (tesadüfe bakın!) gibi başka filmlere de ev sahipliği yapmış olan Chicago’nun ünlü tasarım harikası rezidanslarından bir olan Point Tower’dadır…

 

Buradaki sahnelerde Peter’in kişiliği (ve neden Lucy’e uygun bir eş olamayacağı) hakkında bazı fikirler ediniriz. Ultra modern mobilyalar, zevkli tasarımlar, yılbaşı süslemesi olmayan çok şık ama biraz soğuk bir ev…

 

Sonra tabii işler sarpa saracak ve Lucy’nin komik yalanı bir şekilde ortaya çıkacaktır. Ancaak bu bir Hollywood romantik komedisi, mutlu sonla bitmeli… Jack, Lucy’nin çalıştığı bilet kulübesinin önüne gelip ona evlenme teklif eder ve Lucy bu teklifi kabul eder!

Bir de size filmle ilgili bir dedikodu verelim ve yazımızı bitirelim. “Sen Uyurken” deki Lucy rolü aslen Demi Moore için yazılmış. Speed gibi bir aksiyon fırtınasından henüz çıkan Sandra Bullock kendisine farklı, yeni bir rol ararken karşısına Sen Uyurken’deki bu rol çıkmış. Ve sonrasını hepimiz biliyoruz. Romantik komedi aşk filmlerinin aranılan kadınına doğru hızla tırmanan bir kariyer…

Bu aylık da bu kadar… Sevgiyle kalın, mutlu yıllar dilerim hepinize!

 

dfot

 

Keşifler ve Yaratıcılık ile dolu bir yıl Olsun!

Yeni yıl deyince aklımıza yeni başlangıçlar gelir. Dileklerimizin hepsinin gerçekleşmesi için adeta tüm benliğimiz yılın diğer günlerinde olmadığı kadar motive olur. Benimde tüm yeni yıl dileklerimin arasında öncelikli olarak hep yeni keşifler yapabileceğim seyahatler ile dopdolu bir yıl  geçirmek gelir. İşte bu dileklerimden birini yeni yılı karşıladığım Marakeş’ de  gerçekleştirmiştim ve bu seyahatim benim için son derece anlamlıydı. Çünkü, yeni başlangıçlar dilerken tamda dileğimin içinde kesinlikle istediğim bir ortamdaydım. Sanatın, kültürün, tasarımın, dekorasyonun ve lezzetlerin bambaşka olduğu tüm ezberleri bozabilecek, beni benden alıp götürecek bir ülke ve kültür.  Bu seyahatim ile beraber diğer çoğu dileğimde gerçekleşmişti. Tarih dolu bir şehri keşfederken sokakları ve otantik dükkanları adım adım dolaşırken gördüğüm birbirinden güzel dekorasyon objeleri, rengarenk halılar, kumaşlar, birbirinden mükemmel el işçilikleri ile bezenmiş mobilyalar, tarihi binaların her bir köşesinde karşıma çıkan akıl almaz bezemeler, mozaikler aklımı başımdan aldı. Tüm bunlarla beraber yepyeni bir kültür ve beraberinde getirdiği lezzetler. Artık yeni yıl benim için açılan yeni kapılar, yepyeni bir vizyon içine girip tüm duyularımla keşiflerimi içselleştirebileceğim bir yolculuktan ibaret oldu.

 

Tarihi Marakeş kalesinin içinde kalan eski şehirde geçmişte varlıklı ailelerin ikamet ettiği, bugün çoğu butik olarak yeniden restore edilmiş ortada  avlulu, iki katlı Riadlar ise mütevazi demir kapılarının ve yüksek duvarların arkasında gizli cennetleri ile en çok etkilendiğim mekanlar arasında yerini aldı.  En fazla 10 odalı Riad ların  çoğu ise yurtdışından mimarlar ve iç mimarlar tarafından satın alınmış ve yeniden çağdaş ve konforlu bir hayat tarzına göre dizayn edilmiş. Fas’ ın muhteşem mobilya ve dekoratif objeleri ile mekanları bezenince ortaya fantastik bir eklektik tarz çıkmış. Açıkçası, bu binaları satın alan ve yeniden tasarlayan kişilerin bu işi zevk için bile yaptıklarını düşünmüyor değilim. Sonuç olarak bu ilginç ülkede otantik malzemeleri ile harmanlanmış  modern yaratıcılığın tüm dünyadan ziyaretçilere show yaptığı mekanlar  yaratılmış ardı ardına… “Bir otelde bu kadarı da olmaz” yorumunu yaptıracak o kadar çok detay var ki, adeta tasarımcılar “olur yapınca, hem de çok güzel olur” diyerek inisiyatifi ellerine almış gibiler. Bugün çoğu mimarlık, dekorasyon dergilerinde yayınlanan hepimiz tarafından hayranlıkla karşılanan Marakeş’ in harika mekanları işte böyle oluşmuş.

 

Yeni yılı karşılamak için seçtiğim Fas ziyaretim yepyeni yerel tasarım, sanat, zanaat ve kültürlerini hafızama kaydettiğim, benim için adeta dileklerimin gerçekleştiği ve yepyenileri için ilham veren bir seyahat oldu. Bu ve bunlar gibi tanışmalar ile her geçen yılın getirdiği birikimler ile eklektik bir tarza sahip olmamak gerçekten de mümkün değil. Bu tatlı değişimin ve farkındalığın ise zevki bir ayrı. Size de yılın bu son günlerinde yapacağınız keşifler ile hayatınıza farklı bakış açılarını dahil edebileceğiniz, taptaze tarzınız ile, içinizdeki yaratıcılığı sürekli canlı tutacak bir yıl geçirmenizi diliyorum.

 

 

dfot

 

Ayhan Canikoğlu ODTÜ Elektrik-Elektronik Mühendisliği bölümünden mezuniyetinden sonra bir de Amerika’da Boston Üniversitesi ‘Computer Systems Engineering’ bölümünde yüksek lisans yaptı. 2007 yılı Mayıs ayında Çukurcuma’da AC LinE’ı açtı ve o zamandan beri şık tasarımlarını ve özenle seçilmiş ev aksesuarlarını müşterilerinin beğenisine sunuyor.

Swarovski kristalleri, gümüş ve bakır teller ya da misina kullanılarak tasarlanan takılar kişiye özel ve genelde bir eşi bulunmayan parçalar.

Gündelik, spor kullanım için tasarlanan sade ve zarif takıların yanı sıra özel günler için çok ihtişamlı ve gösterişli takılar da tasarlanıyor.

Müşterilerin talebi doğrultusunda sıradışı tasarımlarda da iddialılar.

 

Ayhan Bey, iç mimar arkadaşına özel tasarladığı kadife ya da tafta gibi kumaşlar üzerine eski mimari motiflerden esinlenilerek çizilen ve metalik kumaş boyalarıyla elde boyanan perdelerle başladığı tasarımlarına yastık, şal, ve örtülerle devam ediyor. Tasarımlarda kumaşa ve modele özel olarak yapılmış saçaklar kullanılıyor ve tamamen elde dikiliyor, müşterilerin istekleri doğrultusunda daha farklı tasarımlar yapılabiliyor. Bu ürünlerin yanında İsveç el işleme keten masa ve sehpa örtüleri, el işleme goblen yastıklar ve goblen panolar da bulunmakta.

 

Porselenler dünyanın en iyi markalarından genelde kahve ve çay fincanları, servisler, duvar tabakları, vazo ve biblo gibi aksesuarlardan oluşmakta. Çok zarif el boyama ya da kaliteli baskılı porselenler tercih ediliyor. Ağırlıklı olarak İngiliz (Royal Crown Derby, Royal Worcester, Royal Doulton, Royal Grafton, Coalport, Copeland, Paragon, Wedgewood, Hammersley, Aynsley), Fransız (Limoges), Alman (Meissen, Dresden, Rosenthal, Fürstenberg, Nymphenburg, Hutschenreuther, Wallendorf), Macar (Herend), Danimarka (Royal Copenhagen, Bing & Grondhal), İtalyan (Capodimonte), Rus (Imperial Porcelain) porselenlerine yer verilmekte. Ayrıca paketlemeye çok özen gösterilerek özellikle hediyeler çok şık kutularda hazırlanıyor.

 

Alman MI Hummel el yapımı ve el boyama biblolar meraklıları için muhteşem bir koleksiyon olarak sunuluyor. Ayrıca Liladro, Royal Doulton, Capodimonte gibi porselenlerin yanısıra bronz ve cam biblolar da göze çarpıyor.

 

Kutular genelde Paper Mache (kağıt hamuru) hazırlanıp bir tablo gibi elde boyanıyor. Bazen kapakta bütün olarak ya da parçalar halinde sedef kullanılıyor. Ağırlıklı olarak Rus sanatçılara ait kutuların yanısıra el boyama sedef yaka iğneleri ve kolyelere de yer verilmekte.

 

İtalyan el yapımı (eski ipek dokuma kumaşlardan hazırlanmış) abajurların yanı sıra porselen abajurlarda dükkandaki özenle seçilmiş aksesuarların yanında yer almakta. İtalyan yapımı el boyama ahşap tepsiler de göz dolduruyor.

 

Yine çeşitli ülkelerin (İtalya, Macaristan, Avusturya ve Rusya) sanatçılarına ait suluboya ve yağlıboya tablolar da AC LinE’daki aksesuarlara çeşitlilik katmakta.

 

AC LinE olarak insanlara küçük bir mekanda büyük mutluluklar sunuluyor. Oniki metrekarelik alana bambaşka dünyalar sığdırılmış.

 

 

dfot

Odda Apart Çukurcuma

Şehrin ruhuna dokunun…

Bir şehri yaşamanın en güzel yolu, şehrin kalbinin attığı yerde olmaktır. Söz konusu şehir, tarihi dokusu, sesleri, renkleri, kokuları ve hiç düşmeyen temposuyla İstanbul ise, merkezde olmak daha da çekicidir. Tarih, kültür, eğlence, iş, alışveriş, lezzet veya heyecan… Aradığınız her ne varsa, şehrin kalbi burada size hepsini cömertçe sunar. Çünkü burası İstanbul’un en eski semtlerinden biri olan kozmopolit Çukurcuma…

 

2013 yılında Ekamim Mimarlık tarafından (mim.Kıymet Aşık Yarkın, iç mimar Aynur Aşık)  mekan düzenlenmesi ve restorasyonu yapılmıştır.

 

Lüks otel standartlarından ödün vermeden bohem ruhu yakalayabileceğiniz bir lokasyon sunan Odda Apart Çukurcuma, sanat galerilerine ve tasarım dükkanlarına, şık restoran ve kafelere, ve elbette İstanbul’un en iyi antikacılarına ev sahipliği yapan Çukurcuma da yer alıyor. Eskinin zarafetini yeninin beklentileriyle buluşturarak kabuk değiştiren semt, renkli bir alışveriş turunun yanı sıra her sokakta tarihe tanıklık etmenin güzelliğini sunuyor. Yeni insanlar ve yeni hikayeler burada, bu tarih kokan semtte buluşuyor.

 

Odda Apart Çukurcuma da şehrin kalbinde olsanız da huzurun hakim olduğu sokakta kuş seslerinden başka ses duyamazsınız.Şehrin renklerine komşu olmanız için; tatil, iş gezisi veya unutulmaz hafta sonu kaçamakları için; stresten kaçarak dışarıda eğlence, içeride huzurlu bir ortama kavuşmak isteyenler için…

 

Özenli servisimizle sizi şehrin gerçek lüksünü yaşamaya bekliyoruz.

 

Odalarımız Standart deluxe oda,deluxe suit oda (asma katlı) ve deluxe suit teras oda olmak üzere 3 farklı butik tarzda dekore edilmiş, modern lüks odalarla misafirlerimizin beğenisine sunulmaktadır.

 

Özel tasarım odalarımızda; Kablosuz internet, LCD geniş ekran TV, çamaşır makinesi, bulaşık makinesi, derin donduruculu buzdolabı, ocak ve mikrodalga fırın, tost makinesi, su ısıtıcı,Buzdolabında ücretsiz olarak sunulan meşrubat ve su servisi,Mutfakta ücretsiz sunulan snack servis( kraker,cips,kek,kuruyemiş), saç kurutma makinası ve klimayla kendi evinizin rahatlığını yaşayın…

 

Odda Apart Çukurcuma misafirlerine sunulan hizmetlerinden 24 Saat Concierge servisi, havaalanı transferi, çamaşır & kuru temizleme, ücretsiz bagaj odası ve 24 Saat ulaşabileceğiniz yetkili ile hayatınızı kolaylaştırın…

 

Odda Apart Çukurcuma da  konaklayan misafirlerimiz kahvaltılarını 300 metre uzaklıktakı Odda Hotelin zengin açık bufesinden alabilirler.Odda Hotel’e giden güzergahın haritasına otel websitesinden ulaşabilirsiniz

 

Odda Apart Çukurcuma Atatürk Havalimanına 23 km, Sabiha Gökçen Havalimanına 45 km, Sultanahmet ve Topkapı sarayına 4 km, İstiklal Caddesi ve tarihi Pera’ya sadece 100 m uzaklıkta yer alıyor!

 

 

dfot

 

Turnacıbaşı Caddesi 49 numarada yer alan “49 Çukurcuma” pizza seven herkesin ortak adresi olmaya aday bir mekan. Grafik tasarım ve dijital fotoğraf atölyesi olarak açılan “49 Çukurcuma”, zamanla kendi kaderini belirlemiş. Üst kat hala tasarım ofisi olarak kullanırken, alt kat enfes pizzaların yapıldığı bir mekana dönüşmüş.

Mekanın en önemli özelliklerinden bir tanesi de mutfağına asla dondurulmuş ve konserve ürün sokmaması. Sadece günlük, taze ve çoğu ev yapımı olan malzemelerle hazırlanan pizzalar arasında; karamelize soğan ve izmir tulumlu Tulumi, domuz seviyorsanız; parma jambonu ve közlenmiş kırmızı biber ile sunulan Da Soho’yu deneyin deriz. Bozcaada’dan getirilen kalamar ve ahtapotla hazırlanan Lago,Mare,Oceano da mutlaka tadılması gereken spesiyaller arasında. Bu arada ufak bir uyarı; pizzanızı yerken mutlaka tatlıya yer bırakın. Menüde yer alan Nutellasimo, mekanın spesiyallerinden bir diğeri. Nutella’yı mascarpone peyniriyle buluşturan, calzone şeklindeki bu pizza, bağımlılık yaratan cinsten.

Pizzanın yanında Bozcaada’nın eski bağcılarından Yunatçılar ailesinin “49 Çukurcuma” için özel ürettiği “Desperate Hosewine”ı deneyebilirsiniz. Etiketleri, mekanın üst katında bulunan tasarım ofisi tarafından hazırlanan “Desperate Housewine”ları sadece şişelerini görmek için bile sipariş edebilirsiniz.

Sadece damak tadınıza değil, kulağınıza da hitap eden “49 Çukurcuma” da, ağırlıklı olarak caz, soul ve funk çalıyor. Cuma ve Cumartesi akşamları ise Canan Duran ve Trio’su, mekanda caz rüzgarı estirerek sizi 1930’ların New Orleans’ına götürüyor.

“49 Çukurcuma” kahvaltı konusunda da oldukça iddialı. Hatta “Kahvaltıda da pizza mı yenir?” diyenlerin ezberini bozacak cinsten. Sucuklu, pastırmalı, baconlı yumurtalar, pizza hamurunun üzerinde servis ediliyor. Eğer ben gelenekselden şaşmam diyorsanız, size Bozcaada kahvaltısını öneriyoruz. Kahvaltıda yer alan ada salçası, üzüm, incir, gelincik reçelleri, adından da anlaşılacağı gibi Bozcaada’dan geliyor.

“49 Çukurcuma” un bir diğer özelliği ise kendine has mimarisi. Mekanın alt katında cam tavanlı bir mahsen bulunuyor ve mahsene sadece mekanın ortasında bulunan yük asansörüyle inilebiliyor. Ayrıca mekanın dekorasyonunda kullanılan martı raflar, sentinel avize, 2D kahve masası ve Osman koltuğu da beğenirseniz satın alabilirsiniz.

“49 Çukurcuma” ya hafta içi her gün 10:30-23:00, Hafta sonu 10:30 – 00:30 arasında uğrayabilir, keyifli bir akşam yemeği yiyebilirsiniz.