tarih

Kültür Gezginlerinin Durağı ENDÜLÜS

Dünya ne kadar geniş, siyasi sınırlar ne kadar kesin çizgiler ile belirlenmiş olursa olsun tarih ve kültür hiç bir kalıba sığdırılamaz. Medeniyet tarihi boyunca fetih etme iç güdüsü ile yanıp tutuşan insanlık farklı coğrafyalarda kültürel izlerini bırakarak  yollarına devam eder. Hatta görünüm olarak tezat oluşturdukları bölgelerde sıra dışı bir sürpriz olarak karşılanırlar. Tıpkı tam da Avrupa’ nın göbeğinde bulunan İspanya’ nın  Endülüs bölgesinde olduğu gibi. Müslümanların 800 yıl kadar süren varlıkları ve 8.yy ile 15.yy arasında çeşitli şehirleri egemenlikleri altına almaları, dönemlerinde parlak bir medeniyete sahip olmaları izlerinin günümüze kadar taşınmasına sebep olmuş.

Fas ile coğrafi ve iklim olarak benzerlikleri ise gerçekten şaşırtıcı. Benzer bitki örtüsü, Emevi tarzı mimari ve sokak yapıları ile birleşince neredeyse bir olacak kadar birbirine yakın. Sıcağın yakıcı etkisinde kaçmak için dip dibe duvarlar ile inşa edilmiş evler, ortada havuzlu avlular, demir kapılar arkasında çiçek bahçeleri, dapdar sokakları oluşturan birbirine gölge yapan evler, iç mekanları süsleyen rengarenk mozaikler Fas’ ın adeta bir devamı. Endülüs Emevilerin kendilerine merkez olarak belirlediği Kordoba uzun yıllar İslam egemenliğinde kaldığı için burada 600 kadar camii inşa edilmiş. Bugün Mequita (Mescit) olarak anılan cami ise halen dünyadaki en büyük e en eski camilerden biri olarak biliniyor.

 

Etrafı dev duvarlar ile çevrili, revaklı bir avluya sahip binanın içinde tam 1293 adet sütun ve  çift katlı kemerler bulunmakta.  Kırmızı tuğla ve beyaz taşlar ile dev sütunlar üzerine inşa edilen, fildişi bezemeler ile süslenen devasa kompleks büyüleyici yapısı ile ilahi bir gücün varlığını kapıdan içeri adım atar atmaz hissettiriyor. Pirinç ve bronz  malzemeden işlenmiş dev kapılar, ahşap işlenmiş paneller ve pencereler ve duvarlardaki kufi yazılar ise  göz alıcı. Dünya kültür mirası olarak kabul edilen Kordoba Cami UNESCO tarafından koruma altına alınmış. Endülüs seyahatimizin en keyifli duraklarından bir diğeri ise bizi portakal ağaçları ve yasemin kokuları arasında karşılayan şahane Sevillaydı.

Şehrin tarihi merkezi ise birbirinden güzel sıra sıra avlulu evleri, dapdar sokakları, flamenko müziğinin güçlü tınıları, lezzetli tapas durakları ile rengarenk, capcanlı ve mutlu insanların kahkahalarının  yükseldiği bir bölge. Tam ortasında ihtişamlı Gotik tarzında Kraliyet katedrali, hemen yanında yer alan Alkazar Kraliyet Sarayı ve örümcek ağı gibi şehri sararak yayılan sokaklar.  Alkazar Kraliyet Sarayının içinde yer alan binaların  ilk defa yapımına 1181 yılında Müvahidler tarafından başlanmış.  Bu anlamda inşaa edilen binalar  Arap mimarisinin eşsiz örneklerinden biri. Daha sonra da zaman içerisinde  kraliyet sarayları binaları  eklenmiş. İçinde ortası havuzlu üstü açık avlulu çeşitli amaçlar için inşa edilmiş yapılar bulunmakta.

Su kemerleri, havuzlar ve portakal, limon ağaçları barındıran bahçeler adeta 1001 gece masallarını anımsatmakta. Geniş bir alana yayılan yapı kompleksi bugün aynı zamanda hanedan mensupları tarafından da kullanılıyor.

Sevilla sokaklarında at nalı şeklinde kapılar, demir korumalı pencereler, belki de şimdiye kadar gördüğüm en detaylı ferforje balkonlar, evlerden sarkan hoş kokulu çiçekler, Arnavut kaldırımı taşlı yollar,  sıcacık insanlar hepsi bu güzel İspanyol şehrinde toplanmış. Bu tarihi bölgede Fas’ daki Riyadları anımsatan son derece konforlu lüks butik oteller de yer almakta. Hemen hepsi bölgeye imzasını atan kültürel ve sanatsal zenginlikleri dekoratif detaylar olarak içinde barındırmış, aynı zamanda çağdaş dekorasyon tarzı ile harmanlanmış.

İspanya’ nın şahsına münhasır bu çok özel bölgesi Endülüs için anlatılacak çok şey var.  ,

Panoramik manzara da bunlardan biri. Belki de en etkileyici olanı Sevilla – Malaga arasında yer alan, 700mt yüksekliğinde kireçtaşı Kanyon üzerinde yükselen Ronda. Beyaz küp şekerleri gibi dağın üzerine sıralanmış  evler ve kiliseler Ernest Hemingway’ in Çanlar Kimin için çalıyor adlı eserine ilham olmuş.

Boğa güreşleri ile tanınan bu kasaba bölgenin en  tipik coğrafyasına sahip bambaşka bir yerleşim yeri. Kültür, tarih,  coğrafya, lezzet, eğlence ve estetik  bu güzel seyahatimizde hepsinden güzel parçalar ve deneyimler bulduk. Bilmem daha fazla bir seyahatten ne bekleyebilirdik. Belki biraz daha fazla zaman ama durmak yok. Yeni görülecek keşfedilecek yerler var. Evet 2015 senesinde de her zaman ki yeni yıl dileğimi tekrarlıyorum “Bol seyahatli, bol keşifli, yepyeni kültürler ile tanışacağım bir yıl olsun”. Hepinize mutlu ve seyahat dolu bir sene diliyorum.

 

Tijen Samuray

İstanbul Vintage Rehberi

İstanbul Vintage Rehberi İstanbul ikinci el vintage mağazalar ve pazarlar açısından adeta bir cennet! Pek çok ikinci el pazarı makul fiyatlar ile aradığınız ürünleri karşınıza çıkartıyor. Küçük antika dükkanları, vintage mağazalar, ikinci el bit pazarları ...

dfot

 

Heybeliada

Heybeliada İstanbul’un Büyükada’dan sonra gelen en büyük adası. Adaya Heybeliada denmesinin sebebii ise uzaktan bakıldığında şeklinin yere bırakılmış bir heybeye benzemesidir. Adanın nüfusu yaklaşık 7000 civarındadır. Bu rakam yaz aylarında 50.000e kadar ulaşır.

Heybeliada SANATORYUMU

Heybeliada’nın güney tarafındaki Çam Limanı’nına bakan bir tepede İsviçre’deki bir sanatoryum model alınarak inşa edilen bu hastane, başlangıçta 16 yatak kapasitesiyle hizmet veriyordu. 1940’lı yılların ortalarında bir bina daha ilave edilmiş, daha sonraları idare binaları ve hemşire lojmanlarının da ilavesiyle imkânları daha da genişletilmişti. Şehir merkezinden uzak, çam ormanları içinde temiz bir hava ve kuvvetli bir gıda bakımı, dönemin en iyi tedavi şekliydi. Hastalar için balkonunda da birer yatak vardı. Gıda olarak hastalara günde 4 öğün yemek yanında et, süt ve bal veriliyordu.

 

Sağlık hizmetinin yanı sıra tıp eğitimi de veren bu sanatoryum,

Prof. Dr. Siyami Ersek ve daha birçok yerli ve yabancı uzman doktoru da yetiştirmiştir. Bu nedenle, WHO (Dünya Sağlık Örgütü) tarafından tüberkülozda eğitim ve araştırma hastanesi olarak kabul edilen bu sanatoryum, İsmet İnönü, Rıfat Ilgaz, Ece Ayhan gibi isimlere de hizmet vermişti.

Sanatoryumda  rehabilitasyon  merkezi de bulunuyordu. Ustalar vasıtasıyla hastalara ayakkabıcılık, çorapçılık, fotoğrafçılık, heykeltıraşlık, saatçilik, daktilo gibi kurslar veriliyor, hastalar zenaat öğrenip meslek sahibi olabiliyorlardı. Sanatoryumun kuruluşunun 50. yılında yapılan bir araştırmaya göre, kurslara katılan yaklaşık bin kişinin yarısı meslek ve iş sahibi olmuştu.

 

Sağlık sorunlarında moral desteğin önemli bir yardımcı etken olması nedeniyle sanatoryumda haftada bir moral günleri düzenleniyor, ya sinema gösterisi yapılıyor ya da konser veriliyordu.

DENİZ LİSESİ

XVIII. asrın yarısına kadar Osmanlı donanmasında ve korsan gemilerinde kaptan yetiştirilmesi her hangi bir teşkilata bağlı olmayıp, babadan oğula ve ustadan çırağa ameli olarak yürütülmekte idi. Osmanlı İmparatorluğunda eğitim sistemine dönüş hareketi l734’te Üsküdar Mühendishanesi’nin açılması ile başlar. 

Bugünkü Deniz Harp Okulu’nun nüvesini teşkil eden mektep, ilk defa çeşme mağlubiyeti üzerine 18 Kasım 1776 da (devrin Kaptan-derya’sı) Cezayirli lakabıyla anılan Hasanpaşa’nın teşebbüs ve padişahın iradesi alınarak Kasımpaşa’ da tersane içinde (Mühendishane-i Bahri Hümayun) adı ile kuruldu. 29 Ekim 1784 de Sadrazam Halil Ahmedpaşa’nın teşebbüsü ve iki Fransız mühendisi yardımıyla, mektep programları genişletilerek bir (Bahriye Tatbikat Mektebi) ihdas edildi. Padişah III. Selim zamanında esaslı ıslahat haraketleri neticesi, Kaptaruderya Küçük Hüseyinpaşa’nın hizmeti ile Kadıköy’ de inşa edilen bir binada (1795’ de) Mühendishane-i Amire adında bir mektep tesis edildi.

XIX. asrın başından itibaren, mektebin yeniden ihyası ve devrin icaplarına uygun bir hale getirilmesi hususunda muhtelif teşebbüsler yapıldı. Bu meyanda Padişah III. Selim’in Kaptanıderyası Hüsrevpaşa zamanında Mühendishanei Bahri adı ile Heybeliada’da evvelce Bahriye Kışlası olarak inşa edilen binaya nakledildi (1824). Kırım Harbi sırasında, Bahriye Mektebi yeni zihniyetle ele alındı. Üç çeyrek asır müddetince Deniz Mektebi normal olarak eski yerinde kaldı. Fakat i. Cihan Harbi sırasında (1917’ de) bir defa daha yer değiştirdi ve Türk Ortodoks İlahiyat Mektebi’nde ve Mukaddes Teslis ve Grek Ticaret Mektebi’nde ve Panayia’nın kalıntılarında yerleşti.

Bir sene sonra tekrar eski yerine döndü. İnşaiye sınıfı yeniden ihdas edildiği gibi Kasımpaşa’da “Haddehane” tabir edilen mektepte lüzumlu makine zabiti yetiştirilmekte iken devrin tekniğine uygun evsafta makine zabiti yetiştirilmek üzere şimdiki makine sınıf okulları binasında Çarkçı Mektebi ihdas edildi. Bunlara ilaveten bir namzet mektebi kuruldu. Bu mektebin yeri şimdiki Ruhban Okulu olup keza bu bina Mondros mütarekesi ve beynelmilel bir anlaşma gereğince Rum tebaya terk edilerek “Rum OrtodoksIarın Ruhban Okulu haline” dönüştü. 

(Halen aynı maksatla kullanılmaktadır.) Bu binanın terki ile talebeleride Çarkçı Mektebi talebeleri gibi Bahriye Mektebi’ne nakledildi. Bu suretle her iki mektep Mekteb-i Bahriye adı altında çalışmalarına devam etti. 27 Mayıs 1928’de Erkanı Harbiye-i Umumiye Riyaseti emirleri ile “Mekteb-i Bahriye” tedrisatı maarif esaslarına inkılap ettirildi. Ve Deniz Lisesi adını aldı. Üç yıllık lise tahsilini müteakip, iki yıl süreli harp mektebi tahsili ikame edilerek mektebin ismi DENİZ HARP MEKTEBİ ve LİSESİ oldu.

 

Triada Manastırı Ve Kilisesi

Ada’nın kuzeyinde, bugünkü adıyla Ümit Tepesi’nde adalıların deyimiyle Papaz Dağındadır. İlk adı Sina kilisesine bağlı anlamına gelen Siyon idi. çünkü muhtemelen Kudüs Patrikhanesine bağlıydı. Ancak sonradan Hristiyanlığın temel ilkesi olan Tanrı, Hz. İsa ve Ruh-ü! Kudüs (Kutsal Ruh) üçlüsü anlamına gelen “Triada” adı verilmiştir. Manastır sonradan Ruhban Okulu’na dönüştürülmüştür. Kilise ise okulun bahçesinde uzaktan bakıldığında görülemeyecek kadar küçük bir yapıdır. Aya Triada Ada’nın en eski manastın ve kilisesidir. Çok eski bir inanışa göre manastırın kurucusu Patrik Fotiyus’dur.

UÇURUM MANASTIRI

Heybeliada’nın Büyükada (Nizam semtine karşı) cephesinde, sanatoryum yolu üzerinde yüksekçe bir falez üzerinde olması sebebiyle, Krimnos Precipise Uçurum manastırı da denir.

S.Vizandios’a göre manastır kolay kırılan bir kaya üzerindedir. 1862’ de toprak kaymasını önlemek üzere bir keşiş Aya Effimia ayazması üzerine duvar yaptırmıştır.

Hüseyin Rahmi Gürpınar Evi

Heybeliada tepelerindeki Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın evi, İstanbul’daki sayılı müze-evlerden.

Cumhuriyet dönemi yazarlarından Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın Heybeliada’da, 1912-1944 yılları arasında yaşadığı evin, Kültür Bakanlığı`nın yaptığı restorasyonla müzeye çevrilmesiyle oluşturulmuştur.

İskeleden yürüyerek yarım saatte ulaşabileceğiniz Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın müze-evi büyüleyici olmasının yanında ne yazık ki bakımsızlığı ile göze çarpıyor. Her şey orijinal, oturma odasının iki duvarında kitaplık ve ortada da dört kişilik yemek masası var. Masanın üzerinde porselen yemek takımları ve kadehler…Sanki biraz sonra Hüseyin Rahmi yemek yiyecek gibi, sofra hazır vaziyette. gibi Kitaplık yok olmuş ama  kitaplar duruyor en azından : 350 Türkçe, 304 Fransızca kitap ve  110 cilt gazete koleksiyonu var.Ziyaretçiler bunların yalnızca bir kısmını görebiliyor. Çoğunlukla Fransızca-Türkçe sözlükler, Edgar Allan Poe ve Shakespeare kitapları, bir de Hüseyin Rahmi’nin gizli romantikliğini dışa vuran ‘Rüzgar Gibi Geçti’ dikkati çekiyor.

 

İkinci kata çıkıldığında, karşılıklı duran çalışma odası ve yatak odasını görülüyor.Bolca ışık alan miniminnacık abanoz bir masa, iskemle, kesme kristalden yazı takımları var.Olabilecek en düzenli çalışma yeri burası olsa gerek. Duvarlarda aile fotoğrafları ve kendi yaptığı yağlıboya tablolar, raflarda Rus malı bir fotoğraf makinesi ve yere serilmiş şık kilim de etkileyici detaylardan. Yatak odası ise evin en büyüleyici bölümü. Sadece tek bir sebepten: Yatağın üzerine serilmiş gül rengi örtüyü, Hüseyin Rahmi kendi eliyle işlemiş meğer! Üzerinde titizlikle çalışıldığı çok belli.

Cam çerçevelerin ardında sergilenen onlarca danteli de yakından inceleyebilirsiniz. Evinin en şahane manzaralı odasını ise  arkadaşı Hulusi Bey’e vermiş Hüseyin Rahmi.Üçüncü katı; yani çatı katını.Muhteşem bir manzaraya sahip olan bu kat sanki bütün Heybeliada ayaklarınızın altındaymış hissiyatı veriyor insana. Umarız en yakın zamanda bakımı yapılır bu büyüleyici müze evinin.Çünkü bu şekilde bırakılmış olması ve sahip çıkılmaması  insanın içini acıtıyor.

İSMET İNÖNÜ KÖŞKÜ

Asıl adı Mavromatakis Köşkü olan, Refah Şehitler Caddesi, No:73’teki konak bugün, Türkiye’nin ilk başbakanlığını, daha sonra da Türkiye Cumhuriyeti cumhurbaşkanlığı yapmış olan İsmet İnönü’nün ailesi tarafından yönetilen İnönü Vakfı’na bağlı olarak müze olarak kullanılmaktadır. 

İsmet Paşa adıyla bilinen İsmet İnönü, bu konağı ilk olarak 1924 yılında, yazlık ev olarak kiralamıştır. İnönü ailesi evi, 1934 yılında 9,500 lira karşılığında satın almıştır; ev, kendilerine Atatürk tarafından hediye edilen mobilyalarla döşenmiştir. İsmet Paşa, 1937 Eylülünde eve yerleşmiş ve aynı yıl, burada, yeni başbakan Celal Bayar tarafından ziyaret edilmiştir. İsmet Paşa, Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı görevini yürüttüğü 1938-50 yılları arasında, maiyetini oluşturan görevlilerin sayısından dolayı, Florya ve Yalova’daki resmi yazlık konutlarda konaklamıştır; karısı Mevhibe Hanım ise yazlarının çoğunu, çocukları Ömer, Erdal ve Özden’le birlikte Heybeli’deki evde geçirmeyi tercih etmiştir.

İsmet Paşa, muhalefet partisinin başkanlığını yaptığı 1950-60 yılları arasında, yazlarının çoğunu, ailesiyle beraber Heybeliada’daki bu evde geçirmiştir; bu dönemde, İsmet Paşa’nın sahilde yaptığı kısa gezintilere kasaba halkı da eşlik eder, İsmet Paşa, kasabanın gençleriyle beraber iskeleden denize çivileme atlardı. Başbakanlığının ikinci dönemi olan 1961-65 yılları arasında da programının elverdiği zamanlarda ve görev yapmadığı yaz aylarında yine Heybeliada’ya giderdi.

 

İsmet İnönü’nün 25 Aralık 1973’te Ankara’da, seksen dokuz yaşında ölmesinin ardından Heybeli’deki ev birkaç yıl kapalı kaldı; fakat daha sonra Mevhibe Hanım, yazlarını Heybeli’deki eve komşu bir evde geçiren oğlu Erdal ve onun eşi Sevinç’le beraber, ara sıra bu eve dönmüştür. En sonunda ise aile, evin, vakıf bünyesinde bir müze olarak korunmasında ve İsmet Paşa’nın buraya ilk olarak yerleştiği 1937’deki haliyle, Atatürk’ün hediye ettiği mobilyalarla kalmasında karar kılmıştır. Ziyaretçiler, müzede, çeşitli eşyalar, resimler ve İsmet Paşa’nın kamu ve aile yaşantısıyla ilgili anı eşyalarını görebilir.

 

Evin bahçesi, Adalar Müzesi’nin açık sergi alanı olarak kullanılmaktadır. Bahçede yaz aylarında konser, çocuk ve sanat atölyeleri, film gösterimleri gibi külturel etkinlikler yapılmaktadır.

PERİLİ KÖŞK

Muhteşem manzarası,huzur veren sakinliği ve özel detaylarıyla Perili Köşk misafirlerini bekliyor. otelin sahibi Doğan Olguner, Perili Köşk’ün hikayesini Otel sahibi Doğan Olguner anlatmış;Mimar Ekrem Olguner, 1952 yılında Heybeliada Sanatoryum‘unu (Akciğer Hastalıkları Hastanesi) inşa ederken aldığı arazi üzerine, hastanenin inşaatından kalan zamanlarında şu an “Perili Köşk” olarak faaliyet gösteren evi yapmış. Başlarda yazlık olarak kullanılan eve, ailede yaşanan kayıplar nedeniyle uzun yıllar gidilmeyince bina, neredeyse kullanılamaz bir hale gelmiş.

Ve Heybeliada çocukları bu eve ‘’Perili Köşk” adını vermişler. Ekrem Olguner’in oğlu Doğan Olguner’in evi defalarca yaşanabilir hale getirme çabaları sonuç vermeyince, Doğan Bey’in oğlu, Ozan Olguner, ailesine evi otele çevirmenin daha doğru olabileceğini söylemiş. Ve otel için gerekli olan izinleri almaya başlamış. Kardeşi Can Olguner ile birlikte tadilata başlayan Ozan Bey, konu otel için isim bulmaya gelince yıllar önce çocukların evleri için taktıkları “Perili Köşk” isminin uygun olabileceğini düşünmüş.

Heybeliada’daki Perili Köşk 5 oda ile hizmet veriyor. Buranın bizi etkileyen özelliği ise evcil hayvanlarınızla gönül rahatlığıyla kalabilmeniz.Her odası, deniz veya orman manzarası gören bu otel, aynı zamanda birçok değerli müzisyene de ev sahipliği yapıyor.

Yakın ve uzak bir tatil kaçamağı yapmak isterseniz işte size harika bir alternatif.

Sedefadası

Adalar’ın yerleşime açık olan en küçük adasıdır. 1300X1100 metre büyüklüğündedir. Üzerindeki bitki örtüsü uzaktan bakıldığında sedefe benzetildiği için Sedefadası adı verilmiştir. Eskiden tavşanı bol olduğu için Tavşanadası adı da kullanılmıştır. Adada iki plaj vardır.

Club Ada Sedef

İstanbul’daki Prens Adaları içinde en nezih ada olan Sedef Adası; yazın eğlence sektöründe Boğaz’a rakip olmaya başladı. Bu rekabet, bu sezon açılan CLUB ADA SEDEF ile daha da artacak. İstanbul’un ve Sedef Adası’nın en yeni mekanı CLUB ADA SEDEF, plaj,

yeme-içme ve eğlence keyfini bir arada sunuyor.

CLUB ADA SEDEF, yeme-içme ve eğlence sektörünün en deneyimli ve en tanınmış isimlerinden biri olan Aydın Samanlı ile genç işadamları Emay İnş. A.Ş Yönetim Kurulu Üyesi, Kentplus ve Brandium markalarının sahibi Burak Gören, Fatih Uğuz ve Habil Gürsoy ortaklığıyla kuruldu. Plaj, restoran-bar ve kulüp bölümlerinden oluşuyor. Plaj; pırıl pırıl bir denize ve geniş kapasiteli bir sahile sahip. Plajda gün boyu yeme-içme servisi veriliyor. Güneşlenirken bir şeyler atıştırmak veya içkisini yudumlamak isteyenlere çok özel yiyecekler ve kokteyller servis ediliyor. Restoran-barı, adanın dokusuna uygun taş bir binada İstanbulluları ağırlıyor. Çok sıcak ve samimi bir ambiyansı olan restoran-bar 200 kişilik kapasiteye sahip. Restoranın mönüsü Akdeniz mutfağının en özel lezzetleri ve deniz mahsullerinden oluşuyor. Restoranın plaj için de özel bir mönüsü bulunuyor. Restoran-barı gece olunca bir kulübe dönüşüyor.

Aynı zamanda bir de Rum meyhanesi bulunuyor. Denize sıfır konumlanan Rum meyhanesinin başında ise Theo bulunuyor. Rum meyhanesi ve eğlencesinde en önemli isimlerden biri olan ünlü şarkıcı Fedon’un oğlu Theo, bu yaz sedef’te müdavimlerini ağırlayacak.

200 kişilik düğün, davet ve parti organizasyonları için de İstanbullulara hizmet verecek. Kokteyl porolonge konseptinde ise 300 kişilik organizasyonlar gerçekleştirilebilecek.

dfot

 

Burgazada

İstanbul adalarının en mütevazısı Burgazada, martı seslerinin yankılandığı sokakları, yazarlara ilham veren kırları ve zarif köşkleriyle huzurlu bir liman arayanları bekliyor…

Burgazada’da

Huzur ve renk

Diğer adalara nazaran daha az bilinen ve tercih edilen Burgaz’ın sakinliği, doğallığı ve eşsiz manzarası bir başkadır. Adaya ayak bastığınızda size en sıcak karşılamayı önce martılar ve kediler yapar. Sonrasında ise iskele meydanında mezeleri ile meşhur restoranlar muazzam kokularıyla aklınızı başınızdan alır.

 

Adayı gezdikten ve yorgunluk sarhoşu olduktan sonra da Ada’nın en meşhur dondurmacısı ile günü büyük bir keyifle noktalayabilirsiniz. Geri dönmek için hazırlanmaya başladığınızda ise içiniz burkulur ve bu huzuru hiç terk etmek istemezsiniz. Bahar Mahmure Derviş ise bu terk etme duygusunu bir daha yaşamamak üzere yıllar önce buraya yerleşip, adayı sindire sindire yaşamaya karar verenler arasında.

Hayatını dolu dolu yaşayan, her dakikasının kıymetini bilen huzur dolu ve inanılmaz hikayeler biriktiren Bahar Derviş Hanım evinin kapılarını Bast Home için açtı. Evin yolunu tutuyoruz ve bir kez daha Burgazada’ya aşık oluyoruz. İnanılmaz bir huzur eşlik ediyor bize. Sessizliği ne kadar özlediğimizi fark ediyoruz o an. Ve öğreniyoruz ki bu adada fayton atları genelde serbest dolaşırmış, eğer evlerin kapısı açık unutulursa bahçede  bir atla karşılaşma olasılığı çok yüksekmiş meğer. Bunu duyunca özellikle Büyükada için temennide bulunduk; en kısa zamanda şartlar değişip de buradaki atlar kadar özgür olabilsinler diye. Ve biraz yokuş çıktıktan sonra bizi bahçesinde çiçekler içinde karşılayan Bahar Hanım ile merhabalaştık ve bize ‘’Adalı” olmanın ne demek olduğunu anlattı.

‘Çocukken aile ile beraber adalarda büyümek ayrı, bir de seneler sonra ada hayatını tercih edip bunu yaşam biçimi haline getirmek ayrı. Ada hayatını tercih ettiyseniz bir kere kendinizi disipline etmeniz şart! Planlı ve programlı olmalısınız ki vapur saatleri programınızı alt üst etmesin.Onun dışında adada iseniz zaten tek yapmanız gereken bu hayata ayak uydurmanız. Unutmayın şehirdeki yaşantınızı buraya adapte etmek değil amaç aksine teslim olmak ve bir bütün halinde yaşamak’ diyor Bahar Hanım. Son 15 yılını Burgazada’da yaşadığını ve artık İstanbul’a yalnızca öğrencileri için gittiğinin altını çiziyor. Tam anlamıyla bir adalı Bahar hanım. Hatta öyle ki tatil tercihini de başka ülkelerin adalarına kaçmaktan yana kullanıyor. Kendi yaşadığı evin bahçesi görülmeye aslında yaşamaya değer diyebiliriz. 20 çeşitten fazla çiçek var bu bahçede.Ve her birine öğle bağlı ki kimseye teslim edemiyormuş.Gittiği yerlerden en nadide çiçekleri bile bu bahçeye taşıyormuş.Tüm bahçe bakımını bizzat kendi yaptığının altını çiziyor ve ekliyor, ‘Her bitkinin bakımı ve ihtiyacı apayrıdır. İşin en keyifli tarafı ise bunca çeşidin içinde her mevsimi bir başka yaşıyor olmanız. Bu bahçede her mevsimde farklı bir çiçek açar ve bahçe kendini yeniler. Öyle muazzam bir oluşuma şahit olursunuz ki bahçeniz adeta masalsı bir görünüme bürünür.’

Sohbet sırasında bir diğer öğrendiğimiz şey ise bu evin bulunduğu yerin Reşat Paşa Köşkü’ne ait olduğu. Sonrasında ise bu köşk kızları arasında bölüştürülmüş meğer.

Bahar hanım’ın bu evi nasıl seçtiği ise onun seneler evvel yaşadığı bir anıda gizli. Bu hikaye şimdilik bizde saklı kalsa da bir kelebeğin insanın hayatını değiştirebildiğini söyleyebiliriz. Evin her köşesi başka hikayelerle, başka anılarla dolu. Her objenin kendine ait bir hikayesi var. Evin içi o kadar sıcak detaylarla tamamlanmış ki kendinizi hiç de misafir gibi hissetmiyorsunuz.Evin başrolü ise şüphesiz kelebekler.Ancak mavi renk, melek figürlü detaylar ve antika objeler de arka planda kalmıyor. Bir oda bir salon olan bu ev son derece kullanışlı dekore edilmiş. Yazlık kışlık olarak kullanılan bu ada evinin her köşesi rahatlığa ve huzura işaret ediyor. Salondan bağımsız, kitabınızı alıp okuyacağınız bir alan dahi oluşturulmuş. Pencerelerden baktığınız bahçe manzarası ise görülmeğe değer. Kendinizi hem dağ evinde, hem de bir ada evinde hissedebileceğiniz nadir yerlerden anlayacağınız. Salondan verandaya açılan bir çıkış var ve Bahar Hanım’ın yine kendi yarattığı; Burgazada hatırası köşesi bulunuyor. Bu eve her gelenin mutlaka bu bölümde bir fotoğrafı ve hatırası olurmuş. Biz de es geçmiyor ve hemen bir hatıra fotoğrafı çekiyoruz elbette. Bahar hanımın hoş sohbeti ve samimiyeti  ile harika geçen bir günün ardından vapura biniyoruz ancak herkes gibi içimiz buruk bir şekilde terk ediyoruz adayı.Tez zamanda yeniden ziyaret etmek üzere…

SAİT FAİK

ABASIYANIK

MÜZESİ

Türk edebiyatının usta isimlerinden Sait Faik’in uzun yıllar yaşadığı tarihi köşke uğramadan yapılan bir Burgazada gezisi eksik kalır. Ada günlerinden geriye ölümsüz eserlerden oluşan paha biçilmez bir miras bırakan yazarın hayatının son yıllarını geçirdiği ev günümüzde bir müze. Güzel bir bahçe içerisinde yer alan köşkte yazarın el yazmaları, fotoğrafları, mektupları, kitapları ve kişisel eşyaları sergileniyor.

AYA YORGİ

KLİSESİ

17. yüzyılda yapıldığı sanılan manastır, Cennet Yolu’nun altındaki yamaçta inşa edilmiş. Üç katlı ve dikdörtgen planlı taş bina, 1920’li yıllarda Beyaz Ruslar tarafından da kullanılmış. Manastırın yukarısındaki çam ağaçlarıyla kaplı düzlükteki kilise ise 19. yüzyıl tarihli. Kilisenin içi ise resimler ve ikonalarla dolu bir müze gibi. Dekorasyonda kullanılan gümüşler ve ahşap oymalar ilginç.

KALPAZANKAYA

İskeleden yarım saatlik bir yürüyüşle, faytonla ya da gezi tekneleriyle ulaşabileceğiniz Kalpazankaya, adanın görülmeden geçilemeyecek yerlerinden biri. Püfür püfür rüzgârlarıyla yazın sıcağını hiç hissettirmeyen bu güzel doğa parçasının bir tarafı ormanla, diğer tarafı denizle çevrili. Hemen aşağısındaki küçük koy, güneşlenmek ve denize girmek için ideal. Civardaki kır gazinolarında ise balık ve kuyu kebabı çok lezzetli.

 

HRİİıSTOS TEPESıİ VE MANASTIRI

Bizans manastırı olan Theokoryphotos (Hz. İsa’nın Başkalaşımı), adının da söylediği gibi, Hristos (İsa) Tepesi’nin zirvesinde yer alır. Bizans kaynaklarınca doğrulanmamış olmamakla beraber, söylenceye göre, manastır Makedonyalı İmparator I. Basil tarafından (tks 867-86) bir antik Yunan tapınağının kalıntıları üzerine kurulmuştur.

18. yy.ın sonunda ise manastır terk edilmiş, bir harabe haline gelmiştir. Manastırdan günümüze, eski manastır bölgesinin çeşitli yerlerine dağılmış, önceki yapılara ait harabeler ve mimari kalıntıların yanı sıra, 19. yy.da yapılmış bir kiliseyle 18. yy.da inşa edilmiş iki katlı bir yapı kalmıştır. Manastır bölgesi girişinin içinde, çok güzel oyulmuş dört Bizans sütun başını da içeren bir dizi antik mimari kalıntısı bulunur.

Manastır yöresinin sınırları içinde bugün bile hâlâ yağmur sularını toplayan dört adet kocaman, kemerli yer altı sarnıcı bulunuyor.

Tepeden seyredilen manzara harikadır: Bütün Adalar ve Asya sahilleri görülebilir. Rumlar ve diğerleri hâlâ, Hz. İsa’nın Başkalaşımı’nın panigirisini (o yerdeki kiliseye adını veren azizin anısına yapılan şenlik) hatırda tutmak üzere 6 Ağustos’ta kiliseye geliyorlar; bu olay eskiden, tepenin zirvesinde müzik ve danslarla kutlanırdı.

Rum mezarlığı, manastır bölgesinin hemen yukarısında. Mezarlıktaki minik kilise, tapınakları hep tepelerin zirvesinde kurulmuş olan Hagios Profitis İllias’a adanmıştır.

KINALIADA

Krikor Lusavoriç Kilisesi

Ada nüfusunda önemli bir payı Ermeniler oluşturmaktadır. Gregoryen kilisesi sahil yolunda yer almaktadır. Prens adaları içerisindeki tek Ermeni kilisesi olma özelliğine sahiptir. 1857’de kurulmuştur ve 1988’de yeniden inşa edilerek bugünkü halini almıştır. İçerisinde ortaçağ taş oymacılığının güzel örneklerini içeren panolar bulunmaktadır.

KINALIADA CAMİİ

Kınalıada’da yaşayan müslümanların isteği ile modern bir  camii yapılmıştır.Üçgen çatısı, kesik yivli minaresi ve zikzaklı yedigen bir poligon oluşturan ana binasıyla Kınalıada Camii, İstanbul’da örneği bulunmayan modern bir mimari üslup taşıyor. Deniz kenarındaki 450 metrekarelik bir alan üzerine kurulu ibadethanenin avlusunda, şadırvan, cemaat odası, sağlık merkezi, gasilhane ve su sarnıcı bulunuyor.

DÖNÜŞÜM MANASTIRI

Dönüşüm Manastırı, Manastır Tepesi’nin üstündedir. Bu manastır aynı isimdeki Bizans manastırının yerine kurulmuştur. Bu manastırın bazı mimari kısımları katholikon yani keşiş manastırının içine yerleştirilmiştir, diğerleri ise araziye yayılmış durumdadır. Türklerin fethinden sonra manastır yıkılmaya başlamış ama sonra 1722’de İstanbul’da iş yapan Sakızadalı bir grup zengin Yunanlı tüccar tamamen onarımını üstlenmiştir. Bu tüccarlar Bizans katholikonunun yerine yeni bir kilise inşa ettirmiş ve yanına Aziz Paraskevi’ye adanmış bir şapel eklemişlerdir. İconostasis ve piskoposluk tahtı ağaç oymacılığının güzel eserlerindendir. Özgün katholikondaki Bizans ikonları İstanbul’da Rum Ortodoks Patrikhanesi’nde korunmaktadır. Şimdiki kilisenin ikonları Rus yapımıdır ve 1723’te Patrik III. Jeremias’a Çar Büyük Petro tarafından yollanmıştır.

RUM ORTODOKS PANAYİA KİLİSESİ

Adanın doğusunda yer alır ve Bizanslı tarihçiler tarafından bu manastırın İmparator V.Leon’a (813-820) kadar yaşadığı kabul edilir. Temel kazımı sırasında şamdanlar, zeytinyağı elde etmeye yarayan aletler, büyük mermer parçaları ve yazılı sütunlar ortaya çıkmıştır.

SİRAKYAN İKİZ EVLERİ

Ali Baran Meydanında bulunan Sirakyan İkiz Evleri Osmanlı döneminde mesken olarak kullanılmak için inşa edilmiştir. Üç katlı ahşap yapılardır ve Kınalıada’nın simgelerindendir.

 

dfot

Avli Suites

Girit’teki bu malikane 1530 yılında inşa edilmiş. Frenkler, Osmanlılar, Yunanlılar, Venedikliler ile zamanda yolculuk yapmış. Şimdi bu duvarların arasında geçmişten gelen fısıltıları dinlemek, Girit geleneklerini tanımak ve deneyimlemek için Avli süitlerine davetlisiniz.

Avli’de oldukça misafirperver bir ekip var. Tarihe tanıklık edecek, büyülü anlar geçirecek ve aynı zamanda eşsiz lezzetleri deneyebileceğiniz bir yer. Süitlerin tarihi dokusu ile çarpıcı bir dekorasyonu kombine ederek, göz alıcı bir atmosfer yaratmak istemişler. Odaların büyüklüğü 33 ve 58 m2 arasında değişiyor.

Otelin yaratıcısı Katerina, çocukluğunda kalabalık ailesiyle yaşadığı neşe ve kahkaha dolu yazları, paylaşım dolu yemek saatlerini, misafirleriyle bu tatları, anları, sevgiyi paylaştıkları zamanların duygusunu Avli’de de konuklarına yaşatmak üzere yola çıkmış.

Otel 25 yıl önce 1987’de açılmış. Geleneksel Girit mimarisi modern lüks ve estetik ile birleştirilmiş. Tamamen süitlerden oluşan otelde organik malzemelerle geleneksel ve çağdaş lezzetleri buluşturan restoranlar, 400ün üzerinde çeşit barındıran şarap mahzeni, geleneksel ürünlerin satıldığı market bulunuyor. Yedi süitten birini seçip, taze meyvelerle karşılandığınız otelde, taş söşemeli terasta kale manzarasını seyrederken 15.yy atmosferini yaşayacak, tüm ihtiyaçlarınızın karşılanacağı konforun tadını çıkaracaksınız.

 

dfoit_mayis

 

DOĞAYA,YARATICILIĞA VE ŞEHİR KÜLTÜRÜNE AİT ARADIĞINIZ NE VARSA HEPSİ BU ÇATI ALTINDA

Batı Berlin’de yer alan, Design Hotels üyesi Otel Bikini Berlin 2013 kışında açıldı. İç dekorasyonunun tasarımı Studio Assliyer tarafından gerçekleştirildi. 149 odaya sahip otel büyük şehir ve jungle konseptinin bir arada uygulandığı oldukça eğlenceli bir tasarıma sahip. Werner Assliyer ve ekibi tarafından dizayn edilmiş. 100 kişilik bir konferans salonuna, geniş bir roofu, zengin bir mutfağı olan lezzetli bir restoranta ve hayvanat baçesi manzarılı bir saunaya sahip. Oteli eğlenceli kılan detaylardan biri de XL odalarda kişisel bisikletler bulunması.

Odalarda kent ve orman yaşamından alınmış ilhamın yansıdığı tasarım detayları birbirine tezat bu kavramlar büyük bir ustalıkla harmanlanmış genel konseptte. Çağdaş insanın tüm ihtiyaçlarını karşılayacak teknolojik yeniliklere uyum sağlayan donanımlar kullanılmış odalarda. Otelin odalarının gecelik fiyatları 110EUR’dan başlıyor. Oteli ziyaret etmek isteyeceklere şimdiden söyleyelim: 1000m2’lik yazlık teras, DJ’in sürekli bulunduğu bir lobi renkli atmosferin diğer bütünleyicilerinden.

Otelin Batı Berlin’deki bu binası, döneminin ikonlarından, bu yüzden savaş sonrası tarih için önem teşkil ediyor. Çevresinde büyük bir park ve hayvanat bahçesi olması, mimari stüdyoya projeyi gerçekleştiren mimari ofise de yola çıkış için ilham kaynağı olmuş, konseptinin de belirleyicisi haline dönüşmüş bu doğa çevre demekte fayda görüyoruz.

Doğa ve şehir kültürünü harmanlayarak, “Urban Jungle” stilini oluşturmuşlar. 149 odanın yarısı, hayvanat bahçesindeki maymunların yaşam alanına bakıyor. Bu da otelin atmosferini daha da ilginç bir hale getiriyoruz.

Tasarımda genel olarak kullanılan doğal materyal ve renkler sıcak bir atmosfer yaratmış otelin genelinde. Otelin hayvanat bahçesine bakmayan diğer odaları Batı Berlin’in meşhur “BREİTSCHEİD” meydanına ve “Kaiser Wilhelm” kilisesini görüyor. Bu doğal ve kültürel manzara otelin konseptinin ayrılmaz bir parçası olarak konumlandırılmış odalarda. Şunu da unutmadan belirtelim ki, odalarla daha keskin Berlin’in yaratıcı tarafını da vurgulayan daha şehirli bir ruh da yaşatılmak istenmiş. Yaratıcılık, doğa ve şehir kültürü kavramları bütün otel genelinde doğal bir ahenkle ve sırayla kendini gösteriyor demek otelin konseptini özetleyecek en doğru cümle olacaktır kanısındayız.

Adeta 21. yüzyıl insanın ihtiyaç duyacağı tüm ilham bu duvarların arasına özenle yerleştirilmiş. Son bir not: Terastaki restoran çok özel mutfakları içeriyor, konumu ve sunduğu lezzet ile sadece konukları değil herkesi buraya çekiyor.

dfoit_mayis

dfoit_mayis

 

TARİHİN KUCAĞINDA BÜYÜLÜ BİR ATMOSFER:

THE MARMARA ESMA SULTAN

Adını 32. Osmanlı Padişahı Sultan Abdülaziz’in kızı Esma Sultan’dan alan yalı, tarih içinde birçok olaya ve kişiye tanıklık etmiş…Sultan Abdülaziz’in kızı Esma Sultan, 1873 yılında Dolmabahçe Sarayı’nda dünyaya gelmiş. 3 yaşındayken babası tahttan indirilen Esma Sultan, yetiştirilmek üzere Abdülhamit’in Yıldız Sarayı Haremi’ne alınmış. 16 yaşına geldiğinde zamanın önemli devlet adamlarından Çerkes Mehmet Paşa’yla evlendirilmiş ve Ortaköy Camii’nin yanında bulunan yalı Esma Sultan’a düğün hediyesi olarak kendisine verilmiş.

Esma Sultan’ın ölümü üzerine, II. Abdülhamit yalıyı 1899 yılında kızı Cemile Sultan’a vermiş. Cemile Sultan öldükten sonra ise kızı Fatma Hanım Sultan’a kalan yalı, 1915 yılında Osmanlı saray hanedanının mülkiyetinden çıkmış. 1918 yılından itibaren Rum okulu, 1922 yılından sonra da tütün deposu olarak kullanılmış. 1950’lerde ise birkaç defa alınıp satılmış sırasıyla marangozhane ve depo olarak kullanılmıştır. Bina 1975 yılında büyük bir yangın geçirmiştir.

The Marmara Collection, 90’lı yılların başlarında Esma Sultan Yalısı’nı satın almış ve orijinal planına sadık kalarak binaya yeni bir kültürel kimlik kazandırmıştır. Bu çalışma kapsamında 2001 yılında Philip Robert’in projesi doğrultusunda cam ve çelik kullanılarak binanın içi yeniden yapılmıştır ve o tarihten beri yalı, yılın tamamında açık olacak şekilde hizmet vermeye başlamıştır.

Boğaz’ın kıyısı Ortaköy’de, tarihin izlerini taşıyan The Marmara Esma Sultan, eşsiz manzarası, yemyeşil bahçesi, farklı iç mekanı, The Marmara’nın muhteşem lezzetleri ve hizmet kalitesiyle kusursuz organizasyonlara ev sahipliği yapıyor… Ve gururla İstanbul Boğazının siluetine gizemli bir hava katmayı sürdürüyor.

Esma Sultan Yalısı, The Marmara Collection tarafından tarihi dokusu zarar görmeden adeta yeniden hayata döndürüldü. Turizm alanında dünyanın “en iyilerine” verilen “Five Star Diamond Award” sahibi olmanın tüm ayrıcalığını hissettiren The Marmara Esma Sultan, 2001 yılından bu yana davet, konser, şirket yemeği, toplantı, organizasyon, düğün gibi etkinlikler için özellikle tercih edilen, seçkin bir mekan olarak misafirlerini ağırlıyor…
dfoit_mayis

dergi_format_mart

 

The Haze Karaköy konforunda tarihin dokusu

 

Karaköy’de limanın yanı başında yer alan The Haze Karaköy, turizmin ve eğlencenin çekim merkezinde, tarih kokan etkileyici yapısıyla dikkat çeken yeni bir butik otel. Toplam 44 odası bulunan The Haze Karaköy, misafirlerine standart oda seçeneklerinin yanı sıra boğaz ve Galata Kulesi manzaralı penthouse suitleriyle farklı konaklama deneyimi sunuyor.

Turizmin ve eğlencenin çekim merkezi haline gelen Karaköy, son dönemde milyon dolarlık yatırımlarla hayata geçen yeni otel projeleri, yeni açılan lezzet adresleri ve sanat galerileriyle adından söz ettiriyor. Karaköy’ün merkezinde, limanın yanı başında yer alan The Haze Karaköy, geçtiğimiz Nisan ayında tekstil ve dış ticaret kökenine sahip, uzun süredir birbirlerini tanıyan Faruk Kiper, Abdullah Zaimoğlu, Faruk Ariti ve Kaan Kasacı’nın ortaklığında açıldı ve Genel Müdürlüğünü Efe Özkil’ in yaptığı bu şık otel; Karaköy İnşaat ve Turizm AŞ tarafından işletiliyor.

Mimaride neoklasik üslup

The Haze Karaköy’ün mimari projesi, GB Mühendislik’e ait. The Haze Karaköy, Karaköy’de geçmişte bir dönem fırın olarak kullanılan Keçeli Han ile hemen bitişiğinde, girişi 4.60 m olan tavan yüksekliğine sahip, Neoklasik üslupta anıtsal betonarme mimarlığın bir örneği olan ve 1930’lu yıllarda makara fabrikası olarak kullanılan tarihi binanın mekansal birleşiminden oluşuyor. Makara fabrikası olarak geçmişte faaliyet gösteren tarihi binanın pencere boşlukları altındaki çerçeveler ve pencereler arası düşey silmelerle bir art deco etkisi oluşturulmuş. Zemin kat üzerinde bulunan balkon, yine bir dönem yaygın olarak görülen ‘hitap balkonu’ geleneğini sürdürüyor ve aynı zamanda girişi vurgulayan bir saçak görevi görüyor.

Mekanlarda kullanılan tüm mobilyalar ve dekoratif görsel elementler butik konsept otel için özel olarak tasarlanmış. Malzeme seçimi ve aydınlatma çözümlerinde ise mekanı ferahlatıcı, yumuşak, dinlendirici bir tarz tercih edilmiş. Özellikle giriş katındaki eski Türk mimarisinde kullanılan geometrik ve kırık formlar ise butik otelin çevresindeki bölgesel dokuyla bağ kurması amacıyla tasarlanmış. Buna ek olarak, katlar arasında cam asansörle dolaşırken duvarlara dijital baskı olarak İstanbul’un sembolik grafik görselleri kullanılmış.

 

Penthouse suitleriyle
farklı bir konaklama deneyimi

Toplam 44 odası bulunan The Haze Karaköy, misafirlerine standart oda seçeneğinin yanı sıra, deluxe, superior, family oda seçenekleriyle birlikte boğaz ve Galata Kulesi manzaralı penthouse suitleriyle farklı konaklama deneyimleri sunuyor. Odalarda kullanılan televizyonlardan klimalara, duş başlıklarından banyoda ve odalarda kullanılan tüm malzemelere kadar her şey son teknoloji ürünlerden oluşuyor. Otel, butik bir konsepte sahip olsa da müşteri memnuniyeti anlayışıyla misafirlerine odalarında özel masaj hizmeti verebiliyor. Bunun yanı sıra ön büro çalışanları, misafirlerin dışarıda geçirecekleri zamanlarını en iyi şekilde değerlendirmelerine yardımcı olacak donanıma ve bölgesel bilgiye sahip.

 

ÖZGÜN LEZZETLERE EV SAHİPLİĞİ YAPIYOR

The Haze Karaköy’ün eskiden fırın olarak hizmet veren binasına özdeş olarak Portekizce ‘fırın’ anlamına gelen Forneria Restaurant, otelin giriş katında hizmet veriyor. Arda Türkmen’in iki ay önce taş fırında pişen pizzaları ve küçük potlarda fırında uzun pişen lezzetli yemekler sunmak üzere kurduğu yeni mekanının hiçbir yere benzemeyen, kendi özgü karakteristik bir atmosferi var. Basit, gündelik, sade bir yandan da güzel ve şık bir akşam yemeğine ev sahipliği yapabilecek bir mekan olarak tanımlanabilir.
Otelin en üst katında yer alacak olan boğaz manzarasına rahip restoran ise İtalyan Mutfağı’ndan örnekler sunacak. Şefliğini Alp Çekici’nin yapacağı restoranının en büyük özelliği, İtalya’dan getirilen özel taş fırını. Caserol ve güveçlerde yapılan uzun sürede özel taş fırında pişirilen yemekler ve pizzalar spesiyaller olarak öne çıkacak. Ayrıca ilerleyen dönemlerde Türk Mutfağı üzerine, konuklara özel workshop çalışması yürütme planı da mevcut.

 

Zincir olmayı hedefliyor

Özellikle internet üzerinden satış gerçekleştiren The Haze Karaköy, büyük tur operatörleri, transfer konusunda deneyimli acenteler aracılığıyla konuklarıyla buluşuyor. Otelde bulunan toplantı salonu ise, büyük şirketlerin The Haze Karaköy’ü seçmeleri için önemli bir kriter oluyor. Otel misafirlerinin büyük bölümü Avrupa’dan geliyor. Almanya ve İsviçre başta olmak üzere İngiltere, İtalya ve Fransa misafir portföyünün önemli bir kısmını oluşturuyor. İstanbul ve Türkiye’nin değişik destinasyonlarında yatırım çalışmalarına devam eden Karaköy İnşaat ve Turizm AŞ, ilerleyen dönemlerde büyümeyi ve zincir marka haline gelebilme hedefiyle çalışmalarını sürdürüyor.
www.thehazeistanbul.com

 

dergi_format_mart

dfoit_subat

 

 

Modern Tarih ile Yaklaşan Uzakdoğu

Daha önce hiç bulunmadığınız, aklınızı başınızdan alan bir ülkeye gittiğinizde, yepyeni yaşam şekilleri görür, bunları zihninize kazımak ister, dönerken evinizde sergilemek istediğiniz objeleri bavulunuza tıka basa doldurup dönersiniz. Ama her seferinde eksik kalan, nasıl taşıyacağınızı bilemediğiniz o büyük güzel parçalar olur.   Modern Tarih tam da bu parçaları bulmak için karşınıza çıkmış eşsiz bir fırsat .  Ticari olarak üretilmemiş yerel kültürlerin kimliklerini en orijinal ve saf hali ile yansıtan, antik  değere sahip özel objeleri, sanat eserlerini ayağımıza kadar getiren bir dünya markası tam anlamıyla. Dolayısıyla, mekanlarında eklektik ve koloniyel dekoratif üslubu seven kişiler için tam anlamıyla biçilmiş kaftan.


Çukurcuma’ nın, belki de İstanbul’ un, tarihi yapısına sadık kalmış İtalyan mimarisine özgü tarzı ile, dönemsel tarihi dokuyu en güzel yansıtan yerlerinden olan Faik Paşa Yokuşu üzerindeyiz. 250 yaşındaki tarihi bir yapıyı kendine mesken edinen Modern Tarih showroomu; keşif amaçlı seyahate düşkün, dünya kültürleri ile iç içe yaşamayı arzulayan sanat ve tasarım severler için uğranması  adeta mecburi bir durak noktası.

 

Markanın sahibi Davit Meşulam,  Amerika’da başladığı, uzun yıllardır sevgi ve büyük bir tutku ile yürütmüş olduğu antika keşif işini , işten  çok bir yaşam tarzı olarak benimsemiş biri. Mağazasının tadilatı ve dekorasyonu sırasında ise seçici ve titiz bir çalışma yürütmüş bu nedenle. Mekanın restorasyonu ve yenilenme sürecinde bilfiil çalışmış yer çalışmış. Dünyayı dolaşarak özenle seçtiği ve geldiği toprakların yerel kültür, gelenek ve yeteneklerini yansıtan, 19yy ve erken 20yy. dönemlerine ait antik parçaları, tarihi binasının çıplak beton ve tuğla zeminli yüksek tavanlı bu mekanında, dramatik bir aydınlatma eşliğinde müze kalitesinde sergilemeyi tercih etmiş. Seyri müthiş keyifli olan tüm dekoratif unsurlar ve ayrıcalıklı düzenlemesi ile mağaza, ziyaretçilerine adeta hızlı ve yoğun bir dünya turu yapma olanağı sunuyor.

 

Modern Tarih’te, Afrika ve Asya kıtalarındaki çeşitli ülkelerde bulunmuş, doğal malzemeler kullanılarak el işçiliği ile üretilmiş değerli objeler ve  birbirinden özel sanat eserleri zarif  ve titiz bir çalışmayla bir araya getirilmiş.  Mağazada sergilenen her bir parça, bundan sonra  yer alacakları mekanlara  manevi derinlik ve sofistike bir dokunuş katma özelliğine sahip demek yanlış olmaz bu nedenle.

 

Çinli taş askerlerden, kutsal Buda heykellerine, el yapımı papirüs kağıt üzerine çizilmiş kök boyalar ile renklendirilmiş imparatorluk aile tablolarına, Afrika yerlilerinin geleneksel ritüellerinin en önemli parçaları olan el yapımı masklardan, Uzakdoğu mobilya geleneğinin uyumlu tamamlayıcı parçalarından olan seramik ve ahşap taburelere, rengarenk kap, küp ve vazolardan, metal kilitli sandık formlu geleneksel Çin dolaplarına geniş bir ürün yelpazesi mevcut.

 

Tarihi binalardan çıkma ve el oymacılığının en güzel örneklerinin sergilendiği antik kapılardan, çatlak sırlı antik Çin porselenlerine, el oyması desenli mermer tabak ve kaplardan, boy boy kaligrafi fırçalarına, ahşap oyma oda bölmelerinden, sık dokumalı el yapımı rengarenk desenli antik halılara seçeneklerin neredeyse sınırsız sayıda çoğaltılabileceğini siz de fark edeceksiniz mağazayı gezdiğinizde. İçlerinde uzun yıllar çay kaynamış her evin ayrılmaz dekoratif ve lezzet objesi çaydanlıklar, baskı ve aplike desen teknikler ile tasarlanmış kumaşlar, Himalaya dağlarında şerpaların giydiği kar botları gibi çeşitli orijinal parçaları da Modern Tarih’ in koleksiyonunda rahatlıkla bulabileceğinizi belirtmek isteriz, özellikle meraklılara.

 

Davit Meşulam, bugün mağazasında sergilediği tarihi koleksiyonunun uzantısı olarak yeni bir kumaş ve aydınlatma koleksiyonu oluşturma çalışmalarına da start vermiş. Tüm bu yoğun koleksiyon oluşturma koşuşturmalarına paralel olarak , markanın kimliğini yansıtan dekorasyon proje çalışmalarını da koordine etmeyi sürdürüyor. Doğu ve batının buluştuğu bu keyifli marka, dünya kültürlerin sentezinden ortaya çıkmış temel yapısına ,her geçen gün eklediği yeni formlarla çizgisini başarı ile ilerilere taşımayı sürdürüyor.  Tarih, kültür, sanat ve dekorasyon meraklılarına duyurulur.

 

 

dfoit_subat

dfoit_subat

 

Kırmızı Kedi, 2008 yılında kuruldu. İlk yayınladığı kitaplar inceleme-araştırma, strateji, polisiye, edebiyat ve sinema kitapları oldu. 2010 yılıyla birlikte yayın yelpazesini genişleten yayınevi klasikler, çağdaş klasikler, Türk ve dünya edebiyatı, şiir, popüler kültür, edebiyat-inceleme, tarih, dinler tarihi gibi farklı türlerde yapıtlar da yayınlamaya başladı. Bunları 2011 sonunda çocuk kitapları izledi. Önemli dünya yazarlarının yapıtlarını nitelikli çevirilerle yayımlıyor, seçkin Türk yazar ve araştırmacılarının çalışmalarını özenle hazırlayıp okurlarla buluşturuluyor.

Türkiye’den İnci Aral, Haydar Ergülen, Hüsnü Arkan, Jale Sancak, Gonca Özmen, Tuna Kiremitçi, Sina Akyol, Enis Batur, Yalçın Doğan, Özcan Karabulut, Osman Şahin, Soner Yalçın, Doğan Yurdakul, Cem Gürdeniz, Nihat Genç, Orhan Koloğlu, Uygar Şirin, Müyesser Yıldız gibi önemli isimler, Kırmızı Kedi Yayınevi’nin yazarları arasındadır.

Bu isimlere, hem ilk yapıtlarıyla genç yazarlar hem de Şükrü Erbaş gibi şiir sanatının seçkin ustaları katılmaktadır. Behçet Aysan’ın ve Metin Altıok’un bütün şiirleri de yayınevimiz tarafından yayınlanmaktadır.

José Saramago, Tahar ben Jelloun, Joyce Carol Oates, Necib Mahfuz, Yasmina Khadra, Asiya Cebbar, Umberto Eco, Gonçalo M. Tavares, Virginia Woolf, Pascal Mercier, Christa Wolf, Doris Lessing, Fernando Pessoa gibi dünya edebiyatının önde gelen isimleri de yayınevinin kataloğunda yer almaktadır.

İlk kitapevini Aralık 2010’da İstiklal Caddesi Tünel Meydanı’nda açan Kırmızı Kedi Mersin şubesini Mayıs 2012’de, İzmir şubesini ise Ocak 2013’te açmıştır.

2012 yılında Dünya Kitap Yılın Yayınevi ödülünü almıştır.

2013 Nisan ayı itibariyle 216. kitabını yayınlayan Kırmızı Kedi, yıl sonuna kadar bu sayıyı 260’a ulaştırmayı hedeflemektedir.

 

dfoit_subat