özgün

dfot

 

Frank Lloyd Wright

Dünyanın gelmiş geçmiş en önemli mimarları arasında olan Frank Lloyd Wright’ı okumak ve tanımak için mimar olmak şart değildir.  Wright’ın yaşama yaklaşımı ve düşünceleri, kendine yatırım yapan tüm görüşlere farklı bir bakış açısı katacaktır.

“Yaşım ilerledikçe yaşam benim gözümde daha da güzelleşiyor. Dünyanın güzellikleri, insanlara da geçip yansır. Güzelliğe budalaca sırt çevirenler sonunda onsuz kalırlar; yaşamları yoksullaşır. Ama güzelliğe akıllıca yatırım ya¬parsanız, onu tüm yaşamınız boyunca yanınızda, yörenizde bulursunuz.” Frank Lloyd Wright

 

Yirminci yüzyılın en üretken ve çok yönlü mimarlarından biri olan Amerikalı Frank Lloyd Wright  8 Haziran 1867’ de Wisconsin’de Richland Center’ da doğmuş, 9 Nisan 1959’ da Arizona’da Phoenix’ de ölmüştür.

Ortaöğrenimini Madison’ da 1883’ de tamamlamıştır. 1885-1887 arasında Wisconsin Üniversitesi ‘nde Mühendislik eğitimi sırasında ünlü tasarımcılarla çalışarak, profesyonel deneyim kazanmaya başlamıştır. 1887’de Chicago’ya gittikten sonra D.Adler ile L.H.Sullivan’ ın bürosuna yardımcı mimar olarak girmiştir. Planlama ve tasarım bölümü yöneticiliğine geldiği bu büroda 1893 ‘e kadar çalışmıştır. 1909’ da bir Avrupa turuna çıkmış, 1911’ de ülkesine döndükten sonra Wisconsin’ de serbest mimarlığa başlamıştır.

1912’ de bürosunun Chicago şubesini açmıştır.1915’ de Tokyo’ da yapacağı bir otel nedeniyle Japonya’ ya gitmiştir. 1920 ‘ye kadar kaldığı bu ülkenin sanatıyla ilgilenmiş ve ( bugün Boston Güzel Sanatlar Müzesi’ nde Spaulding Koleksiyonu adıyla saklanan ) baskı resimler toplamıştır. Ülkesine döndükten sonra 1928’ e kadar California’ da, La Jolla’ da kalmıştır. 1929’ da bürosunu Arizona’ daki Ocatillo’ ya taşımıştır. Ölümüne kadar Wisconsin ve Arizona’ da çalışmalarını sürdürmüştür.

70 yıldan uzun bir süre çalışmış ve 400’ü inşa edilen 1000 kadar bina tasarlayan, çeşitli tarzlarda çalışan, materyal ve mimari form kullanımında çok yaratıcı olan Wright karışık etkilerin bulunduğu bir ülkede mimarlık yapmıştır. O yıllarda Avrupa mimarlığından gelen özellikler, özgün birleşimlere ulaşamadan teknolojik ve endüstriyel ilerlemelerin etkisiyle yerleşimi yeni bir yaratma alanına, Chicago okulu adlı akımın kimi çağdaş mimarlık ilkelerini uygulamaya başladığı gökdelen mimarlığına bırakmıştır. Bu akım içinde mimarlığa başlayan Wright, kendi özgün mimarlık anlayışını geliştirmiş, Chicago Okulu’ nun geri plana itilmesinden sonraki uygulamalarıyla, Le Corbusier, W. Gropius ve L. Mies van der Rohe ile birlikte 20. Yy mimarlığını en çok etkileyen dört mimardan biri olmuştur.

Wright yapılarıyla olduğu kadar düşünceleriyle etkili olmuş, mimarlığa ilişkin görüşlerini güçlü kalemiyle dile getirmiştir. Yapının bir ağaç gibi, yani yaşayan, organik, çevresi ve işlevleriyle uyumlu bir bütün oluşturmasını sağlayacak koşulların araştırılması gerektiğini söylemiştir. Kitaplarında ülkesine özgü özgürlük, demokrasi, iktisadi düzen ve toplumsal yaşama biçimlerini savunmuş, bunlara uygun bir mimarlığın oluşturulmasını istemiştir. Cam eşya, otomobil gibi endüstri tasarımı konuları üstünde çalışmış, bir süre de bir derginin kapağını hazırlamıştır.

Wright gerek çok sayıdaki uygulamaları, gerek düşünceleriyle 20. YY’ ın ilk yarısındaki en etkili mimarlardan biri olmuştur. 1910 yılında yapıtlarını Avrupa’ da tanıtan iki kitap, başta W.Gropius olmak üzere çağdaş mimarlığın önde gelen temsilcilerini etkilemiş, onların yeni düşünceler geliştirmesine yol açarak daha sonra Uluslararası üslup olarak adlandırılacak yaklaşımın ortaya çıkmasına neden olmuştur. Wright, bir okul gibi gördüğü işliğinde pek çok mimar çalıştırmış, düşüncelerini izleyen öğrenciler yetiştirmiştir.

‘Bir yapı yalnızca var olunacak bir yer değildir, bir var olma tarzıdır’ diyen ünlü mimarın mimarlık tarihine etkileri dokunmuş birkaç projesini inceleyelim:

 

William H. Winslow evi

River Forest, Illinois (1893)

Highland Park evi

Illinois (1902)

Şelale Evi (1936)

Johnson Wax apartmanı (1939)

Guggenheim Müzesi New York (1956-1959)

 

Wright, 2. Dünya Savaşı sonrasında ABD’nin kırsal yaşam yaygınlaşmasının ustası olarak görülmüştür.

İlk yapıtları; Özgün üslubuna ulaştığı 1900’ den sonra, adını ABD’ deki ağaçsız kırları anlatmada kullanılan prairie sözcüğünden ve Wright’ ın 1901’ de Ladies Home Journal’ da yayımladığı ‘’ A House in a Prairie City ‘’ ( Kırlık Yöredeki Bir Kentte Bir Ev ) adlı yazıdan alan bir dizi konut tasarımı gerçekleştirmiştir. Dışarı taşan saçaklar ve pencere dizileriyle yatay çizgileri vurgulayan bu konutlar, onun ilk önemli yapıları olmuştur.  Evlerin X, L ya da T biçimindeki planları çeşitli konut işlevleri arasında serbest bir mekan akışı sağlamaktadır. Bunlar yalın ve süslemesizdir. Aralarında Willits, Heurtley, Martin, Glasner, Coonley, Roberts,Gale ve Robie evleri en önemlileridir. Wright bu yıllarda konut dışında kalan işlevlerde beton kullanmaya başlamış, dışavurumcu bir anlayışla kullanılan yeni yapı gereçleriyle en az ‘’ prairie evleri ‘’ kadar etkili olmuşlardır.

 

dfot

 

Sanat Haberleri

 

Karma Sergi

START ‘Art within Reach’ vol.2

05 Haziran – 19 Temmuz

Gecen sene aynı tarihlerde ilkini düzenledigimiz ve buyuk ilgi goren START “Art within Reach” sergisi, farkli disiplindeki sanatcilarin isleri ile sanati daha ulasilabilir kilmayi amacliyor. Belirli bir fiyat araliginda, ozellikle genc sanatcilarin islerinden olusan sergide amac genc koleksiyonere ve sanatseverlere ulasmak; “sanatin yukardanligi” ve “ulasilamaz” oldugu konusundaki tabulari yikmak. Her sene duzenlemeyi arzu ettigimiz START, yaz mevsimini dinamik ve etkileyici islerle karsilamak icin guzel bir firsat.

 

Andy Warhol

Herkes için Pop Sanat

7 Mayıs – 20 Temmuz 2014

Pera Müzesi’nde “Andy Warhol: Herkes için Pop Sanat” sergisinde, Slovak asıllı Amerikalı sanatçının, Slovakya Modra’daki Zoya Müzesi koleksiyonundan derlenen 87 yapıtı arasında daha önce Türkiye’de sergilenmeyen serigrafi dizileri ve desenleri yer alıyor. 20. yüzyılda dünyanın sanata bakışını değiştiren, Amerikan kültürüne yeni bir boyut getiren ve döneme damgasını vuran sanatçılardan biri olan Andy Warhol’un (1928-1987) sergilenen eserleri arasında Campbell’s Çorbası, Kovboylar ve Kızılderililer, Tehlikedeki Türler, Çiçekler dizilerinin yanı sıra Mick Jagger ve Lenin gibi ünlü isimlerin portreleri de var.

Maik Armstrong

Lodos

21 Haziran – 21 Temmuz 2014

Bodrum, Gümüşlük Akademisi

Bodrum Gümüşlük Akademisi Vakfı, 21 Haziran – 21 Temmuz 2014 tarihleri arasında sanatçı Maik Amstrong’un Lodos adlı kişisel sergisine ev sahipliği yapıyor. Serginin küratörlüğünü ise Mehmet Kahraman üstleniyor. Güneybatıdan esen lodos rüzgarı, Maik Amstrong’un soyut yağlıboya çalışmaları ve fotoğraflarında bireyin değişkenliğine dair bir sembol oluyor. İstanbul Boğazı’nın sunduğu “Pollock-vari” anların izini süren sanatçı, şehrin kaotikliğini doğanın döngüselliğiyle ilişkilendiriyor. Bu ilişkinin orta yerindeki birey ise, güneybatı rüzgarının taşıdığı yorgunluğu ve mutsuzluğu bir şehrin şiddeti ile birlikte yaşıyor

PG Art Gallery

18- Haziran- 31Temmuz

Topoloji

Pg Art Gallery yeni sergisi ‘Topoloji’de dokuz sanatçıyı bir araya getirecek. Tayfun Akdemir, Ceyda Aykan, Basako, Kerem Ozan Bayraktar, Seçil Erel, Nilüfer Kozikoğlu, Devran Mursaloğlu, Özge Topçu ve Kemal Tufan’nın yer aldığı sergi, anlatısal bir temel yerine sanatçıların formalist yaklaşımları açısından bir bağlam sunuyor.

Sergi, mimari amaçla üretilmiş deneysel formlar, çizim ve fotoğraflardan oluşmuş kolajlar, dijital grafikler ve heykel gibi birbirinden oldukça farklı tekniklerle çalışan sanatçıların, imgeyi ele alma biçimlerindeki yöntemsel özellikleri karşılaştırma fikri üzerinden temelleniyor. Mekansal problemlerin belirginleştiği çalışmalarda, gerek sanat gerekse mimari bağlam içinde “yapı” kavramının vurgusu ön plana çıkıyor.

Galerist

27 Haziran- 26 Temmuz

En Yakın Mesafe

Galerist, çizgi algısı ve kullanımındaki farklılıkları inceleyen ‘En Yakın Mesafe’ başlıklı karma sergiye 27 Haziran- 26 Temmuz 2014 tarihleri arasında ev sahipliği yapıyor. Çizgi; kompozisyon, taslak ve tasarımların temeli, görsel düşüncenin tüm zaman ve coğrafyalarda kullanılan anadilidir. Sanatçıların yaratım süreçlerinde değişik şekillerde kullanılan ve malzemelerle çeşitlenen çizgi; izleyiciler için de, sanatçının üretimini anlamak için en direk, çıplak ve samimi form olmuştur. Sergide yer alan sanatçılar desen, resim, video ve heykel aracılığıyla çizgiye farklı yaklaşımlarını ortaya koyarlar.

ARTNEXT iSTANBUL

“FİGÜRATİF YAZ SERGİSİ // FIGURATIVE SUMMER EXHIBITION” 17 Haziran – 30 Ağustos 2014)

İstanbul’da çağdaş sanatın güncel örneklerini takip eden her kesimle buluşturan ARTNEXT ISTANBUL; 2013-2014 sanat sezonunun final sergisinde dokuz sanatçının farklı medyumları kullanarak ürettiği, figürü merkeze alan eserlere yer veriyor. İstanbul çağdaş sanat ortamının etkin bir platformu haline gelen ARTNEXT ISTANBUL’un 17 Haziran’da açılış kokteyli gerçekleştirilecek olan başlıklı grup sergisi çağdaş sanatın yeni ifade biçimlerini araştıran, yaratıcı sanatçıların eserlerinden oluşan “FİGÜRATİF YAZ SERGİSİ // FIGURATİVE SUMMER EXHIBITION” 30 Ağustos’a kadar ARTNEXT ISTANBUL Çağdaş Sanat Alanı’nda ziyaret edilebilir.

artON İstanbul ONUR MANSIZ

TRAJEDİ

27.05.2014 – 12.07.2014

art ON İstanbul 27 Mayıs-12 Temmuz tarihleri arasında genç sanatçı Onur Mansız’ın “Trajedi” adlı ilk kişisel sergisine ev sahipliği yapıyor. İspanya’da yaşayan sanatçının hiperrealist portreleri izleyicilerden bir duygu yoğunluğu talep ediyor; onları melankoli ve belki de kara bir mizahın sınırlarında dolaşan kendi trajedileriyle yüzleşmeye çağırıyor.

Galeri Zilberman

Genç Yeni Farklı – V

01/07/2014 – 09/08/2014

Galeri Zilberman, bu sene 5. edisyonu gerçekleşecek olan Genç Yeni Farklı sergisini sunmaktan mutluluk duyar. Sergi 28 Haziran Cumartesi günü Mısır Apartmanı’nda Galeri Zilberman’ın ikinci katındaki sergi mekanında açılıyor. Başvuruların her yıl farklı ve bağımsız bir jüri tarafından değerlendirildiği Genç Yeni Farklı’nın bu yılki seçimleri, Emre Zeytinoğlu başkanlığında, Burcu Pelvanoğlu, Genco Gülan ve galeriyi temsilen Burçak Bingöl tarafından gerçekleştirildi. Galeri Zilberman tarafından ülke genelinde yapılan açık çağrıyla duyurulan ve genç sanatçılara destek amaçlı gerçekleştirilen Genç Yeni Farklı, her sezonun son sergisi olarak düzenleniyor.

dfot

 

KETTAL

 

Outdoor, tasarım mobilyaları…

1966’da kurulduğundan beri Kettal, uluslararası tasarım ve inovasyon alanında standartlarını yükseltmeye devam ediyor. 21.yy’ın başlarında, Hugonet ve Triconfort markalarını da alarak “Grupo Ketta”yı kurarlar. Bugün geldiği noktada Kettal grup uluslararası tasarım dünyasının çok önemli isimleriyle çalışıyor.

Jasper Morrison, Patricia Urquiola, Rodolfo Dordoni, Hella Jongerlius, ve Emiliana Design Studio gibi tanınmış, çok değerli tasarımcılar markanın tasarım ekibinde yer alıyor.

Grubun yönetim merkezi İspanya’nın Barselona şehrinde. Kettal’in 7 şehirde kendi mağazaları var. 1964 yılında bir aile şirketi olarak hayatına başlayan Kettal’in tüm ürünleri Barselona’ya 45km mesafede bir kıyı kasabasında bulunan fabrikalarında tasarlanıp üretime geçiyor.

Her detayıyla ve her aşamasıyla özel olarak ilgilenilen yüksek kalitede ürünler üretiliyor. Fabrikanın da tasarım ofisine yakın olması sayesinde ürünlere kolaylıkla müdahale edilebiliyor.

Alıcıların ihtiyaçlarına göre her bir mobilya özgün ve kişisel bir parça haline geliyor. Ürünlerin gelişimi için bilimsel ve teknolojik araştırmaları ön planda tutuyorlar. Boya olarak 100% geri dönüşebilen ve ekolojik malzemeler kullanılıyor.

Markanın kurucuları aynı zamanda sanata olan tutkularının sonucunda Barselona’da çağdaş sanata referans olarak gösterilen Alorda-Derksen vakfını kurmuşlar.

dfot

 

Paola Lenti

Marka uluslar arası tasarım haftasında 2014 koleksiyonunu Milano’da tanıttı. Güzellik ve estetiğe verdikleri öncelik ile beraber, aynı zamanda çevre dostu ve eşsiz bir renk paletinden oluşan koleksiyonlar sunuyorlar. Doğa ve ürün arasında dengeli bir bağlantı kurmaya çalışıyorlar. Modern, fonksiyonel, sınırları olmayan özgün bir görünüme kavuşmuş tasarımlar ortaya çıkıyor.

Şirket yirminci yılında yeniden, basit, uzun ömürlü, elegan, fonksiyonel mobilya üretimi üzerine kurulmuş yaşam vizyonlarını tasdikliyor. Paola Lenti yıldönümlerinde çok önemli bir haber olarak, iç mekan dekorasyonu için de üretim yapacağının müjdesini verdi.Tasarımlardaki yaratıcılık ve kalite, yine yoğun çabalarının, girişimlerinin, verimli takım çalışmalarının ve her detaya gösterdikleri büyük özenin sonucu.

1994’ten beri Paola Lenti dinamik girişimci, araştırmaya ve denemeye dayalı, tasarım dünyasında kendilerini hızla geliştirmeye devam eden bir stratejiyi takip ediyor. Bir Paola Lenti kataloğunun sayfalarını çevirmek, önemli yeni tasarım düzenlemelerini keşfetmek, zıtlığın tamamlayıcı olduğu, eski, yeni, geleneksel, teknolojik, bütün kavramların iç içe geçtiğini görmeyi beraberinde getiriyor.

1994’ten beri Paola Lenti dinamik girişimci, araştırmaya ve denemeye dayalı, tasarım dünyasında kendilerini hızla geliştirmeye devam eden bir stratejiyi takip ediyor. Bir Paola Lenti kataloğunun sayfalarını çevirmek, önemli yeni tasarım düzenlemelerini keşfetmek, zıtlığın tamamlayıcı olduğu, eski, yeni, geleneksel, teknolojik, bütün kavramların iç içe geçtiğini görmeyi beraberinde getiriyor. Metal ve tahtayı dayanıklı olacak şekilde harmanlıyor. Modern ve rahat iç dekorasyon yeniliklerini bahçe mobilya tasarımlarına entegre ediyorlar. Her bir ürün, koleksiyonu orijinal yapan, formlardaki basitlik, materyaldeki yaratıcılık ile farklılığını ortaya koyuyor. Tüm parçalar kalitesi, fonksiyonelliği, renk ve estetiği ile zamansız olması için yaratılmış.

dfot

dergi_form_nisan

 

MODA SAKLI KÖŞK

 

Tramvaydan inin, sola dönün, sağda kırmızı bir kapı göreceksiniz. İşte burası Mahalle’nin Saklı Köşkü.
Moda Saklı Köşk yıllardır Anadolu coğrafyasında yaşamış kültürlerin oluşturduğu günümüz deyimi ile füzyon denebilecek mutfak birikimi ve hünerlerini, estetik ile birleştirerek sıra dışı bir model olmuş. Köşk, yerel ürünler ve modern pişirme teknikleri ile hazırlanan lezzetlerle sizleri ağız tadınıza uygun, özgün ve Anadolu’dan dünyaya uzanan bir yemek yolculuğu deneyimine davet ediyor. Burada herkesin bir köşesi, herkesin bir lezzeti var…

Geçmiş zamanın Saklı Köşkü

Saklı Köşk, 1909 yılında Romanyalı iş adamı Miltiadi Patos’un kızı Mari için dünyaya gözlerini açtı. İstanbul’un en özel semptlerinden biri olan Moda’nın, en güzel köşklerinden biri oldu. 1937’de yeni sahibi ünlü karikatürist Cemil Cem’di ve 1950’ye kadar da onu, kalemini, fırçasını, dostlarını çatısı altında barındırdı.
Şimdiki zamanın Saklı Köşkü

Dostlarınızla buluşmak için o kırmızı kapıdan içeri girdiğinizde sizi neşeli bir bahçe karşılıyor. Devam edin, bir bar çıkıyor karşınıza siparişlerinizi beklerken barda bir şeyler içebilir ve iyi bir müzik dinleyebilir ya da yemekte içeceğiniz şarabı seçmek üzere kavımızı ziyaret edebilirsiniz. Bu arada köşkün içi de bahçesi kadar misafirperver ve konforlu, onu da hemen belirtelim.
Alt ve üst katlarda farklı konseptlerde tasarlanmış dört ayrı yemek bölümü, toplantı ve özel yemekler için tasarlanmış bir salon, duvarlarda tablolar, her köşede tarihinden ayrıntılar var. Belki bir sergiye ya da canlı müzik dinletisine denk gelirseniz şaşırmayın, sadece keyfini çıkarın. Unutmadan, her öğlen anne mutfağından günlük menüleri de sizleri bekliyor. Haftasonlarıysa Saklı Köşk sizi kahvaltıya çağırıyor. Cumartesi günleri kahvaltı tabağı, Pazar günleri muhteşem bir brunch ile çok keyifli kahvaltı servisleri var. Bizden söylemesi.

 

dergi_form_nisan

dergi_form_nisan

 

PAPPA CAFE
İtalya’nın ara sokaklarındaki küçücük ama özgün sıcak kafelerine andıran huzurlu ve çok keyifli bir mekan Pappa Cafe.

Bulunduğu bina 1903’te mimar Constantin Pappa tarafından inşa edilmiş, İstanbul’da her köşe başında karşımıza çıkamayacak kadar etkileyici ve nadide bir yapı. Ve Pappa,bu güzeller güzeli binayla inanılmaz hoş bir uyum yakalamış, hatta mimarının adını almış. Sahibi Gaye Adaköy de binayı ilk gördüğü an aşık olmuş.
Bir sene önce açtığı Pappa Cafe’nin tüm dekoru kendisine ait. Hem aile yadigarı eşyaları hem de eskiciler den topladıklarıyla hayat bulmuş bu sıcacık cafe. Üst kattaki vintage tahta masaları, kırmızı perdeleri ve yeşil kocaman sandalyeler de bir yandan çalışabilir bir yanda da kitabınızı alıp size eşlik eden güzel şarkılarla tüm gün keyif yapabilirsiniz.
Günlük çıkan sandviçler oldukça iddialı. Farklı tatta ve çeşitte her biri. Örneğin omletli sandviç denemeye değer. Menüsü her geçen gün gelişiyor. Yakında vegan yemekler de eklenecek menüye. Taptaze, mis kokulu kişler ve kekleri ise mutlaka tatmalı.
Gaye hanımın hazırladığı ve aynı zamanda da sattığı 3 çeşit karamel sosu var. Kendisi İzmir’li olduğundan da peynirler memleketten. Kısacası her şey taptaze, sıcak ve leziz. Moda’nın ara sokaklarındaki bu nostaljik binada günün stersinden uzaklaşmak için harika bir fırsat…
dergi_form_nisan

dfot

KARE SANAT GALERİSİ

1991 yılında Fatoş Saka tarafından kurulan ve yönetilen çağdaş sanat galerisi Kare Sanat programına 1960 sonrası Çağdaş Türk Soyut akımının özgün görsel dilini oluşturmuş sanatçılarla başladı ve bu süreçte 200 ün üzerinde sergiye ek olarak pek çok sanat etkinliğine ev sahipliği yaptı. Bugün galeri programında çok farklı disiplinlere ve genç öncü eğilimlere ağırlık vermekte ve bu etkinliklerini uluslararası platformlara taşımaktadır. Ayrıca evrensel sanat literatüründen yayınlar içeren kitaplık ve 1960 sonrası Türk sanatının önemli örneklerini bir araya getiren koleksiyon da, yine bu süreçte oluşmuştur.

 

Taylan Akdağ, ressam – heykeltraş – dağcı…  Plastik sanatlarda klasik sergi sunumuna alternatif  sunumlar yaratmak isteyen üretken, çalışkan ve yetenekli genç bir sanatçı.. Doğada sanat projeleri gerçekleştiren Atmosfer Sanat Projeleri Grubu’nun kurucusu…

 

Dağcılık ve doğa kökenli sporlar yapıyor. Bisiklet, doğa yürüyüşü, tırmanış gibi.. Ve kendi ifadesiyle bütün doğru kararlarına, problem çözümlerine, sanatsal projelerine doğada imza attığını hissediyor.

 

 

Doğada Sanat etkinliklerine nasıl başladınız?  

2006 yılında dağcı olan kardeşim Mutlu İnan Akdağ ile birlikte, 3550 metrelik Aladağlar (Niğde) Karasay zirvesine tırmandık. Hayatımın önemli etkinliklerinden biriydi bu tırmanış. Deniz seviyesindeki sanatçı algısı ile yüksek irtifada sanatçı algısı arasındaki farkı deneyimlemek istedik. Master sürecinde sorgulamış olduğum “Mekan olgusu” problemi tam da bu tırmanışla birlikte çözüldü. Bu dönemden  itibaren “Land Art” üzerine yoğunlaşmaya başladım.

Doğada  üretim adına ilk kaleme aldığım  ve gerçekleştirdiğim proje “İrtifa Atölyesi” dir. Bu projenin hedefi, sanatçının deniz seviyesindeki form algısının irtifayla birlikte ne gibi değişikliğe uğrayacağını araştıran bir laboratuvar oluşturmaktı. Üç dağcıyla birlikte 3500 metrelik bir zirveye bir metreküplük strafor (foamboard) çıkardık. Zirvede kendi heykel form algımla kendi işlerimden birini (bir hayvan figürü) yonttum. Vücudumda bir irtifa şoku yaşamadığımdan algımda da bir değişiklik olmamıştı. Deneysel bir projeydi. Farklı bir sonuca 5000 metre ve üzeri dağlarda ulaşılabileceği sonucunu çıkarttım. Ucu açık kalan bu proje başka projeleri uygulamak üzere yeni  fikirleri doğurdu…

 

2009 yılında “İrtifai Eserler” kişisel sergimi 3500 metre ve üzeri dokuz zirveye çıkardım. Bu performansı bir video ile belgeledim.  2011 yılında  Armaggan Sanat Galerisi  işbirliği ile “ Bir Genç Üretim -Everest Aladağlar” sergi performansını gerçekleştirdik. “Bir” sergisine katılan 20 sanatçının eserleri brandalara basıldı. Önce Everest ana kampa, ardından 20 dağcı ile Niğde Aladağlar’daki zirvelere çıkarıldı ve performans bir video ile belgelendi.
Atmosfer Sanat Projeleri 29 Eylül 2012’de Belgrad Ormanları’nda, 12 sanatçının katılımı ile start almıştır. Oniki sanatçı yanında getirdiği ya da doğadan edindiği malzemeler ve oluşturduğu düzeneklerle ürettiler eserlerini. Bir açık hava sergisi gerçekleştirildi.

15 Şubat- 16 Mart 2013 Marjin Art Sanat Galerisi’nde Atmosfer Sanat Sanatçıları, doğanın sürekli bir değişim, yenilenme ve devinim halinde bir canlı yapı olduğundan yola çıkarak, ‘Ölü müdür Doğa?’ sorusuna cevap bulmak üzere resim ve heykel dillerini kullanarak eserler ürettiler.

Doğa-l Biçimler Adası – Bozcaada’da 14 – 23 Haziran 2013’te  mini bir sempozyum düzenlendi: Sanatçı, kullandığı malzemenin formunu değiştirmeyi ve kendine göre şekil vermeyi amaç edinir. Yalnız kullandığı cisme ya da malzemeye şekil vermekle kalmaz; sanatçı kendi etrafında yer kaplayan dünyasına da şekil verir o esnada. Kendisi için doğal olmayan hiçbir şeyden faydalanmaz. Kendine doğal gelmeyen bir eser de ortaya koymaz, eserleri kendi hayal dünyasından doğmuş olsa bile.. Kendini görüntülerin yanıltan dünyasından uzaklaştırır, öze yakınlaştırır. Yapaylık yanıltıcı olmanın da ötesinde mizahidir. Bir kitle üretimi haline gelen ve tekdüzeleşen sanat anlayışına ve tekdüzeleşen hayat formlarına başkaldırır..

Bozcaada Sanat Galerisi ve Bozcaada Belediyesi’nin katkısı ile gerçekleşen bu projede dört sanatçı ve bir sosyolog (Özlem Yalçınkaya)  yer aldı. İki sergi düzenlendi. Sanatçılar canlı performans gerçekleştirip aynı zamanda, seramik atölyesi çalışması ile etkinliğe yörede yaşayan sanatçıların da katılımını sağladı.
18 Ağustos 2013’te Edremit Zeytinli’de Akademi Zeytinli ve Zeytinli Belediyesi’nin katkıları ile bir sempozyum gerçekleştirdik. Beş sanatçı ve bir sosyoloğun ortak çalışmaları sonucunda, ‘Doğa-l Öz Biçim’ projesi can buldu. Akademi öğrencilerinin katılımı ile atölye çalışmaları gerçekleştirildi. Projemiz amacına ulaşmış, ortak bir bilinç sayesinde, sanat hümanist değerlerine kavuşmuş ve sanatın kendi saygınlığına yaraşacak,  Derrida’nın yaptığı gibi bir yapı-yıkım gerçekleştirdik. Nesneleri yeniden kavramsallaştırarak. Sahip olmadıkları ve olamayacakları özellikler yükleyerek… Hümanist ve eleştirel bir bakış açısı ile çözümledik. Kendi dilimizi ortaya koyduk.

Kente ve kentselleşmeye karşı mısınız?

Kente karşı değiliz.  Özgür sanatçı kimliğinin ve çağdaş sanat akımlarının kentsel mekân sayesinde ortaya çıktığının bilincindeyiz. Biz, kentsel yaşam ve kapitalist düzenin neden olduğu yabancılaşmaya karşıyız. Bu nedenle, doğada, doğa-l yapı yıkımlarımızla ve bir ekip olarak sanat yapıyoruz. Amacımız, neo-liberal düzende piyasa koşullarına bağlı kalmadan, sanatın kendine özgü kaygı, form ve değerleriyle sanat yapmak. Göreceli, piyasaya kolay uyum sağlayabilecek, spekülatör, müzayedeciler ve galericilerin form değerleri yerine kendi öz- biçimlerimize yönelmek istiyoruz.

 

Sanatçının atölyesinde toplumdan izole olması sizin için neden bu kadar önemli ?
Atmosfer Sanat olarak doğru başlangıç noktasının Feuerbach ve Marx’ın yabancılaşma (alienation) kavramı olduğuna inanıyoruz. Bilindiği üzere, yabancılaşma birbirinden farklı evrelerden oluşuyor ve bu evreler sonucunda kişi/işçi/sanatçı kendi üretmiş olduğu ve kendisinin bir parçası olan kendi eserinden/ürününe yabancılaşarak, onu pazarda değiş-tokuş döngüsüne girmek üzere, piyasa koşullarına adapte olacak şekilde kendinden başka kişilere/aracılara/sisteme teslim ediyor. Bu anlamda, sanat kapsamı ile düşünmek gerekirse; sanatçı, eser üretme esnasında kullandığı malzemeleri doğanın bir parçası olarak değil, endüstriyel bir ürün olarak düşünüyor ve doğaya yabancılaşıyor.

 

Sizi besleyen diğer unsurlar, olaylar ve düşünceler hakkında neler söyleyebilirsiniz? 

Her insanın nefes aldığı, heycanını her haliyle yaşayabildiği mekanlar – durumlar vardır. Benim de toprağa bastığım yer ortaya çıkarıyor bütün duygulanımlarımı ve belleğimdekileri.. Çeşitli disiplinlerle uğraşmanın beni sanat anlamında  daha kuvvetli hale getirdiğini düşünüyorum. Dağcılık, çocukluğumda gezdiğim mekanlar benim için çok önemli malzemeler… Hatırlıyorum ve oradaki ayrıntılardan birşeyler çıkarıyorum.

 

Nesneler, objeler veya toplum tarafından atıl olarak nitelendirilen binlerce form, sanatçının laboratuvarından geçerek yeni anlamlı kavramlar ortaya koyar. Performanslarımda kavramsal anlatım dilini kullanmak ifadelerimi çok güçlü kılıyor.

Yaklaşık 10 yıldır üç-altı yaş grubu çocuklarla heykel, seramik ve doğa yürüyüşü çalışmaları yapıyorum. Sekiz yıla yakındır engelli gruplarla sanat terapi eğitimleri uyguluyorum. Bu çok meslekli disiplinler bir araya geldiğinde beni her yeni gün yeni bir projeye yöneltiyor.

 

Son serginiz oluşum sürecini anlatır mısınız?

3 – 31 Aralık 2013 arasında Kare Sanat Galerisi’nde açtığım  “Güncel Yaşam Dizisi” adını taşıyan sergimi sosyolog eşim Özlem Gonca Yalçınkaya Akdağ’ın yorumuyla aktarmanızı isterim:

 

Akdağ, karakteristik çizgisel dili ile kent yaşamı içerisinde kendince sorun olarak gördüğü  ögeleri ve fenomenleri “Güncel Yaşam Dizisi” başlığı altında ifadelendirir. Sanatçı, çalışmalarında oluşturduğu her bir fragmanda, güncel yaşamın içinde barındırdığı hareketlilik, sürekli değişim ve yanılsamaları aktarmayı amaçlar. Böylece her yapıtında yüzey parçalama ve mekân kaygısına girer.  Çalışmalarda  birbirinden farklı sahneler ve mekanlar, kent hayatında bireyi provoke eden lüks yaşam, gerçeğin  ötesinde bir cinsellik, medyanın yoğun manipülasyonuna maruz kalan bilgi, erkek egemen toplum ve tüketim çılgınlığına  hayat veren mekânlara ikili zıtlıklar içeren metaforlar aracılığıyla atıfta bulunmaktadır. Sanatçının benimsediği üslup, kendi oluşturduğu desen, figür ve sahnelerle beraber araç mesajdır. Bu olgu, eserlerinin temelini oluşturur.

Bu çizgisel üslup dahilinde kullanılan figürlerin estetik ve anlamı  önce konturda aranır. İşte, bu anlam ve estetik de, sanatçının yapıbozuma uğrattığı kendi formunda gizlidir.  İşlediği temayı kullandığı çizgiler, keskin konturlar, kusursuz düzlemler ve geometrik şekillerde ortaya koyduğu mekana hapsetmiştir. Bu kapalı formlarla, aslında sanatçı bir şey amaçlamaktadır: Tüm albenisi, göz alıcılığı ve dinamizmine karşın, güncel kent yaşamının bireyde uyandırdığı çaresizlik, parçalanmış benlik, arada kalmışlık ve yalnızlık…

 

Sanatçı, kent hayatında bireyin rasyonel motivasyonlu farz edildiği diskurundan yola çıkar. Halbuki birey, özünde irrasyonel motivasyon, arzu, içgüdü ve dürtü barındırır. Akdağ’ın figürleri rasyoneldir. Sahne ve mekânın ise, irrasyonel olduğu rahatlıkla seçilir. Bu ikili karşıtlık kullanımı, kent hayatında kendini doğasına yabancılaşmış hisseden bireyin paradoksunu yansıtır. İşte bu paradoks, sanatçıda üretim esnasındaki nevrozlarda hayat bulur. Sanatçının kendi oluşturmuş olduğu desen, kent hayatının ikircikli ve katı yapısının sanatçıda yol açtığı nevrozların eserlerinde kendini gösterme biçimidir.

 

Sanatçı figürlere de sembollik anlamlar yükler. Sahnelerdeki bazı figürler sanatsal olarak ilişkiler kurabilirken, bazıları bilinçli olarak sabitlenmiştir. Kentsel güncel yaşamın manevra alanlarımız genişmiş hissi uyandırmasına rağmen, içinde barındırdığı hiyerarşi, düzen arayışı ve tekdüze davranış kalıpları ile bireyde kısıtlanma duygusu yarattığı etkisini seyirciye iletilmesi amaçlanır. Bu sabitlenmiş figürlerle temsil edilen bireyler, normal davranış kalıplarına uymadıkları gerekçesiyle toplumun marjinlerine itilmiş olan bireylerdir.

Artaud’un oluşturup, Deleuze’ün zenginleştirdiği, hiyerarşik olarak örgütlenmiş olan sosyal yapıların kendini meşrulaştırdığı sisteme bir eleştiri niteliğinde olan organsız beden metaforu, bireyin iradesi dışında belirlenen, kendine yabancılaşmasına neden olan ve onu tahakkümü altına alan, tüm önceden belirlenmiş olan kurallara bir tehdittir. Bireyin kendi iradesi ile belirlediği ve yeniden tanımladığı bir organsız beden arayışı ile, mevcut toplumsal hiyerarşinin tersine çevrilmesi ve alternatif bir toplumsal yapı hayal edilmiştir.  Organsız beden metaforu ve bu eksende hayat bulan iktidar- beden diyalektiği Akdağ’ın eserlerinde de yankı bulur. İnsan ve hayvan figürleri incelendiğinde, bu figürler seyircide sanki saydammış gibi bir izlenim uyandırır; iç organlar resmedilmemiştir. Organların yerini tutan desen, adeta bir virüs gibi bedene nüfuz etmiş ve onu özgürleştirmiştir… İşte bu desen, bireyin kendisinin kurgulamış olduğu yeni bir yapay bedeni ve hayalinde canlandırdığı yeni bir sosyal formasyonu temsil eder: İnsanın doğasına sadık kaldığı ve özgürleştiği bir güncel yaşam… Bu aşamada sanatçı, seyircinin bilinçaltına ulaşmıştır artık. Akdağ’ın yapay bedenlerle temsili bireyleri, kentsel hayatta kendilerini yönlendiren, yöneten, etkileyen, kısıtlayan arzu, dürtü, ihtiyaç, güncel yaşam pratikleri ve davranış kalıplarını sorgulamaya yönelmişlerdir. Bireyin özgürlük ideali, Akdağ’ın temsili figüründe desen biçimde tezahür etmektedir…

Son üç yıldır ağırlıklı olarak kent içerisinde doğmuş, yaşayan kültürler, kent koşullarının sanatçı üzerindeki etkilerine yoğunlaştım.

 

2009 ve 2011 yıllarında 3500 metre ve üzeri dağlarda açtığım sergilerde “Gece Kulübü” resim dizileri yer aldı. Kentte doğmuş ve kentte hizmet veren gece kulüplerini dağ performansıyla anlatmak istedim.

 

“Güncel Yaşam Dizisi“

Gündelik yaşam saniyelik birçok kareden oluşur. An içerisinde anlamsız ama ilerleyen süreçte anlam kazanarak aklımızda büyük yer tutarlar. Kendi anlatım biçimimle,  gürül gürül akan hayat içerisindeki anlık görüntüler, kent katılığı içerisinde gündelik yaşam olarak resmededilmiştir. Yaklaşık ondört kareyle anlattığım sahneler kendi içerisinde de sahnelere ayrılmıştır. Birçok sahnede bireyin gün içinde yaşadığı birden fazla rol konu edilmektedir. Mekanına, statüsüne ve kültürüne göre oynadığı bu roller resimde çiğ renk geçişleriyle, form boyutuyla ve hatasız yapısallığıyla işlenmiştir.

 

Röportaj: Ayşe Gülay Hakyemez