home

dfoit_mayis

 

Anadolu’nun yaratıcı ruhunu dile getiren marka “Lalay”

Çağımızda tüketim çılgınlığının arkasına takılmış giderken, tüketim temasının dahi artık tüketildiği bir döneme giriyoruz ki bunun bir anlamda hepimiz için güzel bir haber olduğu kanısındayım. Bu vizyonla artık peşi sıra mükemmel tekdüzelik ve hatasızlık ile çoğaltılan değil, insan emeğinin yansıdığı  kişisel göz, el ayarı, beyin gücü ve yaratıcılığa odaklı, biri birine benzerlik göstermeyen, arkasında güçlü hikayeleri olan ürünlere taleplerin yükseldiğini görüyoruz.

Doğadan ve doğallıktan uzak yaşayan biz “Modern Şehir” insanları için değeri olan ürünler ise sadece satın alınan ve bir süre sonra kolayca atılanlar değil, evimizde gururla ve keyifle kullanacağımız, sevgimizi ve beğenilerimizi bedenimize saygımızı yansıtan kişisel eşyalarımız ola gelmekte. Eğer siz de bu farkındalık ile geleneksel el sanatlarını ve yöresel yetenekleri desteklemekten büyük keyif alanlardansanız sosyal sorumluluk projesi olarak bir çok atılımları bulunan Lalay markasını ve felsefesini çok beğeneceksiniz, hatta Anadolu’ nun yaratıcı ruhunu yansıtan bu marka da hiç kuşkusuz kendinizden bir şeyler bulacaksınız.

2006 senesinde Figen Subaşı Westerhoff tarafından sadece 2 tezgah ile Denizli’nin Babadağ kasabasında küçük çapta üretime başlayan Lalay, yurtdışına da geleneksel el sanatları yöntemlerinden yola çıkılarak dokuma tezgahlarında üretilen, günlük yaşamımızda pratik olarak kullanılabilecek ürünleri ile yoğun talep görmeye başlamış. Bu ilgi bölgede yok olmak üzere olan tekstil üretim geleneklerinin yeniden canlanmasına yardımcı olmuş. Proje sayesinde daha çok 50-55 yaş grubunda konunun ehli olan ustalar arkalarından gelen jenerasyona bilgi aktararak bu geleneksel üretim tekniklerini gençlere öğretme imkanı bulmuşlar. Bugün ise üretim yapılan el tezgah sayısı 16’ya yükselmiş.

Bunların arasında Sümerbank’ın geçmişte kullandığı tarihi tezgahlar da yerini almış. Ancak, marka sahibi Figen Hanım’ın röportajımız sırasında paylaştığı hikayesinde acıklı bir kısmı var ki o da son dönemde artan fabrikalaşma sonucunda Denizli bölgesindeki halkın  ümitsizliğe düşerek  evlerindeki ahşap el tezgahlarını yakmış olmaları. Ancak, tüm bu olumsuzluklar Lalay’ın girişimcilik gayretleri ile  yeniden yerel el sanatlarına karşı umutların filizlenmesi ile son bulmuş. Yeni tasarımlar ile renklendirilmiş, çeşitlendirilmiş ürünler gündeme gelerek  Lalay’ın koleksiyonu zenginleştirilmiş ve özellikle yurt dışından yoğun talep almış. Bu durum Lalay projeleri sayesinde bölgede eğitim alan genç yetenekler için büyük bir motivasyon kaynağı olmuş.

Ürünlerini %100 pamuk, keten ve ipekten üreten Lalay markası Denizli bölgesine has peştamal, peşhir havlu bornozların yanında yatak çarşafları, saf zeytin yağından sabunlar, Antep bölgesinden tamamı el işçiliği ile üretilmiş birbirinden orijinal bakır ev dekorasyon ürünleri ve Tokat’a has tahta kalıplarla yapılmış el basmalı ürünlere koleksiyonunda yer veriyor. Marka aynı zamanda Anadolu’ nun birbirinden güzel yöresel kilim ve halıları da markasında satışa sunuyor.

Çoğu Avrupa’ya ihraç edilen ürünler 2006 senesinden bu yana  her yıl Paris’te yapılan Maison&Objet fuarında el sanatına ve kaliteli üretime önem veren alıcılar ile buluşuyor. Dünyanın dört bir yanına ihracat yapan Lalay, el emeğine özelikle saygı gösteren Uzakdoğulu müşteriler tarafından da büyük ilgi ile karşılanıyor. Markanın sahibi Figen Subaşı Westerhoff’un yüksek enerjisi ve hayalleri ile Anadolu’ nun yaratıcılık ve el yeteneğini konusunda sahip olduğu potansiyeli en güzel şekli ile tüm dünyaya duyurmaya devam edeceği aşikar.

Benzer vizyona sahip kişilerin birleşip Anadolu’yu tüm dünyada geleneksel sanatlar konusunda lider pozisyona yükselteceği, ama hepsinden önemlisi bölgesinden çok da uzaklaşmayı istemeyen insanlarını tıpkı geçmişte olduğu gibi işlerini zevkle yürütmelerine, gelirlerini sağlarken aynı zamanda ruhlarını da besleyebilecekleri meşgalelerine tekrar kavuşmalarına destek verecekleri, Anadolu’ muzun saf, güzel ve estetik vizyona sahip insanlarını yeniden hayata kazandırmayı sağlayacak girişimleri sanırım ülkemiz için üzerinde çalışılabilecek en anlamlı projeler arasında olurdu.

Bu hayal ile yolunda hızla yürüyenleri, tıpkı Figen Subaşı Westerhoff gibi kişisel hayallerini markaları aracılığı ile aksiyona dönüştüren ve sesini yükseltenleri hayranlıkla selamlıyorum.

 

dfoit_mayis

dfoit_mayis
MUXXİ

2 eski dost,kendi yarattıkları özel tasarım takı ve aksesuarları tek bir çatı altında toplamak adına Muxxi’yi 2013 yılında kurdu. Feryal Hendekli ve ortağı için mağazanın konumu  çok önemli bir konu olduğundan içlerine sinen, aynı zamanda da tasarımlarını da yansıtan ayrıcalıklı bir yer olması konusunda titiz bir araştırma süreci geçirmişler. Sonunda Ortaköy’de tarihi kilisenin çan kulesi altında yer alan bu ufacık mekanı görünce hayallerindeki yeri bulmuşlar. Bu tarihi mekanın dokusuna fazla müdahale edilmeden ve olabildiğince doğal hali korunarak oluşturulan detaylar da tamamen kendilerine ait.

2013 Aralık’ta açılmalarına rağmen Muxxi, özel tasarım ürünlerinden oluşan koleksiyonunu ve müşteri portföyünü şimdiden oturtmaya başlamış bile. Mağazada kadın, erkek, unisex olmak üzere her biri elde özel olarak tasarlanan takı ve aksesuarlar yer almakta.

Yarı değerli taşlar, gümüş, pirinç, metal ve bronzla ile bezenmiş bu özel ürün kombinasyonlarla kişilerin sevdiklerine hediye alabilecekleri bir mekan yaratmak istenilmiş. Yarattıkça ortaya çıkan enerji, dostlarının onlara verdiği destek ve güç ile birleşince yakalanan sinerji daha yaratıcı olmalarını motive olmalarını sağlıyor.
http://www.muxxi.com.tr/ adresinden de ürünlere ulaşabilirsiniz.
dfoit_mayis

dfoit_mayis

Laboratuvar Tasarım Stüdyosu 2010 yılında Ceren ve Fatih Başgöze tarafindan İstanbul Beyoğlu’nda kurulmuştur. O günden bugüne de çalışmalarını sürdürmektedirler.

Yaptıkları işler; iç mekan tasarımı ve uygulaması; mimarlık ve mobilya-ürün tasarımı olarak özetlenebilir. İç mekan olarak proje ve uygulamaların başında daha çok butik oteller; rezidans ve daireler; cafeler geliyor. Bunun dışında butik olarak tek mekan da çalışıyorlar. Genelde İstanbul da konumlanan projelerini işlerini yurt dışında Paris, Bahreyn, Hamburg gibi bazı şehirlerde yaptıkları butik ve özel işlerle destekliyorlar.

Showroomları ise Tophane Beyoğlu’nda , burada tasarım ürünlerinin bir kısmını sergiliyorlar ve satışını gerçekleştiriyorlar.

Hem iç mekan projelerinde hem de yaptıkları mobilya-ürün tasarımlarında çeşitli malzemeleri bir arada kullanmayı tercih ediyorlar. Çeşitli malzemelerin biraraya gelişindeki ahenk ve armoni tasarımlarının çıkış noktası. Genelde modern bir çizgiye sahipler var ama bazı noktalarda tarihsel öğeleri de kullanmayı seviyorlar.

2012-2013 yıllarında oluşturdukları RÖNESANS isimli koleksiyonunda çeşitli antik ve tarihi değeri olan mobilyaları yaptıkları tasarımların bir parçası olarak kullanmayı tercihe ettikleri gözlemleniyor. Bu sayede tarihi yapım teknikleri ile çağdaş yöntemle bir arada kullanılmış oluyor. Çıkan tasarım bir nevi eski ve yeninin birleşimi halini alıyor. Bu kolleksiyonun bir diğer amacı ise eskiyi olabildiği ikincil ham madde olarak tasarımlara katarak yok olmaktan kurtarmak; tabi çağdaş yöntemlerden de yararlanarak. Burada önemli nokta şu: ne eski yeninin önüne geçiyor nede yeni eskiyi gölgede bırakıyor. Estetik bir denge oluşuyor iki uç arasında.

Bu koleksiyondan bir kaç parça Ocak 2014te Maison&Objet Paris fuarında Talents Ala Carte bölümünde sergilenmeye layık görüldü ve hem yabancı basın hem de profesyoneller tarafından oldukça ilgi gördü.

RÖNESANS

isimli limited koleksiyonu dışında da kendi tasarım dilleri ile meydana getirdikleri modern tasarımlarla da  kişiye özel ürünler tasarlamayı sürdürüyorlar.

 

dfoit_mayis

dfoit_mayis

 

 

 

Corrubbio di Negarine’nin kalbinde bulunan tarihi Villa Amista yapısının içerisinde yer alan, seçkin, beş yıldızlı Byblos Art Hotel Eylül 2005’te kapılarını misafirlerine açmış.

15. yüzyıl’da Mimar Michele Sanmicheli (1489-1559) tarafından tasarlanan ve  büyük bir cepheye sahip olan yapı daha sonrasında sanata tutkulu olan Dino Facchini ve ailes tarafından özenle yenilenmiş ve elden geçirilmiş. Aynı zamanda prestijli bir moda markası olan Byblos’un da sahipleri olan aile üyeleri, gerek mimari yenilenme sürecini gerekse tarihi yapının içindeki sanat eserlerinin ve değerli dekoratif objelerin renuvasyon çalışmalarını gayet büyük bir özenle yürütmüş. Restorasyon çalışamaları, villanın ana binasında, etrafındaki iki kulede ve de önemli bir tarihi şahsiyet olan Aziz Rocco adına yaptırılmış küçük bir klisede ve çiftlik binalarında eş zamanlı olarak yürütülmüş.

Bu karmaşık ve zorlu yenileme projesi tamamen Alessandro Mendini ve onun mimarlık ofisi tarafından yürütülmüş. Yirmi bin metrekarelik bir alanı kapsayan geniş bahçe ise, Gianfranco Paghera tarafından tasarlanmıştır. Konuklarının koku, görme duyuları aracılığıyla “Dünyevi bir cennet”i tatmalarını sağlayan çeşmeleri, yüzme havuzu, ile benzersiz bir atmosfer sunar bu dev bahçe ziyareçilerine. Ayrıca otelde kalma ayrıcalığını yakalamış konuklar için, son teknolojilerle donatılmış rahatlatıcı bir spa keyfi sunan  “Espace Byblos”  spa ve fitness, sağlık ve refah sunuyor. Otelin, halka açık, geleneksel lezzetlerinin yanı sıra uluslararası gurme restoranı “Atelier”,  yaratıcı yemekler sunarak meraklılarına hizmet vermeyi sürdürüyor.

Müşterilerin, müzik eşliğinde kokteyl ve aperatiflerin keyfini çıkaracağı Peter Bar, Amerikalı sanatçı Peter Halley’in de eserleri sayesinde otelin en hoş ve zarif mekanlarından birine dönüşmüş. Bu ilginç alanda, dev bir Venedik avizesi ve ayrıntılı tavan süslemeleri göze çarpıyor. Bu büyük salonda da ve otelin diğer odalarında ayrıca birbirinden ilginç duvar resimleri bizleri karşılıyor. Ayrıca iki adet konferans odasının bulunduğu otelde, 500 farklı şarap markasının tadabileceğiniz 15. yüzyıl mahzenlerine andıran kilerde mevcut şarap severler için. Farklı özellikleri ve boyutları ile altmış oda ve suit, kral dairesi ve şaşırtıcı Wunderkammern mobilyaları ile tasarlanmış bu sanatsal suitler misafirlerine hem sonsuz bir huzur hem de sanata doyacakları eşsiz br konaklama vaad ediyor.

Mobilya, perde ve kumaş gibi tasarım elemanları, Byblos pret o porter renk koleksiyonlarından esinlenilerek, 16. ve 18. yüzyıl tasarımlarına çağdaş bir ikonografi yorumu katılarak revize edilmiştir.

Gerçek bir koleksiyon oluşturmak için bunlara ek olarak lambalar ve özenle seçilmiş meşhur tasarım objeleri, Gio Ponti’den sofra takımı, Eero Saarinen, F.L. Wright, Aldo Rossi, Philippe Starck, Ron Arad, Gaetano Pesce, Anna Gili, Patricia Urquiola, Harrison & Gil, Marcel Wanders, Ettore Sottsass, Luca Sacchetti’den sanat eserleri. Bir müze gibi, her nesne bir başlık yazısı ile tamamlanmıştır.

Salonları ve ortak odalar, aynı zamanda misafir odaları, sanatseverler tarafından çağdaş sanat koleksiyonu ile döşenmiştir. Bu eserlerin sahipleri arasında Anish Kapoor, Vanessa Beecroft, Giulio Paolini, Peter Halley, Cindy Sherman, Mimmo Rotella, Sol Lewitt, Beatriz Millar, Begona Montalbán, David Tremlett, Jean Michel Othoniel, Sandro Chia, Arnaldo Pomodoro, Richard Stipl, Takashi Murakami, Fulvia Mendini, Valerio Adami, Robert Indiana, Luigi Ontani, Sissi, Marc Quinn, Damien Hirst, Jim Dine, Piero Manzoni, Patricia Piccinini, Jelena Vasiljev, Herbert Hamak, Tony Cragg, Haubiz+Zoche, De Paris gibi birçok önemli sanatçı da yer alıyor.

Farklı görsel unsurların gözalıcı bir kombinasyonuyla hazırlanmış bir seti anımsatan otelde, göz alıcı Pret a Porter moda markası Byblos, antik geçmişin ihtişamını, olağanüstü konukseverlik ile birleştirmiş. Ve bu eşsiz dekorasyon şöleni çıkmış ortaya. Görülmesinde fayda var.

dfoit_mayis

dfoit_mayis

 

2013’ün ilk yarısında Delightfull, gelirlerinde ve üretimde rakamsal olarak büyük bir gelişim gösterdi. 400%’lük bir artışla, 2013’ü takiben marka Maison&Objet’deki başarısının da etkisiyle gelirini yükseltti ve popülaritesi oldukça arttı. Şubatta Stockholm’de gerçekleşen bir ayınlatma fuarında, Mart’ta Maison&Objet Asya’da eşsiz tasarımlarını sundular ve dünya genelinde gitgide yükselen bir trend haline geldiler.

 

Peki bu uluslararası markanın başarısının arkasında kim var?

Baş tasarımcı Diogo Carvalho “Markamız devamlı sınırlarını aşmaya çalışan tasarımcılardan, ustalardan, müşteri ilişkileri ekibi, pazarlama ve basın ilişkileri ekibinden ve içerik yöneticilerinden oluşan geniş bir kadroya sahip.Marka için çok sıkı çalışan, değerli bir ekibimiz var.” diye açıklıyor bu başarının sırrını. Diogo Carvalho, Delightfull’un böyle eşsiz bir aydınlatma markası haline gelmesinin nedenleri arasında, uluslararası Paramount Otel New York ve Londra’daki Harrods projelerinin de büyük payı olduğunu biliniyor.

 

Tasarımlarının ortak özelliğini tek kelimeyle çok yönlülük olarak tanımlıyorlar. ”Heritage” koleksiyonumuz klasikten şehirliye, minimalden lükse kadar herhangi bir konsepte uyum sağlayabiliyor. Heritage 40’ların, 50’lilerin ve 60’ların stillerine çağdaş bir yorum getiren, daha once görülmemiş artistik ve özgün bir dokunuşla kombine eden bir koleksiyon.

 

Diogo şimdi Delightfull’un geleceğine odaklanıyor. “Markamız her gün gelişiyor, elişi bir konsept ile başladık. Bu özelliğimizi kaybetmek istemiyoruz. Talepler daha hızlı bir prodüksiyon gerektirmesine ragmen, asla seri üretime geçmeyeceğiz, bu bizim kimliğimizin başlıca temeli.” diye açıklıyor.

 

Bu yaz, yeni bir outdoor koleksiyonlarını tanıtmaya hazırlanıyorlar.. “Yakında yazlık evlerinizin cephelerine, seçkin parçalarımız Galliane ve Coltrane duvarı entegre edebileceksiniz.” müjdersini veriyorlar Delightfull olarak. Bu ürün sayesinde seçkin bir dış kullanım seçeneği oluşturaklarını düşünüyorlar.

 

Delightfull’un eğlenceli grafik koleksiyonlarının yaratıcısı: 

Nuno Corte-Real.

 

Açık söylemek gerekirse, geçen yıl lanse edilen Grafik Koleksiyon markanın konseptine taze bir dokunuş getirdi. Nuno Corte-Real’in tasarladığı bu koleksiyon dünya genelinde sayısız hayran topladı. Nuno bu konseptin orijinini açıklıyor.

“Bu yeni koleksiyonda Delightfull’un eğlenceli tarafını göstermek istedik, her harfe, sayıya, projeye uygun farklı kişiliker getirdik. Maison&Objet’de de bu koleksiyon için profesyoneller de dahil çok kişiden talepler aldık. Bu eğlenceli grafik koleksiyon hakkında daha fazla bilgi edinmek için” Diogo ve Nuno herkesi stüdyolarına, şehirleri Porto’ya davet ediyor.

 

dfoit_mayis

dfoit_mayis

 

Ambiente’den Büyüleyici Sofra Tasarımları
Messe Frankfurt tarafından 7-11 Şubat tarihleri arasında düzenlenen Ambiente Fuarı ‘Dining’ bölümündeki sofra tasarımlarıyla göz doldurdu. Birbirinden çarpıcı markaların şık sunumlarına sahne olan fuar sofra tasarımı konusunda yeni trendleri ve fikirleri bulabileceğiniz harika bir şov.

Mateus
Mateus; kültüründe seramiğin köklü ve tarihsel bir yeri olan Portekiz ile moda ve tasarıma geniş ilgi duyulan İsveç’ten ideal bir kombinasyon sunuyor.
Tümü el yapımı olan ürünlerin her biri Portekizli usta zanaatkarların kişisel dokunuşunu taşıyan nadide parçalar. Tasarımların bu kalıcı niteliği, her özel durumda mükemmeli yakalayacak sonsuz bir kombinasyon yelpazesi sunuyor.

Villeroy Boch
Tasarımlarında ‘duygusal sadelik’ mottosuyla öne çıkan Villeroy Boch ‘New Wave’ serisini Ambiente fuarında tanıttı. Bu yılın trendleri arasında yer alan ‘seyahat’ temasına vurgu yapan marka Paris’ten Rio de Janerio’ya, Tokyo’dan Sydney’e kadar dünyanın en güzel kentlerini ‘New Wave Cities of the World’ adlı serisine taşımış.

Vista Alegre Atlantis
1824 yılında Portekiz’de kurulan porselen fabrikalarıyla bu sektöre adım atan Vista Alegre Atlantis hem porselen, hem cam tasarımı ve üretimi yapıyor. Firmanın 2014 ana koleksiyonunda, iki yüzyıla yaklaşan marka mirasındaki klasik unsurları porselen ve cam sanatında tarih ve deneyimden gelen bir koleksiyonda en yenilikçi uluslararası tasarımcıların elinde şaşırtıcı bir yeniden yorumunu sunuyor.

Royal Albert
Miranda Kerr, Royal Albert markasının ruhunu ve doğasını mükemmel olarak bütünleştirdi. Özgür ruhlu modern kadını yansıtan tasarımlar şimdiden incecik bone china çay takımı ve hediyeliklerde görülmeye başladı. Yemekli çaylar tüm dünyada popüler trendler arasında yer almaya devam ederken bu geleneksel İngiliz eğlencesine yaratıcı dönüşümler getirecek arayışlar da sürdürüyor. Miranda Kerr for Royal Albert, manken adımlarının cazibesini öğle sonrasındaki çaylara taşırken moda tutkunlarına kendi evlerinde gözde bir yemekli çay seçeneği sunuyor. Miranda Kerr, Royal Albert ile ortaklığı hakkında şunları söyledi, “İlk koleksiyonumu tasarlamaktan, doğaya duyduğum aşktan aldığım ilhamın, bahçemdeki renklerin, yolculuklarımın, hatta büyükannemin kendi Royal Albert çay takımından süzülen anıların hepsinin burada toplanmasından büyük heyecan duyuyorum’. Royal Albert için bu işbirliği, markanın gerçek kimliğini eğlenceli ve modern bir koleksiyonla tüm kitlesine yansıttığı harika bir fırsat oluşturuyor.

Nude
Şişecam Topluluğu’nun ilk global tasarım markası olan Nude Ron Arad, Rony Plesl ve Alev Ebüzziya’nın da aralarında olduğu dünyanın saygın tasarımcılarının birbirinden özel tasarım parçaları ile dikkat çekiyor. Markanın yalınlıkla tasarım zevkini buluşturan ev akseuarları koleksiyonu görülmeye değer.

Pordamsa
1976’da İspanya’nın geleneksel seramik bölgesi olan La Bisbal d’Empordà kurulan Pordamsa porselen üretimi ve pazarlaması yapan büyük bir firma.
Uluslararası arenada modern ve fonksiyonel tasarımlarını ulaşılabilir fiyatlarla tüketiciye sunmaktan gurur duyan Pordamsa masaüstü ve mutfak aksesuarları,cam eşya,çatal-bıçak takımı,banyo aksesuarları ve hediyelik eşya gibi pek çok alanda birbirinden şık tasarımlarıyla dikkat çekiyor.
dfoit_mayis

dergi_form_nisan

 

The Amityville HORROR

 

Selam! Korkunun karanlık koridorlarına hoş geldiniz
bu sayıda… Neden İngilizce başlık? sorusunu hızla savuşturalım: Evet bu başlığı “Dehşet Sokağı” diye de atabilirdim. Ama bu sayıdaki yazımda The Amityville Horror adını taşıyan iki evden birden bahsedeceğim. Yani gene bir re-make hadisesi söz konusu… Korku filmlerinin çok sevdiği bir temadır “lanetli ev” teması…Kendilerine eğlence arayan bir grup kızlı-erkekli yeni yetme genç…Yeni evli bir çift…Yeni doğmuş bir bebekleri olan genç bir çift…Hayatlarını kökten değiştirme kararları alıp taşraya taşınan iki ya da üç çocuğa sahip ortalama bir Amerikan ailesi…Hepsi de “lanetli ev” temalı Hollywood sinemasının öle bayıla filme çekmeye doyamadığı malzemelerdir. Bazen ev o kadar dehşet verici ve etkileyicidir ki oyunculardan rol çalarak başrole oynar. Hele ki film başlarken “Based on a true story” (Gerçek olaylardan esinlenmiştir) yazısını görürseniz ya sevgilinize sarılın ya da battaniyenin altına saklanın!
Şimdi şu özünde “kötülük barındıran ev” teması nedir ona bir göz atalım.
İçinde “saf kötülük” barındıran ev teması birkaç şekilde karşımıza çıkmaya meyillidir. Şöyle ki:

*Ev, konak, malikâne adını siz koyun; içinde gerçekleşen korkunç bir olay –bir cinayet, intihar, deli doktorların deneyleri, Şeytan’a tapma- nedeniyle eskiden içinde güzel çocukların koşuşturduğu mutlu ailelerin çay partileri düzenlediği bir “mutluluk” yuvasından bir “şer” yuvasına transfer olur. İyi örnekleri The Haunting, Rose Red Konağı (Stephen King), The House on Haunted Hill.

*Ev, çiftlik, apartman dairesi ya da otel odası içine taşınan aile veya aile fertlerinden birine musallat olan kötülük tarafından ele geçirilir. Bazen aile veya aile üyelerinden biri güzelim sorunsuz bir eve adeta bir hastalık gibi kötülüğü taşır. İyi örnekleri Omen, Paranormal Activity.

*Eve farkında olmadan ya da bilinçli getirilen bir obje (sandık, müzik kutusu, kukla) ve onun içinde barınan kötülüğün ortaya çıkması ile ev lanetlenir. İyi örnekleri Chucky, Insidious.

*Ev, malikâne, apartman eski bir mezarlığın, antik kült merkezinin, cadı yakma törenlerinin olduğu bir alana veya yakınına inşa edilmiştir. Bu yüzden huzursuz ruhlar bunun acısını zavallı yaşayanlardan çıkarmak için yapmadıklarını bırakmazlar. İyi örnekleri Evil Dead, Pet Semetary, The Amityville Horror.

*Saf, anlamsız ve sebepsiz kötülük… En tehlikelisi… Bazı evler kötüdür… Ardınıza bakmadan kaçın! İyi örnek The Shining, 1408… Gerçi rol çalanlarımız ikisi de ilginç bir şekilde otel ama olsun. Bazıları için oteller onların evidir…
İşte Amityville Horror’lar yukarıdaki kategorilerin güzel bir blended viski benzeri harmanı… 3 çocuklu bir aile, yeni bir hayat umudu, taşrada ıssız, tekinsiz ve karanlık bir geçmişe sahip garip bir ev… İyi değil mi? Şimdi filmimize/filmlerimize bir göz atalım.13 Kasım 1974’te, polis 112 Ocean Avenue, Long Island, New York adresinden korku dolu bir telefon çağrısı aldı. Polis oraya ulaştığında bütün aileyi yataklarında katledilmiş olarak buldu. Günler sonra, Ronald DeFeo, evdeki bir takım “seslerin” onu, anne ve babası ile 4 kardeşini öldürmeye ittiğini itiraf etti. Bir yıl sonra, George Lutz, Kathy Lutz ve çocukları hayallerindeki evi bulduklarını düşünerek aynı eve taşındılar. Taşınmalarından kısa bir süre sonra açıklanamaz ve acayip olaylar evde gerçekleşmeye başladı. Kâbus gibi görüntüler ve korkunç sesler hala evde olan bir kötülüğün habercisiydi.
Kızları Chelsea’nin “Jodie” adında hayali bir arkadaşının varlığıyla ürken Kathy, George’un da gece ve gündüzlerini bodrumda geçirmesiyle ailesini bir arada tutmaya çabalar. George bodrumda “Kırmızı Oda” adında gizemli bölmeye açılan gizli bir geçit keşfeder. Kötü sesler ve hayaller George’un kafasında yankılanırken ev canlanır ve sonsuza kadar “Amityville Horror” diye bilinecek olan tüyler ürpertici olaylar birbiri arkasına sıralanır. Kathy ve George Lutz’un gerçek hikâyesinden uyarlanan bu film şimdiye kadar filme çekilmiş en korkunç olaylardan biridir, çünkü gerçektir. Taşınmalarından 28 gün sonra Lutz ailesi evi arkalarına dahi bakmadan terk etti ve canlarını kurtarmakta şanslıydılar.
Orijinal Amityville Horror filmi 1979 yılında çok başarılı oldu. İzleyici 28 günlük gerçek hikâyeden çok etkilenmişti. Dünyanın her tarafındaki korku filmi tutkunlarının kült hikâyelerinden biri haline geldi. Film Oscar’a aday gösterildi ve popüler kültürün simgelerinden biri haline geldi. Zaman içinde George’un ailesiyle beraber yaşamış olduğu kısa kâbus gelmiş geçmiş en iyi perili ev hikâyelerinden biri haline geldi. Amityville Horror’un kitabı 10 milyon sattı ve hiç kimse Ronald DeFeo’nun tüfekle 8 atış yaparak insanları vurmasını ve kimsenin hiçbir ses duyamamasını açıklayamadı.Yıllar içerisinde, birçok başarısız yapım denemesinin ardından yapımcılar Michael Bay, Andrew Form ve Brad Fuller, filmin devamını çekmek yerine orijinal hikâyeye geri döndü ve yeni filmi Lutz ailesinin eve taşınmalarını takip eden olaylara dayanarak çektiler. En önemli meydan okuma, izleyicilerin filmi hemen ilk filmle karşılaştıracak olmasıydı. “Bu filmi yapmak için yola koyulduğumuzda hepimiz en iyi yaklaşımın, orijinal filmin ana öğelerini alarak kitapta olup da daha önce hiç kullanılmayan konularla birleştirmek olduğunda hemfikirdik” diyor Fuller. Ve ekliyor: “Texas Katliamı’ndan sonra gördük ki seyirci filmlerin gerçek hikâyeleri oluşu karşısında çok etkileniyor. Korku çok duygusal bir tepki, izleyiciler sahnede gördüklerinin kendi başlarına da gelebileceğini düşündükçe hikâye güçleniyor”
“Deniz kıyısında 120 yıllık bir ev bulmak kolay olmadı. Filmin 70’li yılların ilk yarısında geçiyor olduğu izlenimini vermek de diğer bir zorluktu. Ayrıca ev eski olduğundan 1930’lu yıllardan kalma mobilyalarla dekore edilmişti. Çekim ise 2005 yılında gerçekleşti. Çalışma sanki bir zaman makinesinde işler gibiydi.” diyerek sözlerini tamamlıyor.

İlk film ve yeniden çekim (re-make) ile devam filmi arasında bir yerde duran Dehşet Sokağı’nın başrolünde, hiç şüphesiz nereye giderseniz gidin devamlı sizi izleyen uğursuz gözlere benzeyen çatı katı pencereleriyle o meşhur uğursuz ev bulunmakta…

Gırrrrrççççç. Kim var orada? Ha-ha-hayırrrrrrr!..

Sağ kalanlarla önümüzdeki ay görüşürüz…
dergi_form_nisan

dergi_format_mart

 

The Haze Karaköy konforunda tarihin dokusu

 

Karaköy’de limanın yanı başında yer alan The Haze Karaköy, turizmin ve eğlencenin çekim merkezinde, tarih kokan etkileyici yapısıyla dikkat çeken yeni bir butik otel. Toplam 44 odası bulunan The Haze Karaköy, misafirlerine standart oda seçeneklerinin yanı sıra boğaz ve Galata Kulesi manzaralı penthouse suitleriyle farklı konaklama deneyimi sunuyor.

Turizmin ve eğlencenin çekim merkezi haline gelen Karaköy, son dönemde milyon dolarlık yatırımlarla hayata geçen yeni otel projeleri, yeni açılan lezzet adresleri ve sanat galerileriyle adından söz ettiriyor. Karaköy’ün merkezinde, limanın yanı başında yer alan The Haze Karaköy, geçtiğimiz Nisan ayında tekstil ve dış ticaret kökenine sahip, uzun süredir birbirlerini tanıyan Faruk Kiper, Abdullah Zaimoğlu, Faruk Ariti ve Kaan Kasacı’nın ortaklığında açıldı ve Genel Müdürlüğünü Efe Özkil’ in yaptığı bu şık otel; Karaköy İnşaat ve Turizm AŞ tarafından işletiliyor.

Mimaride neoklasik üslup

The Haze Karaköy’ün mimari projesi, GB Mühendislik’e ait. The Haze Karaköy, Karaköy’de geçmişte bir dönem fırın olarak kullanılan Keçeli Han ile hemen bitişiğinde, girişi 4.60 m olan tavan yüksekliğine sahip, Neoklasik üslupta anıtsal betonarme mimarlığın bir örneği olan ve 1930’lu yıllarda makara fabrikası olarak kullanılan tarihi binanın mekansal birleşiminden oluşuyor. Makara fabrikası olarak geçmişte faaliyet gösteren tarihi binanın pencere boşlukları altındaki çerçeveler ve pencereler arası düşey silmelerle bir art deco etkisi oluşturulmuş. Zemin kat üzerinde bulunan balkon, yine bir dönem yaygın olarak görülen ‘hitap balkonu’ geleneğini sürdürüyor ve aynı zamanda girişi vurgulayan bir saçak görevi görüyor.

Mekanlarda kullanılan tüm mobilyalar ve dekoratif görsel elementler butik konsept otel için özel olarak tasarlanmış. Malzeme seçimi ve aydınlatma çözümlerinde ise mekanı ferahlatıcı, yumuşak, dinlendirici bir tarz tercih edilmiş. Özellikle giriş katındaki eski Türk mimarisinde kullanılan geometrik ve kırık formlar ise butik otelin çevresindeki bölgesel dokuyla bağ kurması amacıyla tasarlanmış. Buna ek olarak, katlar arasında cam asansörle dolaşırken duvarlara dijital baskı olarak İstanbul’un sembolik grafik görselleri kullanılmış.

 

Penthouse suitleriyle
farklı bir konaklama deneyimi

Toplam 44 odası bulunan The Haze Karaköy, misafirlerine standart oda seçeneğinin yanı sıra, deluxe, superior, family oda seçenekleriyle birlikte boğaz ve Galata Kulesi manzaralı penthouse suitleriyle farklı konaklama deneyimleri sunuyor. Odalarda kullanılan televizyonlardan klimalara, duş başlıklarından banyoda ve odalarda kullanılan tüm malzemelere kadar her şey son teknoloji ürünlerden oluşuyor. Otel, butik bir konsepte sahip olsa da müşteri memnuniyeti anlayışıyla misafirlerine odalarında özel masaj hizmeti verebiliyor. Bunun yanı sıra ön büro çalışanları, misafirlerin dışarıda geçirecekleri zamanlarını en iyi şekilde değerlendirmelerine yardımcı olacak donanıma ve bölgesel bilgiye sahip.

 

ÖZGÜN LEZZETLERE EV SAHİPLİĞİ YAPIYOR

The Haze Karaköy’ün eskiden fırın olarak hizmet veren binasına özdeş olarak Portekizce ‘fırın’ anlamına gelen Forneria Restaurant, otelin giriş katında hizmet veriyor. Arda Türkmen’in iki ay önce taş fırında pişen pizzaları ve küçük potlarda fırında uzun pişen lezzetli yemekler sunmak üzere kurduğu yeni mekanının hiçbir yere benzemeyen, kendi özgü karakteristik bir atmosferi var. Basit, gündelik, sade bir yandan da güzel ve şık bir akşam yemeğine ev sahipliği yapabilecek bir mekan olarak tanımlanabilir.
Otelin en üst katında yer alacak olan boğaz manzarasına rahip restoran ise İtalyan Mutfağı’ndan örnekler sunacak. Şefliğini Alp Çekici’nin yapacağı restoranının en büyük özelliği, İtalya’dan getirilen özel taş fırını. Caserol ve güveçlerde yapılan uzun sürede özel taş fırında pişirilen yemekler ve pizzalar spesiyaller olarak öne çıkacak. Ayrıca ilerleyen dönemlerde Türk Mutfağı üzerine, konuklara özel workshop çalışması yürütme planı da mevcut.

 

Zincir olmayı hedefliyor

Özellikle internet üzerinden satış gerçekleştiren The Haze Karaköy, büyük tur operatörleri, transfer konusunda deneyimli acenteler aracılığıyla konuklarıyla buluşuyor. Otelde bulunan toplantı salonu ise, büyük şirketlerin The Haze Karaköy’ü seçmeleri için önemli bir kriter oluyor. Otel misafirlerinin büyük bölümü Avrupa’dan geliyor. Almanya ve İsviçre başta olmak üzere İngiltere, İtalya ve Fransa misafir portföyünün önemli bir kısmını oluşturuyor. İstanbul ve Türkiye’nin değişik destinasyonlarında yatırım çalışmalarına devam eden Karaköy İnşaat ve Turizm AŞ, ilerleyen dönemlerde büyümeyi ve zincir marka haline gelebilme hedefiyle çalışmalarını sürdürüyor.
www.thehazeistanbul.com

 

dergi_format_mart

dergi_format_mart

 

Bu otele giden ziyaretçiler, Paris’in üçüncü bölgesindeki meşhur Marais mahallesinde Picasso ve Carnavalet müzeleri, Bastille Operası, ünlü sanat galerileri, trendy butikler, restoran, cafe ve tiyatroları keşfedecekler. Otel; otantik, lüks, sıra dışı bir konaklama arayanlara Le Marais’nin sunduğu kültür ve moda hazinelerini keşfetme olanağı da sunuyor. Her oda kendine özgü birstil ve karakter taşıyor. Her biri lüks ve sürprizlerle dolu. Otelde, 16 oda ve bir junior süit bulunuyor. Farklı stillerde döşenmiş, kendi renk ve karakterine sahip. Modern, cesur, uyumlu ve en küçük bir detay bile odaların eşsiz atmosferine uyum sağlıyor.

Gaule Havaalanından 45 dakika uzaklıkta, Gare du Nord istastonuna 20 dakika ve Bastille, Saint Paul metro istasyonlarına yürüyüş mesafesinde. 20.yüzyılın başlarında bu alan, göçmenlerin gelmesiyle dönüşüme uğramış. Çok sayıda kumaş üreten atölyeler açılmış. IV.Henry’nin projesiyle burada Place de France meydanı yapılmış. Bugün, bu bölge, yeni trend keşifleri ve özgün yollarla kıyafetlerin yeniden değerlendirildiği bir adres olmuş.

Otelin dekorasyonuna imza atan ünlü modacı Christian Lacroix burası için ”Her oda hikayenin başlangıcını anlatmalıydı, bu hikaye de gezginler tarafından tamamlanmalıydı.”demiş.

Rustik, Toile de jouy desenli Marais, tarihi Marais damaskları daha eğlenceli bir hale dönüştürülmüş. Puantiye döşemeler, yeşil koridorlar, beyaz çizgili siyah kapılar, eğlenceli konsollar, modern banyolar, panoramik duvar kağıtları, Barok, Rococo ve Couture stilde odalar oluşturmuş. Maskülenden feminene, kuzeyden güneye, çiçeklerden çizgilere, tarihi altın tonlarından florasan renklere geçişler yaratılmış.

Katların birbirine labirent gibi bağlanışı, böylece oluşan yeni alanlar fonksiyonellik yaratmış. Ansiklopedilerde  görülen 20.yüzyıl binalarını veya bebek evlerini çağrıştırıyor. Her bir katın diğerinden oldukça farklı atmosferi var. Böylece yolculuğunuz otelin içinde de devam ediyor. Zamanında resepsiyonun olduğu alanda Victor Hugo’nun da alışveriş ettiği bir fırın varmış. Lacroix tarafından giydirilmiş olması ve Marais tarihi, bu eksantrik oteli yeterince ilginç kılıyor. Yakında görülmesi gereken Marche des Enfants isimli oldukça hip bir alan ve Paris’in en eski yiyecek marketi var. Stil bilinci olan gezginler için bunun gibi şık ve yoğun geçmişe sahip butik oteller unutulmaz anılar biriktirmenizi sağlayacak.

 

dergi_format_mart

dergi_format_mart

 

City Circus süreklİ seyahat eden gezgİnler İçİn çok İyİ bİr Alternatİf. Hostel, sınırlarda yaşamayı seven, farklı olanı kucaklayan, sürrealİzmİn derİnlİklerİne İnen ve özgürlüğü keşfeden bİr felsefeyİ benİmsİyor. Maceraya bİraz ara vermek İstedİğİnİzde City Circus yorgun ayaklarınızı dİnlendİrmek ve hayallerİnİzİ gerçekleştİrmeyİ planlarken mola verebİleceğİnİz İdeal bİr durak.

City Circus, Atina’nın merkezinde sıra dışı ve hip Psirri bölgesinde kurulmuş. Burası Atina’nın ghetto turizm alanı haline gelmiş. Şehrin her yerine kısa bir yürüyüş veya bisikletle ulaşmak mümkün. Bu bölgede her zaman tiyatroya gidenleri ve geceyi koklamayı sevenleri bolca görebilirsiniz.

Fresk tavanlar, ferforje balkonlar, modern tasarım elementleri, yerel sanatçılar tarafından yapılmış sokak sanatı eserleri ve vintage mobilyalar dekorasyona hakim. Hostelin olduğu bölge ve binanın yapısı da konseptini belirlemeye yardımcı olmuş.

Hostelin terasındaki partilere sokaktan geçen herkes katılabiliyor. Acropolis’in zamansız manzarasını seyre dalıp ardından rahat yataklarda yorgun bedeninizi dinlendirmeniz gerekecek çünkü ertesi gün sizi çılgın aktiviteler bekliyor olacak.

Psirri’deki en ayrıcalıklı şeylerden biri de bölgedeki eşsiz sokak sanatı. Nostalji, keskin köşeli yaratıcı ruh, sürrealizmin etkileri birleşiyor. Dekorasyondaki her bir parçanın kendi geçmişi ve buraya geliş hikayesi var. Ekip tüm Avrupa’yı dolaşmış ve koleksiyonlarına farklı parçalar eklemiş. Tavandaki yüz yıllık sanat eserinden, 50’lerden kalma okul masa ve sandalyelerine, 30’lardan avizeler ve 60’ların Danimarka’lı divanlarına kadar rengarenk ve görsel zenginlikli bir bütün oluşmuş. Her parça bir arada harika bir uyum oluşturmuş. Bazen gelen misafirler de geriye kendi sanat çalışmalarından bırakabiliyormuş. Kasten uydurup karıştırmak değil dekorasyonu oluştururken hedefledikleri, sadece sevdikleri ve birlikte güzel duran objeleri seçmek olmuş. Sürekli gerçeklikten kaçan sirk gezginleri gibi, 20.yüzyıldan kalma bu neoklasik binada herkesin kaçmak isteyeceği bir rüya yaratmak istemişler hayalperestler ve özgür ruhlar için.

 

dergi_format_mart