berlin

Motto Tasarım Olivia Cumming’s

Doğal taşlara ve İstanbul’a  aşık bir Avusturalyalı tasarımcı;

Kristal taşları nasıl bilirsiniz? Farklı renklerde ve şeffaflıkta, hepsi birbirinden güzel, doğal ve yalın. Her birine ayrı ayrı irili ufaklı şekiller veriliyorkolye ucuna takılan detaylar  ile işlem sona eriyor. Özenle seçtiği  taşları Tophane’deki atölyesinde tasarlıyor. Doğadan ilham alan Olivia tam bir hayalperest. Hikayesi de en az kendisi kadar sürprizlerle dolu ve  ilham verici. Küçüklüğünden beri kristal taşlara aşık. Avusturalya’da başlayan hikayesi önce Fransa, sonra Berlin, Hindistan ve şimdi  Türkiye’de devam ediyor.

Atölyede birbirinden farklı rengarenk  taşlara bakıp da etkilenmemek mümkün değil. Tasarımların doğal ve yalın oluşu ürünleri daha da cazip hale getiriyor. Taş deyip geçmemek lazım, her bir taşın kendine özgü bir özelliği var. Örneğin Turkuaz; dinginlik verip, kaygıları yok ediyor. Rengi ve yüksek enerjisi sayesinde kederli durumları izole edip huzur veriyor. Mor renkli bir kuvars kristali olan ametist manevi dünyaya açılan üçüncü gözün simgesi, kimini dinginleştiriyor, kimine enerji veriyor kimine de şans getirdiğine inanılıyor! Doğal taşların etrafında gezinirken  biraz daha merak ediyor ve büyüleniyorsunuz. Tam da şu sıralar  baharın gelişini tüm enerjimizle kucaklarken Olivia Cumming’sin doğal, rengarenk, özgür, bohem ve ilham veren dünyasına konuk olduk bu ay. Her şeyin bir sebebi olduğuna inanan Olivia, hayallerini gerçekleştirirken aynı zamanda keşfetmeye, daha çok paylaşmaya ve hayatına sığdırabileceği kadar muhteşem anıları da biriktirmeye devam ediyor…

Sizi biraz tanıyabilir miyiz?

Merhaba, ben Olivia! Avustralya’lıyım,orada büyüdüm ama altı yıl Paris’te yaşadım ve Berlin’de de bir yıl kadar kaldım. Bir buçuk sene önce İstanbul’a aşık olup yerleşme kararı aldım. Türk kültürüne karşı oldukça ilgiliyim. Bazı seyahatler sırasında ara sıra İstanbul’a uğruyordum,  pazarları  keşfetmekten, dolaşmaktan büyük keyif alıyorum. Yemek yapmayı, kumaşları sağlıklı yaşamı ve yerel pazarları seviyorum.

Cleopatra’s Bling markası nasıl oluştu?

Kendimi bildim bileli hep taşlara ilgim vardı. Çocukken onlarla oynardım ve hep büyülenirdim. Cleopatra’s Bling aslında benim hep kullanmak istediğim takıları  tasarlamamla başladı. Çok ilgi gördü ve şimdi Tophane’deki atölyemde tüm takılarımı tasarlıyorum.

Neden özellikle kristal taşı tercih ettiniz ? Kristal dışında hangi taşları kullanmayı tercih ediyorsunuz ? Biraz özelliklerinden bahseder misiniz?

Doğal formları seviyorum ve elbette enerjisini seviyorum hepsinin. Maalesef bugün her şey endüstriyel hale geldi. Her şey bir örnek ve yaratıcılıktan yoksun. Ben doğal olanı tercih ediyourm. Onların enerjisine inanıyorum. Tüm tasarımlar el yapımı; kolyeler, yüzükler, bilezikler…

Bir çok farklı taşlar kullanıyorum ama en sevdiklerim arasında Quartz, Fluorite, Turquoise geliyor. Bu yaz daha çok turquoise kullanacağım.

Taşları nerelerden getiriyorsunuz?

Turkeye, Hindistan, Avusturalya ve  Afganistan’dan.

 

Peki, İstanbul sizin için ne anlam ifade ediyor?

 

İstanbul benim yaratıcı olduğum yer!

 

Son olarak motto’nuz

 

“Energy in, energy out” yani ne enerji verirsen o sana geri döner.

 

Meral Uyanık

Madrid’de bir Çatı Loftu

Nuria Mora şehirli bir sanatçı. Sanat, renkler, geometrik desenler aynı zamanda evin mimarisiyle bütünleşiyor ve ayrıca kanvaslarda yerini alıyor. Nuria dünyayı gezmiş, sıra dışı yerlerde çeşitli eserlere imza atmış. Londra’da Tate Modern’de, Berlin, Paris, Arjantin, New York ve Rio’daki inovatif galerilerde, Meksika plajlarında, Küba, Şili ve Arjantin’in ara sokaklarında çizimlerine kolaylıkla rastlamak mümkün.

Evi Madrid’teki Lavapies bölgesinde bir çatı katı. Renovasyondan geçmiş bu kat sahibinin karakterini fazlasıyla yansıtıyor. Spontan ve doğal fakat  asla sıradanlıktan oldukça uzak bir stile sahip. Her şey görünür ve açık halde sergilenmiş. Fırçalar, boyalar, çeşitli malzemeler, ev gereçleri de dışarıda bırakılmış, aynı zamanda Royal Albert İngiliz porselenleri ve Meksikalı toprak tabaklar da nerdeyse evin tamami bir müzeyi çağrıştırıyor.

Renzo Piano

Renzo Piano, 1937 yılında, inşaat sektöründe faaliyet gösteren bir ailenin çocuğu olarak, Cenova İtalya’da dünyaya gelmiştir. Milano Politechnic Architecture School’u 1964 yılında bitirmiştir. Mezuniyetin ardından babasının firmasında çalışma hayatına başlamıştır.

İngiltere ve ABD’ye yaptığı seyahatlerle mesleki deneyimlerini zenginleştirerek 1965-1970 arası Louis I. Kahn ile Philadelphia’da ve ZS. Makowski ile de Londra’da çalışma fırsatı elde etmiştir. Renzo Piano’nun mimariye yaklaşımını etkileyen diğer bir önemli isim ise Pierluigi Nervi olmuştur.

İsmini duyurduğu ilk çalışması Osaka’daki Expo’70 için hazırladığı İtalyan Endüstri Pavyonu olmuştur. Bu pavyon sektörde büyük ilgi çekmiş ve Piano’nun ün kazanmasını sağlamıştır. Expo’70 için tasarım yapan bir başka genç mimar olan Richard Rogers ile de bu sayede tanışmışan Piano, kendisiyle birlikte Paris’teki Georges Pompidou Merkezi için düzenlenen yarışmaya girmiş ve kazanmışdır.

Yarışmaya kazanan projeleri sayesinde, Paris’in kalbinde, açıldığı günden bu güne 150 milyon kişinin ziyaret ettiği, figüratif sanatlar, endüstri tasarımı ve edebiyat konusunda bir sembol haline gelen yüz bin metrekarelik George Pompidou yapısı ortaya çıkmıştır.

Her iki mimarın da ünleri böylece dünyaya yayılmıştır. İkilinin ortaklığı 6 yıl sürmüştür. Rogers ofisini Piano’nun o dönem faaliyet gösterdiği Londra’ya taşımıştır. 1977’de ise Piano, “l’Atelier Piano & Rice”ı kurmuş, inşaat mühendisi Peter Rice ile birlikte Rice’ın 1993’teki ölümüne kadar ortak çalışmalar yürütmüştür. Daha sonraki dönemlerde, Paris ve Cenova’da ofisler açan Renzo Piano, son olarak Building Workshop’ı kurmuştur. Burada halen 100’ü aşkın mimar, mühendis ve çeşitli dallarda uzman çalışmaktadır.

Renzo PIANO ‘nun 1966-2014 yılları arasında tasarlamış olduğu planları ve eskizleri içeren kitap Yazar Philip Jodidio tarafından kaleme alınmıştır. Kitapta yazar Piano’nun her projesi için “bir Rönesans” ifadesini kullanmaktadır. Renzo Piana da her yeni projesini, “yeni bir doğum” olarak nitelendirmiştir kitapta.

Yapıldıktan bir süre sonra kentin imzası haline dönüşen yapıların mimarı olarak bilinen Piano’nun, Pompidou Center, The New York Times Binası ve The Shard başta olmak üzere eserleri sırasıyla şunlardır:

*Centre Georges Pompidou (Richard Rogers’la birlikte),

*Paris, Fransa-1977 *Menil Koleksiyonu Müzesi, Houston, ABD- 1986

*S.Nicola Stadyumu,Bari, İtalya- 1990

*Columus Uluslararası Sergisi : Akvaryum ve Kongre Salonu, Cenova, İtalya- 1992

*Lingotta Kongre ve Konser Salonu, Torino, İtalya- 1994

*Kansai Uluslararası Havalimanı terminali, Osaka, Japonya- 1994

*Meridyen Oteli ve İş Merkezi, Lecco, İtalya- 1995

*Liman Yönetimi Genel Merkez Binası, Cenova, İtalya- 1995

*Debis Binası, Daimler Benz Genel Merkezi, Potsdamer Platz, Berlin, Almanya- 1997

*Parco della Musica Oditoryumu Salonları, Roma, İtalya-2002

*Beyeler Vakfı Müzesi, Riehen, İsviçre- 1997

*High Müze Eklentisi, Atlanta, ABD-

*Jean Marie Tjibau Kültür Merkezi, Nouméa, Yeni Kaledonya-1998

*Hermes Evi, Tokyo, Japonya-2001

*Padre Pio Hac Kilisesi, San Giovanni Rotondo, Foggio, İtalya- 2004

*Renzo Piano Building Workshop, Punta Nave,

*Paul Klee Merkezi, Bern, İsviçre- 2001

*Kaliforniya Bilim Akademisi tadilat, San Francisco, California- 2008

 

Georges Pompidou Centre Paris 1971-1977 Renzo Piano’nun, kariyerine damga vuran ve Paris’in sembollerinden biri haline gelen projesi Paris’teki Ulusal Sanat Merkezi-Georges Pompidou binasıdır.

Piano’nun bir başka usta mimar olan, İngiliz Richard Rogers’la birlikte tasarladığı bina, Paris şehri için modern bir sanat merkezi ve mimari bir sembol oluşturmak için açılan uluslararası bir yarışmanın sonucu olarak ortaya çıkmıştır. İtalyanİngiliz ortaklığıyla yapılan teklif, Fransız mimar Jean Prouvé başkanlığında bir jüri tarafından 680 diğer proje arasından seçilmiştir. Son derece cüretkâr ve avangard olan bu bina, döneminin yapısalcı fikirleri ve teknolojisinden esinlenmiştir. Binayı sarmalayan yapı unsurları, boruların görünür bırakılması ve iç mekânı şekillendiren mekanik aksamlar teknolojiyi öne çıkarma fikrinin bir sonucu olmuştur. Dolayısıyla bina , içinde bulunduğu tarihi bölgenin genel dokusuyla güçlü bir kontrast oluşturan, iyi tasarlanmış, endüstriyel bir makina gibi görünmektedir.

 

NEMO Centre Amsterdam 1992-1997

Renzo Piano’nun 90’lı yılların ortasında Amsterdam ‘da gerçekleştirdiği bilim müzesi projesi sadece bir müze binası olmaktan çok şehre fark katan bir mimari şaheserdir. Bakır dış duvarları ve kendine has geometrisiyle güçlü bir şehir sembolü olan bina, Amsterdam’ın dünya denizciliğine damga vurduğu zamanlardan kalma bir hayalet gemiyi andırmasıyla da dikkat çekmektedir. Binanın, Jules Verne’in ünlü Denizler Altında Yirmi Bin Fersah romanının kahramanı NEMO’nun adını taşıması da tesadüf değil elbette.

 

Hermes Mağazası Tokyo 1998-2006

1998 yılında, ünlü Fransız markası Hermes için Tokyo’nun ünlü moda merkezi Ginza’da tasarlamış olduğu mağaza, sergi merkezi ve metro bağlantı projesi, yapının tüm fonksiyonlarını bir arada ve uyumlu çözümlemiş, özgün modern mimari tasarım olarak değerlendirilmektedir. Bölgenin yoğun mimarisini 10 metre cepheli 10 katlı bir binayı yarı saydam giydirerek hafifletmesi ve aynı zamanda bu görünümle Japon evlerindeki pirinç kağıdından yapılmış ara duvarları hatırlatması iyi planlanmış mimari detaylardır. Ayrıca bu cephenin Hermes eşarplarına uyan lüks bir atmosfer çağrıştırdığı da dikkatli gözlerden kaçmaz.

 

Peek & Cloppeburg Ticaret Merkezi Cologne 1999-2005

Köln’de yer alan bu alışveriş merkezinin tasarımı birçok açıdan Piano’nun kendine özgü imzasını taşımaktadır. Metal, cam ve ahşabın birlikte kullanımı ve binanın büyük boyutuna rağmen ona belirgin bir hafiflik ve gözden kaybolma hissi veren teknolojik tasarımı İtalyan mimarın tarzını yansıtmaktadır. Tüm binayı kaplayan ve doğadaki biçimlere bir atıf yerine geçen parlak cam kafesden oluşan dış yüzey binayı şehre uyumlarken, yumuşak, akışkan formu da gelip geçenleri içerideki mağazalara bakmaya davet etmektedir.

 

Astrup Fearnley Modern Sanat Müzesi / Oslo 2006-2012

Piano’nun Oslo’nun güneydoğusundaki Aker Bryggeat bölgesinin yeniden yapılandırılması çerçevesinde tasarladığı bir yapı olan bu projesi: hem ofis alanları sunan bir sanat müzesi, hem halka açık bir heykel parkı, hem bir şehir plajı ve su kenarında bir yürüyüş yoluna ev sahipliği yapmaktadır. Cam, metal ve ahşabın çeşitli biçimlerde bir araya getirilmesi ile şekillenen Piano’nun genel tarzını burada da gözlemlemek mümkündür. Binaların kendine has formu ve kullanılan şeffaf malzeme, doğal ışığın sergi alanlarına girmesini sağlanmaktadır. Bu binayla birlikte Piano’nun formunun zirvesine çıktığını ve binanın estetik, sembolik ve teknik özellikleri itibarıyla ortaya çok etkileyici bir ürün koyduğu söylenmektedir.

 

The Shard Londra 2000-2012

 Piano’nun Londra’nın profilini değiştiren projesi, bir cam kırığı şeklinde göğe yükselen 309 metre uzunluğunda bu gökdelendir. The Shard aynı zamanda Avrupa’daki en yüksek binalardan biridir. Piano her zaman olduğu gibi, özellikle de binaya yapışık olmayan ve açılı yerleştirilen cam dış cephe aracılığıyla hafiflik ve zarafet hissi veren bir bina yaratmayı başarmıştır. Bu dış cephe aynı zamanda binaya doğal bir havalandırma sistemi de kazandırmıştır. Yapı, kamusal alanlarla (restoranlar, oteller ve panoramik bir salon) özel yaşam alanlarının (ofisler ve konutlar) iç içe kullanıldığı bir projedir.

 

Gülen Yalçınkaya Özelçi

dfoit_mayis

 

DOĞAYA,YARATICILIĞA VE ŞEHİR KÜLTÜRÜNE AİT ARADIĞINIZ NE VARSA HEPSİ BU ÇATI ALTINDA

Batı Berlin’de yer alan, Design Hotels üyesi Otel Bikini Berlin 2013 kışında açıldı. İç dekorasyonunun tasarımı Studio Assliyer tarafından gerçekleştirildi. 149 odaya sahip otel büyük şehir ve jungle konseptinin bir arada uygulandığı oldukça eğlenceli bir tasarıma sahip. Werner Assliyer ve ekibi tarafından dizayn edilmiş. 100 kişilik bir konferans salonuna, geniş bir roofu, zengin bir mutfağı olan lezzetli bir restoranta ve hayvanat baçesi manzarılı bir saunaya sahip. Oteli eğlenceli kılan detaylardan biri de XL odalarda kişisel bisikletler bulunması.

Odalarda kent ve orman yaşamından alınmış ilhamın yansıdığı tasarım detayları birbirine tezat bu kavramlar büyük bir ustalıkla harmanlanmış genel konseptte. Çağdaş insanın tüm ihtiyaçlarını karşılayacak teknolojik yeniliklere uyum sağlayan donanımlar kullanılmış odalarda. Otelin odalarının gecelik fiyatları 110EUR’dan başlıyor. Oteli ziyaret etmek isteyeceklere şimdiden söyleyelim: 1000m2’lik yazlık teras, DJ’in sürekli bulunduğu bir lobi renkli atmosferin diğer bütünleyicilerinden.

Otelin Batı Berlin’deki bu binası, döneminin ikonlarından, bu yüzden savaş sonrası tarih için önem teşkil ediyor. Çevresinde büyük bir park ve hayvanat bahçesi olması, mimari stüdyoya projeyi gerçekleştiren mimari ofise de yola çıkış için ilham kaynağı olmuş, konseptinin de belirleyicisi haline dönüşmüş bu doğa çevre demekte fayda görüyoruz.

Doğa ve şehir kültürünü harmanlayarak, “Urban Jungle” stilini oluşturmuşlar. 149 odanın yarısı, hayvanat bahçesindeki maymunların yaşam alanına bakıyor. Bu da otelin atmosferini daha da ilginç bir hale getiriyoruz.

Tasarımda genel olarak kullanılan doğal materyal ve renkler sıcak bir atmosfer yaratmış otelin genelinde. Otelin hayvanat bahçesine bakmayan diğer odaları Batı Berlin’in meşhur “BREİTSCHEİD” meydanına ve “Kaiser Wilhelm” kilisesini görüyor. Bu doğal ve kültürel manzara otelin konseptinin ayrılmaz bir parçası olarak konumlandırılmış odalarda. Şunu da unutmadan belirtelim ki, odalarla daha keskin Berlin’in yaratıcı tarafını da vurgulayan daha şehirli bir ruh da yaşatılmak istenmiş. Yaratıcılık, doğa ve şehir kültürü kavramları bütün otel genelinde doğal bir ahenkle ve sırayla kendini gösteriyor demek otelin konseptini özetleyecek en doğru cümle olacaktır kanısındayız.

Adeta 21. yüzyıl insanın ihtiyaç duyacağı tüm ilham bu duvarların arasına özenle yerleştirilmiş. Son bir not: Terastaki restoran çok özel mutfakları içeriyor, konumu ve sunduğu lezzet ile sadece konukları değil herkesi buraya çekiyor.

dfoit_mayis

dergi_format_mart

 

Wombats markası Viyana, Berlin, Münih ve Haziran 2012’de Budapeşte’de bu şehir otelini açmış. Burada tüm dünyadan insanlar tanıyabiliyor, hikayeler paylaşabiliyor, ve seyahat maceralarının bir parçası olabiliyorsunuz. Hostel kelimesi sadece bir yeri değil bir felsefeyi anlatıyor. Bugüne kadar 461 yatağıyla ve banyolu 112 odasıyla bugüne kadarki en büyük mekan burası. Hem büyüleyici bir atmosfer görüyor, hem de makul fiyatlara konaklayabiliyorsunuz. Kalite ve tasarımın parasal değerlerle ilişkilendirilmemesi gerektiğini düşünüyorlar. Lokasyon, Deak meydanına yürüyüş mesafesinde. Burası üç metro hattının birleştiği şehrin ulaşım merkezi. En popüler gece hayatı mekanlarının bulunduğu 6.caddede yer alıyor.

Wombats Budapeşte ekibi bu zarif ve şık tasarımlı otelde sizleri çok canayakın bir şekilde karşılıyor. İçeride, keyifli bir dekorasyon ve rahatlığın tadını çıkaracaksınız. Renkli cam tavanlı lobi, iyi vakit geçireceğiniz çok hoş bir alan. Wombats şimdiye kadar temizliği, etkinlikleri, çalışanların ilgisi ve yardımseverliği ile övgü toplamış. Bir hostelde arayacağınız her şey burada var. Parti yapmak, arkadaş edinmek ve sosyalleşebilmek burada çok önemseniyor. Herkesin ortak vakit geçirebileceği pek çok alan var. Sabaha kadar açık olan Wombats, bilardo masası, jetonla çalışan çamaşırhane, misafirler için ortak bir mutfak her Wombats otelinde bulunuyor. Wombats’ı kuran, kendileri de gezgin olan ekip Marcus ve Sasha 1988’de Melbourne‘de bir gece parasız kalmışlar ve bir pub’ta John isminde bir adamla tanışmışlar.

Beraber bilardo oynamışlar ve iyi vakit geçirmişler. Yollarına devam etmek için otobüs beklerken burada oyalanmayı düşünüyorlarmış. Tüm gece oyun oynadıkları bu adam, onları evine misafir etmiş evinde beş tane wombats varmış. Bu Avustralya’lı keseli hayvanlara deli oluyormuş ve bir gün bir hostel işletip bu ismi vermeyi düşünüyormuş. İki yıl sonra tekrar Melbourne’e gittiklerinde John’un trajik bir trafik kazasında öldüğünü öğrenmişler. Birkaç yıl sonra Viyana’da bir hostel işletmeye karar vermişler ve bu olaydan çok etkilendikleri için verecekleri isim de hiç şüphesiz “Wombats” olmuş. Tüm çalışanlar da gezginlerden oluşuyor. Wombats otelleri bir çok ödül almış. 25.000 işletmenin katıldığı “HOSCARS” ödüllerini yıllardır topluyormuş. Kriterler: karakter, güvenlik, lokasyon, personel, eğlence ve temizlik.

 

dergi_format_mart

dfoit_subat

 

MODERNİST AKIMIN ÖNCÜSÜ “AZ  ÇOKTUR” MOTTOSUNUN SAHİBİ MİMAR:

L. MIES VAN DER ROHE

 

Dergimizin bu sayısında, ünlü mimarlar köşesinde, önemli bir ekol olan bir mihenk taşını konuk edeceğiz.  83 yıllık yaşamının her anını üretken ve dolu dolu yaşamış, “Az Çoktur” diyerek bir döneme damgasını vurmuş olan Ludwig Mies Van Der Rohe’yi…

 

1886 yılında Almanya’da doğmuş olan Rohe, taş ustası olan babasıyla duvarcılık atölyelerinde çalışmıştır. 13 yaşına geldiğinde Berlin’e taşınmış, orada Art Nouveau mimarı ve mobilya tasarımcısı Bruno Paul için çalışmaya başlamıştır. 1907’de ilk tasarımını yapmış. (Filozof Alois Riehl için Riehl Evi)

1908’de Mimar Peter Behrens ile çalışmaya başlamış ve orada Karl Friedrich Schinkel ve Frank Lloyd Wright ile ilgili araştırmalar yapmıştır. Mies 1913 yılında Berlin’e taşınmış ve Ada Bruhn ile evlenmiştir. Evlendikten sonra Berlin’de kendi mimarlık bürosunu açar… I. Dünya Savaşı’nda Balkanlarda görev alıp döndükten sonra, gökdelenlerle ilgili çalışmalar yapmaya başlamıştır. 1921 yılında Bruhn ile evliliklerini sona erdiren Mies, adını annesinin kızlık soyadını da ekleyerek Ludwig Mies van der Rohe olarak değiştirmiştir.

1920’lerde Berlin avangard (avant-garde) stilinde aktif rol almıştır  ve Hans Richter, El Lissitzky, Theo van Doesburg gibi modern sanatı savunur. O dönemde Mies’in bir bloğunun bulunduğu modern apartmanlar ve evler tasarlanmıştır.

 

BARCELONA PAVILLION

 

1929’da Mies, en ünlü projelerinden birine imza atmış. Uluslararası Barcelona sergisindeki Alman Pavyonu (Barcelona Pavillion), 1938’de yıkılıp ve daha sonra 1986’da yeniden inşa edilmiştir.

Kolonlarla desteklenen düz bir çatıya sahip olan pavyonun iç duvarları cam ve mermerden yapılmıştır ve bu duvarlar yapıyı desteklemedikleri için hareket edebilirler. Mies’in diğer tasarımlarında da gözlenen “boşluk, hacim, uzay” (space) kavramı bu pavyonda da belirgindir.

 

1930 yılında Mies, Berlin ve Dessau’daki Bauhaus’un başına geçmiştir. Fakat yeni seçilen Nazi hükümetinin baskıları yüzünden Bauhaus kapatılmak zorunda kalınmıştır. 1930’larda ekonomik ve politik değişiklikler yüzünden Mies’in çoğu binası inşa edilememiş ve  Stanley  Resor’un daveti üzerine 1938’de Amerika’ya taşınmaya karar vermiş.

 

Daha sonraki yıllarda Armour Institute of Technology Mimarlık Fakültesi yöneticisi ile görüşmeler yapmış. (Enstitünün adı daha sonra Illinois Institute of Technology olarak değiştirildi.) 1938-1958 yılları arasında Mies ITT Mimarlık Fakültesinin yöneticiliğini yapmış. 1940’larda kampüsün yeni tasarımını yapması istenmiş ve Mies çelik-cam tarzında çalışmalar yapmaya başlamış.

 

ITT Mimarlık Dekanı olarak, Mies 1958 yılında 72 yaşındayken istifa etmiş. 1959 yılında, İngiliz Mimarlar Kraliyet Enstitüsü’nden altın madalya kazanmış ve ertesi yıl Amerikan Mimarlar Birliği tarafından verilen en yüksek ödül olan AIA Altın Madalyası’nı almış. Başkan Lyndon Johnson tarafından, 1963 yılında Başkanlık Özgürlük Madalyası  Mies’e sunulmuş.

 

FARNSWORTH EVİ /USA

 

1944’te tamamen camdan yapılmış, sekiz ayak üzerinde duran, bölümlere ayrılmış tek bir odadan oluşan, o zamana kadar yapılmış en minimalist (less is more!) evi (FARNSWORTH HOUSE, Chicago) tasarlamış.

 

1950’lerde tasarımlarına devam ederken, esas hayalinin “cam gökdelen” yapmak olduğunun farkına varmış ve bu konuyla ilgili çalışmaya başlamış. 1951’de Chicago’da Twin Towers inşa edilmiş. Daha sonraları da benzer binaların yapımları devam etmiş. Seagram Building (New York) bu serinin en önemli binası olarak kabul edilir.

1962’de Neue Nationalgalerie’nin tasarımını yapması istendiğinde kariyerinin doruk noktasına gelmiş.

1966 yılında yemek borusu kanserine yakalanan Rohe, galerinin açılışını göremeden 17 Ağustos 1969’da yaşamını yitirdi. Geriye modernist bir ilhamla tasarladığı koltuk ve sandalyeleri, çoğu uygulanmış onlarca projesi, ‘Tanrı Detayda Saklıdır’ ve ‘Az Çoktur’ gibi mottoları kaldı…

 

YAPITLARI

1907: Riehl House,Potsdam, Almanya (İlk bağımsız projesi, Filozof Alois Riehl için tasarladı.)

1910: “Bismarck Monument” Projesi (Bingerbrück, Almanya)

1910-1911: Perls House (daha sonra Fuchs House olarak değiştirildi.)(Berlin, Almanya)

1912: “Kröller-Müller House” Projesi (Wassenaar, Hollanda)

1914: “House For Architect” Projesi (Berlin, Almanya)

1921: “Petermann House” Projesi (Berlin, Almanya)

1922: Feldman House, Berlin, Almanya Kempner House, Berlin, Almanya

“Glass Skyscaper (Cam Gökdelen)” Projesi Eichstaedt House, Berlin, Almanya

“Concrete Office Building” Projesi

1923: “Concrete Country House” Projesi

“Lessing House” Projesi (Berlin, Almanya)

“Ryder House” Projesi (Wiesbaden, Almanya)

“Brick Country House”Projesi

1924: “Mosler House” Projesi (Berlin, Almanya)

1925: “Dexel House” Projesi (Jena, Almanya)

1925: Monument for Alois Riehl, Berlin, Almanya

1927: Apartman Binası, Weissendof Housing Colony, Stuttgart, Almanya

1927- 1930: Lange House, Krefeld, Almanya

1928- 1929: Barcelona sergisindeki “Alman Pavyonu” (Alman Endüstriyel Sergisi ve Elektrik Pavyonu)(“Barcelona Pavyonu” olarak da bilinir.)(1930’da yıkıldı ve 1986’da yeniden inşa edildi.)

1930: Crous Apartmanı, Berlin, Almanya

Ruhtenberg Apartmanı, Berlin, Almanya

Hess Apartmanı, Berlin, Almanya

1930- 1935: Johnson Apartmanı, New York, USA

Vereinigte Seidenwebereiren A. –G. Firması için fabrika binası

1933: Karnaval Balosu için Bauhaus’un dekorasyonu (Berlin, Almanya)

1934: Brussels World Fair (Brüksel Dünya Fuarı) için “Alman Pavyonu”, Belçika

1934: “Mountain House for the Architect” Projesi

1939: Illinois Institute of Technology (IIT) için ilk (ön) kampus planı Chicago,USA

1944: ITT Kütüphane ve Rektörlük Binası Planı

1945: ITT sınıflar, metalurji fakültesi ve elektrik, fizik, kimya, inşaat mühendislikleri fakülteleri, mimarlık fakültesi, jimnastik&yüzme havuzu için çalışmalar.

1946–1951: Farnsworth House, Illionis, USA

1947: Mies Van Der Rohe Sergisi, Museum of Modern Art, New York, USA

Mies Van Der Rohe Sergisi, University of Chicago, USA

1948-1951: 860-880 Lake Shore Drive Apartmanları, Chicago, USA

1950: Barcelona Sergisindeki mobilyaların ve Tugendhat sandalyesinin tekrar gözden geçirilmesi.

1951-1952: MacCormick House, Elmhurst, Illionist, USA

1953-1954: “Convertion Hall” Projesi (Chicago, USA)

1954: Museum Of Fine Arts Planı

1954-1958: Seagram Binası, New York,USA

1957: Commercial Housing Building, pratt Institute,Brooklyn, USA

1957-1958: “Seagram Office Building” Projesi, (Chicago, USA)

1958-1961: Bacardi Office Building, Mexico City, Meksika

1958: “Mies Van Der Rohe Sergisi”Projesi, V Bienal São Paulo, Brezilya

1959-1964: Federal Center, Chicago, USA

1960-1961: “Schaefer Müzesi”Projesi (Schweinfurt, Almanya)

1960-1963: 2400 Lakeview Apartmanları, Chicago, USA

Lafayette Towers Apartman Binası, Detroit, USA

“Milbrook Commercial Center” Binası, Newark, USA

1962: “Pavyon Rekreasyon Alanı” Projesi, (Detroit, USA)

1962-1965: Duquneste Üniversitesi Bilim Merkezi, Pittsburg, USA

1962-1968: New National Gallery, Berlin, Almanya

1963: Lafayette Kuleleri, Lafayette Park, USA

1964-1968: Westmount Meydanı, Monteal, Kanada

1966-1969: Brown Wing, Museum of Fine Arts, Houston, USA

Mies’in yaklaşık 200 projesi (bina+plan+sergi) (yukarıda yer alanlar dahil) bulunmaktadır.(kaynak ; vikipedi.)

dfoit_subat