Tokyo

Nişantaşı Teşvikiye Dosyası 2

ARMAGGAN Art & Design Gallery

ARMAGGAN Nuruosmaniye mağazasının üçüncü katında bulunan ARMAGGAN Art & Design Gallery, genç sanatçıları desteklemek, yeni ve yaratıcı fikirleri sanatseverlere yansıtmak amacıyla kurulmuş. Bir tasarım ve üretim markası olan ARMAGGAN’ın içinde doğan ve tarihi yarımadada yeni bir çekim merkezi olmayı hedefleyen ARMAGGAN Art & Design Gallery’de yer alan eserlerin sergiler için özel olarak üretilmesi, galerinin ilke edindiği “bir proje alanı” olmak amacına hizmet ediyor.ARMAGGAN Art & Design Gallery, yurtiçi çalışmalarının yanı sıra yurt dışı sanat takvimlerine girmeyi, imza attığı sergilerle dikkatleri Nuruosmaniye’ye, Türkiye’ye çekmeyi; sergilerini ve sanatçılarını yurt dışı sanat fuarlarına taşımayı da amaç edinmiş.ARMAGGAN Art & Design Gallery, Nuruosmaniye’de zanaat-tasarım-üretim üçgeni içinde yer alan konumuna yakışan özel üretimlerle merak uyandırıyor. Sergilerine paralel olarak düzenleyeceği konuşmalar, atölye çalışmaları ve Nuruosmaniye’ye yayılan etkinliklerle İstanbul sanat izleyicilerinin yanı sıra bölgenin yabancı misafirlerine de ulaşmaya çalışıyor.

CAFE ZONE

Nişantaşı’nda altın üçgenin kalbinde konumlanan, en prestijli butiklere ve en trend gece kulüplerine yalnızca bir kaç adım uzakta olan Cafe Zone, Rumeli, Valikonağı ve Abdi İpekçi Caddesi’nin tam ortasında yer alan büyülü bir mekan. Beyaz Atölye Mimarlık tarafından yenilenmiş yüzüyle misafirlerini ağırlayan Cafe Zone, şık detayların ön plana çıktığı sıcak ve modern bir atmosfere sahip. Mimarların özel olarak tasarladıkları aydınlatmaları ile dikkatleri üzerine toplayan bu kafe, yaz kış kullanılabilen bahçesi ile bağımlılık yaratan bir keyif serüvenine davetiye çıkarıyor. Rahat kanepe ve koltuklarıyla bu ışıltılı mekan keyif  hissini doyasıya tattırıyor.

HAAZ

Haaz’ın, -dünyaca ünlü markaların mobilya, tasarım ve objelerin, dünyanın bir ucundan toplanan, bir eşi daha bulunmayan özel parçaların ve farklı kültürlerden sanatçıların özgün eserlerinin- yeni adresi iki katlı yeni konsept mağazası Nişantaşın’da .

Farklı hediyeler ve elbette yaşadığınız mekanı güzelleştirmek isteyenlerin ortak adresi Haaz hiç kuşkusuz.Tom Dixon,Andrew Martin,Gustav Louis,Artek,Droog Design,Moroso,BD Barcelona gibi dünyaca ünlü markaları bir arada ziyaret etme şansı yakalayabilir,sevdiklerinize özel hediyeler alabilirsiniz.

 

THE HOUSE CAFE

Bir klasik olan The house cafe Teşvikiye’nin sembolü haline geldi desek yanılmış olmayız.3 ortak tarafından kurulan The House Cafe 2002 yılında ilk şubesini Teşvikiye Atiye Sokak’ta açtı.Kısa zaman sonra tazelik,lezzet ve mevsimselliğin öne çıktığı yemekleri,içecekleri ve keyifli ortamıyla müdavim kitlesini oluşturdu. Ancak Teşvikiye’ye gelenlerin ilk durağı olduğundan yer bulmak oldukça zor hatırlamakta fayda var .

 

KOZMONOT

Nişantaşı’nın Atiye Sokak ve Mim Kemal Öke Caddesi’nden sonra son buluşma noktası Topağacı oldu. Topağacı merkezde Design Parallax tarafından geçtiğimiz günlerde açılan Kozmonot, tasarımsal kaygıları olmayan ama bir o kadar da dekoruyla ve menüsüyle farkındalık yaratan, iddiasız ve tematik ilhamını da ” Soğuk Savaş Yılları” ndan alan bir mekan. İsmi için uzaya çıkarak Dünya’yı uzaydan gören Rus kozmonot Yuri Gagarin’den ilham alınan Kozmonot Pub; aydınlatmaları, duvar resimleri ve farklı dekoruyla ilgi çekiyor. Servis ve menü ‘’gastro-pub’’ konseptinde hizmet veriyor; İddialı kokteylleri ile klasikleşmiş bir bar menüsünü birleştirmeyi başaran mekanda fıçı Guiness ; Kozmonot’un başlıca yaşam destek ünitesi. Ayrıca Almanya , Hollanda ve Belçika biraları ile; belli ülkelere özgü şarap ve lezzetler de menüde yer almakta.

LLDARO                                                                                                                                    

Etkileyici temaların ve duyguların en ince detaylarla porselende hayat bulduğu, dünyanın en ünlü porselen sanat ve dekorasyon objeleri markası Lladro,İstanbul Nişantaşı’nda açtığı konsept mağazası ile şimdi Türkiye’de.Dünyanın en saygın ve ünlü porselen markalarından biri olan Lladro, gerçekçi tasarımları, zarif siluetleri, benzersiz dokuları ve büyüleyici duruşlarıyla 1953 yılından beri porselenin kalbi olarak anılıyor. Sanat eserine dönüştürdüğü objeler ile hem dekorasyon severlerin hem de koleksiyonerlerin büyük ilgisini gören Lladro, koleksiyonunda farklı tema ve duyguları yansıtan heykel objelerin yanı sıra, avize, aplik, ayna gibi, objeleri de Lladro İstanbul Store mağazasında satışa sunuluyor.

Lladro, İstanbul Store, Lladro’nun Madrid, Bercelona ve Valencia mağazalarının haricinde, New York, Los Angeles, Moskova, Tokyo, Londra, Pekin, Hong Kong, Shangay ve Singapur mağazalarından sonra onuncu mağazası olarak İstanbul’da sanat ve dekorasyon severler ile buluşuyor.

 

MOC İSTANBUL

MOC İstanbul, 12 farklı ülkeden getirtilen yeşil kahve çekirdeklerini kendi kavuruyor, harmanlıyor ve ortaya inanılmaz  tatlar çıkıyor. Kahveye bambaşka bir boyut kazandıran Moc özellikle ‘cold brew’ adını verdikleri, buz ile 24-28 saatte soğuk demlenen kahveyi öneriyor.

Mekânın ortaklarından Sam Çeviköz ömrünü kahveye adamış. Adamış diyoruz çünkü Avustralya’da kurduğu kahve çekirdeği kavurma ve dağıtım şirketinin kazandığı başarılara uluslararası barista eğitmenliği, kahve festival ve yarışmalarında jüri üyelikleri gibi tecrübeleri de ekleyerek kahvenin çekirdekten fincana uzanan yolculuğunun her aşamasına hakim bir konuma gelmiş kendisi.

MOC İstanbul, kahve dışında Fransa’dan gelen çikolatalı kruvasanları, bizim damak tadımıza göre farklı bir lezzet olan Avustralya’nın milli yiyeceklerinden Vegemite ve fırında İspanyol omleti kahvaltınızı şenlendirecek seçeneklerden sadece bir kaçı…

 

 

 

SUNDAY COFFEE SHOP

Teşvikiye Camii’nin hemen arka sokağında yer alan Sunday Coffee Shop, sokağa bakan masaları ve konseptiyle çok keyifli bir mekan. Yazın pencere önündeki minderlerde oturabilir, kışın caddeye bakan sandalyelerinde oturup caz müzik ile kahve keyfi yapmak için birebir.Nişantaşı’nın kalabalığında sıyrılıp alışverişinize, gezinize mola vermek için ideal bir durak.Duvarlarındaki vintage kutuları ve tabloları ile sıcak bir hava katmış mekana. Karşılıklı değil de tek bir yöne bakan rahat sandalyelerine oturmadan kahvenizi sipariş etmelisiniz çünkü mekan self servis. Sunumu tahta bir servis tabağında gelen kahvenin yanında  kurabiye ve su ikramı yapılıyor. En sevilen kahveler ise ,Sunday Karamel Snow, Cold Vanilla ve Iced Latte.

TOST BİLDİKLERİM

Tos Bildiklerim iki katlı ,küçük bir mekan.Ancak tost hakkında tüm bildiklerinizi değiştirebilecek ölçüde de büyük!Mekanın sahibi Nişantaşı’nda yıllarca bar işletmeciliği yapmış olan Ender Saral.Ancak bar temposundan yorulan Saral bu kez farklı ve lezzetli bir konsept yaratmış.’’Tost işte’’ deyip geçemediğiniz birbirinden farklı çeşitte tost sunuluyor burada.En iddialı oldukları tost baget ekmek arasında cotto jambon ,mortadella,edam ve roka ile hazırlanıyor.Menüsünde 20 çeşit tost var ancak isimleri yok ,hepsine bir rakam ile mekanın baş harfleri verilmiş. Örneğin “TB05’ten istiyorum” diyorsunuz. Panini, kepekli, normal tost ekmeği gibi seçeneklerin olduğu mekanda füme somon, kıvırcık, Dijon hardalı, Meksika biber turşulu TB22; avokado, mozzarella, krem peynir, ıspanak pesto, üç renk fırın biberli TB24; esmer ekmek, kuzu füme, gouda, lahanalı TB04; fırın tavuk, taze soya filiz, üç renk fırın biberli panini TB15 tost çeşitleri ve fazlasını bulabilirsiniz.Ayrıca “Günün çorbası olarak sunulan  balkabağı veya pırasalı, sebzeli çorba da şimdiden favoriler arasına girmiş bile. Birkaç ay sonra Bağdat Caddesi’nde bir yer açma fikri de projeler arasında.

 

Mimar Hane : Kural Tanımayan Büyük Mimar Toyo İto

1 Haziran 1941 ‘de Güney Kore’nin başkenti Seul’de doğan Toyo Ito, 1965-1969 arası Tokyo Üniversitesi Mimarlık Bölümü’nde okudu. 1969’te mezun olduktan sonra Kiyonori Kikutake & Associates’te çalışmaya başladı.  Kısa bir süre bu şirkette çalıştıktan sonra 1971’de kendi şirketini kurmak için ayrıldı.

1971 yılında kendi mimarlık bürosunu kuran Ito, Tayvan’daki Dünya Olimpiyat Oyunları Stadyumu’nun da aralarında bulunduğu birçok esere imza attı. Urban Robot (Urbot) adıyla kurduğu şirket 1979’da Toyo Ito & Associates, Architects adını aldı. İlk yapıları Tokyo civarında yer aldı.

Geleneksel yapılara alternatifler üreten Japon mimar Toyo Ito farklı alanlardan gelen fikirleri ve kavramları mimariyle birleştiren ‘Kavramsal Mimari‘nin öncülerinden biri olarak tanınıyor. Bildiğiniz gibi kavramsal mimaride bir ürün olarak tamamlanmış olan yapı, ona yol gösteren fikirlerden daha az önemli sayılıyor. Bu fikirler, metinlerden, diyagramlardan ya da sanatsal enstalasyonlardan oluşabiliyor. Ito’nun sanatı, Munesuke Mita ve Gilles Deleuze gibi filozofların düşünceleriyle benzerlik gösteriyor. Sınırsız varlık felsefesini yansıtan eserleri için yepyeni  koşullar ve formlar arayışında olan mimar, mimarlık dünyasının bir nevi Nobel’i sayılan ve en prestijli ödülü olarak kabul edilen Pritzker Mimarlık Ödülü’ne 2013 yılında layık görüldü.

Pritzker mimarın ilk önemli ödülü değil. Ondan önce de  arasında 2010 yılındaki 22. Praemium Imperiale ödülü. 2006’da Royal Institute of British Architects tarafından verilen Royal Gold Medal ile 2002’deki Venedik Bienali sırasında aldığı Golden Lion for Lifetime Aclıievement ödülleri mevcut. Beyzbol tutkunu olan Toyo İto’nun 1991 yılında kendisinin ilk spor arenasını ( Dome in Odeta) tasarlayarak Japonya Sanat akademisi tarafından Eğitim Bakanlığı Sanat Teşvik ödülü alması da tesadüf değildir.40 yıllık meslek yaşamı boyunca birçok olağanüstü yapıya imza atmasının yanı sıra mimarinin sınırlarını zorlamasıyla tanınıyor. Ito, hedefine ulaşmak için gerekirse bildiği tüm kuralları yıkıp yeni baştan yaratacak kadar sıra dışı ve açık fikirli.

TOYO ITO ESERLERİ

• 1976 – White U Evi (kız kardeşi için yaptığı ev)

• 1984 – Silver Hut (Ito’nun kendi evi, White U’nun bitişiğinde)

• 1986 – Rüzgarların Kulesi, Yokohama

• 1991 – Yatsushiro Kent Müzesi

• 2001 – Sendai Mediatheque: Kütüphane, sanat galerisi,film stüdyosundan oluşan karma içerikli yapı

• 2002 – Serpentine Galerisi, London

• 2004 – Matsumoto Performans Sanatları Merkezi, Matsumoto, Nagano, Japonya.

• 2004 – Tod’s Omotesandō Binası, Tokyo

• 2006 – Taichung Opera Binası, Tayvan

• 2006 – Meiso no Mori Cenaze Evi Kakamigahara-shi, Gifu, Japan

• 2007 –  Tama Sanat Üniversitesi Kütüphanesi, Hachiöji, Tokyo, Japonya.

• 2008 – Kaohsiung Stadyumu, Tayvan

• 2009 – Porta Yangın Kuleleri, Barselona, İspanya

• 2011 – Toyo Ito Mimarlık Müzesi, Imabari-shi, Ehime, Japonya

 

“Bu yapı Toyo Ito’nun olmalı” dedirtecek belli bir stili olmayan, sürekli bir deney halinde ve  her projesinde farklı teknikler deneyen mimar ofisini açık bir laboratuvar gibi kullanıyor, çalışanlarını kendi çizgilerini bulmaları konusunda yönlendiriyor.

Toyo Ito,  birçok farklı mimari dili ve işlevi sentezleyerek, kendi kişisel detaylarını oluşturması ve bunu yaparken de doğadan ve insandan ustaca ilham alması ile öne çıkan bir mimar. Bu sebeple de Ito için “zamansız yapıların mimarı” denebilir. Samimi ve doğal bir insan olan Toyo Ito klasik müzik dinleyerek akşamları çalışmayı sevdiğini her fırsatta dile getirmektedir. Yaratıcılıktaki bitmek bilmeyen enerjisini “Farklı şehirleri gezmek, yeni insanlarla tanışmak, konuşmak ve çoğu zaman sadece etrafta dolaşmaktan” aldığını belirtir sıklıkla.

 

Ito tamamladığı her proje sonrasında “aslında her defasında ne kadar yetersiz olduğumun farkına varıyorum “ dediği bilinmektedir. Bu da onun sıra dışı bir zihne ve bakış açısına sahip olduğunun en büyük göstergelerinden biri. Bu farkındalık ile yeni bir projeye başlamak için gereken motivasyonu bulduğunu belirterek “işte bu yüzden asla belli, sabit ve bana özgü tek bir stilim olmayacak ve ben asla hiçbir işimle tam anlamıyla tatmin olmayacağım” Şeklinde özetlemekte kariyerini.

 

Genç mimarları eğitmek ve yetiştirmek için harcadığı çaba ve zaman neticesinde  Ito’nun stüdyosunda yetişmiş çok başarılı 150’ye yakın büyük isim saymak mümkündür.2010 Pritzker Ödülti sahibi Kazuyo Sejiıııa ve Ryue Nishizawa bunların en ünlülerinden ikisidir.

 

Sosyal sorumluluk projeleri de Ito için çok önemli ve değerlidir.

2011 yılındaki depremde evsiz kalan Japon halkı için tasarladığı evlerden oluşan “Home-for-All” adlı proje. Ito’nun mimariyi yeniden değerlendirmesine yol açmıştır.40 yılı aşkın mimarlık kariyerinde birçok kütüphane, ev.park, tiyatro binası, mağaza, ofis binaları ve ulusal pavyonlar için fuar standı tasarlayan Ito aslında çoğu zaman standart endüstriyel malzemeleri kullanmaktadır: Tüpler, borular, tel örgüler, oluklu alüminyum tabakalar ve geçirgen kumaşlar gibi. Son yıllardaki işlerinde ise güçlendirilmiş betondan daha sık faydalanmaktadır.

 

“Mimari nedir ve kim içindir”i sorgulayarak  “Mimari iki kişi arasındaki ilişkidir; insanları bir araya getirebilen şeydir.” Tezine ulaşan Toyo Ito’nun Prince to Architectural Press tarafından yayımlanan “Forces of Nature” adlı bir kitabı da mevcuttur.

Gülen Yalçınkaya Özelçi

Renzo Piano

Renzo Piano, 1937 yılında, inşaat sektöründe faaliyet gösteren bir ailenin çocuğu olarak, Cenova İtalya’da dünyaya gelmiştir. Milano Politechnic Architecture School’u 1964 yılında bitirmiştir. Mezuniyetin ardından babasının firmasında çalışma hayatına başlamıştır.

İngiltere ve ABD’ye yaptığı seyahatlerle mesleki deneyimlerini zenginleştirerek 1965-1970 arası Louis I. Kahn ile Philadelphia’da ve ZS. Makowski ile de Londra’da çalışma fırsatı elde etmiştir. Renzo Piano’nun mimariye yaklaşımını etkileyen diğer bir önemli isim ise Pierluigi Nervi olmuştur.

İsmini duyurduğu ilk çalışması Osaka’daki Expo’70 için hazırladığı İtalyan Endüstri Pavyonu olmuştur. Bu pavyon sektörde büyük ilgi çekmiş ve Piano’nun ün kazanmasını sağlamıştır. Expo’70 için tasarım yapan bir başka genç mimar olan Richard Rogers ile de bu sayede tanışmışan Piano, kendisiyle birlikte Paris’teki Georges Pompidou Merkezi için düzenlenen yarışmaya girmiş ve kazanmışdır.

Yarışmaya kazanan projeleri sayesinde, Paris’in kalbinde, açıldığı günden bu güne 150 milyon kişinin ziyaret ettiği, figüratif sanatlar, endüstri tasarımı ve edebiyat konusunda bir sembol haline gelen yüz bin metrekarelik George Pompidou yapısı ortaya çıkmıştır.

Her iki mimarın da ünleri böylece dünyaya yayılmıştır. İkilinin ortaklığı 6 yıl sürmüştür. Rogers ofisini Piano’nun o dönem faaliyet gösterdiği Londra’ya taşımıştır. 1977’de ise Piano, “l’Atelier Piano & Rice”ı kurmuş, inşaat mühendisi Peter Rice ile birlikte Rice’ın 1993’teki ölümüne kadar ortak çalışmalar yürütmüştür. Daha sonraki dönemlerde, Paris ve Cenova’da ofisler açan Renzo Piano, son olarak Building Workshop’ı kurmuştur. Burada halen 100’ü aşkın mimar, mühendis ve çeşitli dallarda uzman çalışmaktadır.

Renzo PIANO ‘nun 1966-2014 yılları arasında tasarlamış olduğu planları ve eskizleri içeren kitap Yazar Philip Jodidio tarafından kaleme alınmıştır. Kitapta yazar Piano’nun her projesi için “bir Rönesans” ifadesini kullanmaktadır. Renzo Piana da her yeni projesini, “yeni bir doğum” olarak nitelendirmiştir kitapta.

Yapıldıktan bir süre sonra kentin imzası haline dönüşen yapıların mimarı olarak bilinen Piano’nun, Pompidou Center, The New York Times Binası ve The Shard başta olmak üzere eserleri sırasıyla şunlardır:

*Centre Georges Pompidou (Richard Rogers’la birlikte),

*Paris, Fransa-1977 *Menil Koleksiyonu Müzesi, Houston, ABD- 1986

*S.Nicola Stadyumu,Bari, İtalya- 1990

*Columus Uluslararası Sergisi : Akvaryum ve Kongre Salonu, Cenova, İtalya- 1992

*Lingotta Kongre ve Konser Salonu, Torino, İtalya- 1994

*Kansai Uluslararası Havalimanı terminali, Osaka, Japonya- 1994

*Meridyen Oteli ve İş Merkezi, Lecco, İtalya- 1995

*Liman Yönetimi Genel Merkez Binası, Cenova, İtalya- 1995

*Debis Binası, Daimler Benz Genel Merkezi, Potsdamer Platz, Berlin, Almanya- 1997

*Parco della Musica Oditoryumu Salonları, Roma, İtalya-2002

*Beyeler Vakfı Müzesi, Riehen, İsviçre- 1997

*High Müze Eklentisi, Atlanta, ABD-

*Jean Marie Tjibau Kültür Merkezi, Nouméa, Yeni Kaledonya-1998

*Hermes Evi, Tokyo, Japonya-2001

*Padre Pio Hac Kilisesi, San Giovanni Rotondo, Foggio, İtalya- 2004

*Renzo Piano Building Workshop, Punta Nave,

*Paul Klee Merkezi, Bern, İsviçre- 2001

*Kaliforniya Bilim Akademisi tadilat, San Francisco, California- 2008

 

Georges Pompidou Centre Paris 1971-1977 Renzo Piano’nun, kariyerine damga vuran ve Paris’in sembollerinden biri haline gelen projesi Paris’teki Ulusal Sanat Merkezi-Georges Pompidou binasıdır.

Piano’nun bir başka usta mimar olan, İngiliz Richard Rogers’la birlikte tasarladığı bina, Paris şehri için modern bir sanat merkezi ve mimari bir sembol oluşturmak için açılan uluslararası bir yarışmanın sonucu olarak ortaya çıkmıştır. İtalyanİngiliz ortaklığıyla yapılan teklif, Fransız mimar Jean Prouvé başkanlığında bir jüri tarafından 680 diğer proje arasından seçilmiştir. Son derece cüretkâr ve avangard olan bu bina, döneminin yapısalcı fikirleri ve teknolojisinden esinlenmiştir. Binayı sarmalayan yapı unsurları, boruların görünür bırakılması ve iç mekânı şekillendiren mekanik aksamlar teknolojiyi öne çıkarma fikrinin bir sonucu olmuştur. Dolayısıyla bina , içinde bulunduğu tarihi bölgenin genel dokusuyla güçlü bir kontrast oluşturan, iyi tasarlanmış, endüstriyel bir makina gibi görünmektedir.

 

NEMO Centre Amsterdam 1992-1997

Renzo Piano’nun 90’lı yılların ortasında Amsterdam ‘da gerçekleştirdiği bilim müzesi projesi sadece bir müze binası olmaktan çok şehre fark katan bir mimari şaheserdir. Bakır dış duvarları ve kendine has geometrisiyle güçlü bir şehir sembolü olan bina, Amsterdam’ın dünya denizciliğine damga vurduğu zamanlardan kalma bir hayalet gemiyi andırmasıyla da dikkat çekmektedir. Binanın, Jules Verne’in ünlü Denizler Altında Yirmi Bin Fersah romanının kahramanı NEMO’nun adını taşıması da tesadüf değil elbette.

 

Hermes Mağazası Tokyo 1998-2006

1998 yılında, ünlü Fransız markası Hermes için Tokyo’nun ünlü moda merkezi Ginza’da tasarlamış olduğu mağaza, sergi merkezi ve metro bağlantı projesi, yapının tüm fonksiyonlarını bir arada ve uyumlu çözümlemiş, özgün modern mimari tasarım olarak değerlendirilmektedir. Bölgenin yoğun mimarisini 10 metre cepheli 10 katlı bir binayı yarı saydam giydirerek hafifletmesi ve aynı zamanda bu görünümle Japon evlerindeki pirinç kağıdından yapılmış ara duvarları hatırlatması iyi planlanmış mimari detaylardır. Ayrıca bu cephenin Hermes eşarplarına uyan lüks bir atmosfer çağrıştırdığı da dikkatli gözlerden kaçmaz.

 

Peek & Cloppeburg Ticaret Merkezi Cologne 1999-2005

Köln’de yer alan bu alışveriş merkezinin tasarımı birçok açıdan Piano’nun kendine özgü imzasını taşımaktadır. Metal, cam ve ahşabın birlikte kullanımı ve binanın büyük boyutuna rağmen ona belirgin bir hafiflik ve gözden kaybolma hissi veren teknolojik tasarımı İtalyan mimarın tarzını yansıtmaktadır. Tüm binayı kaplayan ve doğadaki biçimlere bir atıf yerine geçen parlak cam kafesden oluşan dış yüzey binayı şehre uyumlarken, yumuşak, akışkan formu da gelip geçenleri içerideki mağazalara bakmaya davet etmektedir.

 

Astrup Fearnley Modern Sanat Müzesi / Oslo 2006-2012

Piano’nun Oslo’nun güneydoğusundaki Aker Bryggeat bölgesinin yeniden yapılandırılması çerçevesinde tasarladığı bir yapı olan bu projesi: hem ofis alanları sunan bir sanat müzesi, hem halka açık bir heykel parkı, hem bir şehir plajı ve su kenarında bir yürüyüş yoluna ev sahipliği yapmaktadır. Cam, metal ve ahşabın çeşitli biçimlerde bir araya getirilmesi ile şekillenen Piano’nun genel tarzını burada da gözlemlemek mümkündür. Binaların kendine has formu ve kullanılan şeffaf malzeme, doğal ışığın sergi alanlarına girmesini sağlanmaktadır. Bu binayla birlikte Piano’nun formunun zirvesine çıktığını ve binanın estetik, sembolik ve teknik özellikleri itibarıyla ortaya çok etkileyici bir ürün koyduğu söylenmektedir.

 

The Shard Londra 2000-2012

 Piano’nun Londra’nın profilini değiştiren projesi, bir cam kırığı şeklinde göğe yükselen 309 metre uzunluğunda bu gökdelendir. The Shard aynı zamanda Avrupa’daki en yüksek binalardan biridir. Piano her zaman olduğu gibi, özellikle de binaya yapışık olmayan ve açılı yerleştirilen cam dış cephe aracılığıyla hafiflik ve zarafet hissi veren bir bina yaratmayı başarmıştır. Bu dış cephe aynı zamanda binaya doğal bir havalandırma sistemi de kazandırmıştır. Yapı, kamusal alanlarla (restoranlar, oteller ve panoramik bir salon) özel yaşam alanlarının (ofisler ve konutlar) iç içe kullanıldığı bir projedir.

 

Gülen Yalçınkaya Özelçi

dfot

Modern İlham Perileri

PALMARINA

BODRUM

‘Türk Rivierası’nın göz bebeği’

Palmali Grup tarafından 2011 Mayıs ayında satın alınarak ve tamamen yeniden inşa edilerek, üstün kalite ve hizmet anlayışı  ile Türkiye’nin ilk mega yat projesi olarak 2013 Haziran ayında tam kapasite ile hayata geçirilen Palmarina Bodrum, 2014 yaz sezonunda da dünyanın çeşitli bölgelerinden gelen denizcileri, yerli ve yabancı ziyaretçileri uluslararası standartlarda ağırlamaya hızla devam ediyor.

Dünyadaki pek çok emsalinden farklı olarak, ‘kamusal kullanım potansiyellerinin arttırılması’ gözetilerek tasarlanan Palmarina Bodrum; yaz döneminde her gün farklı sosyo-kültürel geçmişe sahip binlerce kişi tarafından ziyaretçi akınına uğruyor. Sadece tekne sahipleri için değil, her türlü kesimden ziyaretçilerin tüm gün vakit geçirebilecekleri ve her türlü ihtiyaçlarını karşılayabilecekleri bir sosyal yaşam alanı sunuluyor. Yaz boyu verilecek çeşitli konserler, sergiler ve etkinlikleri ile bölgeye canlılık kazandıracak Palmarina Bodrum bu yaz sezonunda da ziyaretçilerini pek çok sürprizle karşılıyor.

105 mağazalık yenilenen açık AVM’si, eğlence adası, restaurantları ve gece klübü, benzersiz etkinlikleri ile bölgenin sosyo-kültürel nabzını tutan Palmarina Bodrum; sürprizlerle dolu yeni yaz sezonuna merhaba dedi. Palmarina Bodrum’da güvenli bir limanda konaklama, yat acenteliği, yat sigorta işlemleri gibi servislerinin yanı sıra dünyaca sevilen yerli ve yabancı  markalardan oluşan açık AVM, dünyaca ünlü restaurant, cafe ve gece klüplerinden oluşan benzersiz bir ortam sağlanarak ziyaretçilerin tüm gün boyunca güzel vakit geçirmeleri hedeflenmiş. Dileyen ziyaretçiler için Palmalife Marina Hotel ve Palmarina Butik Hotel’in sunduğu konaklama alternatifleri de mevcut bulunuyor.

Yenilenen projesiyle 2014 yazında da yerli ve yabancı turistlerin çekim merkezi olmaya hedef gösterilen Palmarina Bodrum’un açık AVM’sinde Dream’den, Demsa Group’a, Vakko’dan Versace’e, Brandroom’dan, Valentin Yutashkin, Armani Jeans, Mudo Concept’e; dekorasyondan, teknoloji markalarına, kozmetikten ünlü giyim markalarına kadar  ziyaretçilere geniş alternatifler sunuluyor, ihtiyaçlarını karşılamalarına olanak tanınıyor.

‘Japon mutfağının devi NOBU Türkiye’de’

Palmali Tourism Grubu; dünyaca ünlü Şef Nobu Matsuhisa ve ünlü aktör Robert de Niro ile antlaşma sağlayarak, sahibi oldukları ikonik restaurant Nobu’yu Türkiye’ye getirmeye ikna etti. New York, Londra, Milano, Monte Carlo, Moskova, Tokyo, Hong Kong, Beijing, Melbourne, Perth, Miami, Malibu, San Diego, Las Vegas, Mexico City, Bahamas, Cape Town, Dubai gibi dünya merkezlerinin ardından Nobu; Türkiye’deki ilk şubesini Palmarina Bodrum’da açtı.

 

Kids Paradise

‘Çocuk Cenneti’ anlamına gelen eğlence merkezi ‘Kids Paradise’ içerisinde bulunan su parkı Aquapark’ın yanı sıra, hayvanat bahçesi, 7D sinema, özel yapım bir carousel (atlı karınca) ve diğer eğlence üniteleri de bulunuyor. Yerli yabancı tüm çocuk ziyaretçilerin her türlü ihtiyacı düşünülerek tasarlanan Kids Paradise’da; çocuk restoranı, pop corn, pamuk şeker, macun standları, hediyelik eşya dükkanı da yer alıyor.

Kids Paradise’da bulunan üniteler 5-12 yaş grubu çocuklar  tarafından kullanılabiliyor. 7D sinema ise 8 yaş ve üstü her yaş grubunun kullanımına açık olarak hizmet veriyor. Kids Paradise; sabah 10.00 akşam 19.00 saatleri arasında; 7D sinema, diğer eğlence üniteleri ve carousel (atlı karınca) ise sabah 10.00 gece 00.00 arasında hizmete açık olarak hayata geçirildi. Her yaş grubundaki çocuklara bir yetişkin refakati ise zorunlu tutuluyor.

dfot

 

20.YY Mimarisinin Temellerini Atan Mimar: Le Corbusier

Le Corbusier olarak tanınan Charles-Edouard Jeanneret, İsviçre asıllı, Fransız mimardır. 1887-1965 yılları arasında Yaşamıştır, uzun bir profesyonel kariyeri olmuştur. Modernizme ve uluslararası tarza yaptığı katkılar ile dünya genelinde tanınmıştır. İsviçre’ de La Chaux de Fonds’ da saat kadranı ustası bir babanın ve piyano dersleri veren bir annenin ilk erkek evladı olarak doğan ve fikirleri dünya genelinde büyük bir ilgi gören Le Corbusier, dönemin “çığır açan mimarı olarak” ismini tarihe altın harflerle yazdırmıştır. Le Corbusier adını, 1920 yılında, büyükannesinin  “Lecorbésier” olan soyadından esinlenerek kendisine seçmiştir.

“Mekanı tam olarak kavrayabilen iki mimar var dünyada; biri Mimar Sinan biri de ben”
Le Corbusier

13 yaşında okulu bırakarak babasının yanında çalışmaya başlayan Le Corbusier, iş hayatının yanı sıra uygulamalı güzel sanatlar okulundaki dersleri de takip etmeyi ihmal etmemiştir. Bu süreçte sanat okulundaki çizim ve sanat tarihi öğretmeninin etkisinde kalarak mimarlığa ilgi duymaya başlamıştır. “Mimarlık, ışıkta bir araya getirilmiş kütlelerin ustaca, doğru ve muhteşem oyunudur” düşüncesiyle, modern mimarinin kuruculuğunu yapmış ve kendisi kadar ünlü olan şezlongunun tasarımına imza  atarak, 20.yy’ ın en ünlü mimarlar ve tasarımcılarının arasına girmiştir.

1907-1911 yılları arasında, Orta Avrupa ve Akdeniz ülkelerini gezmiş olan mimar, beyaz badanalı, dört köşeli sade Akdeniz evlerinden çok etkilenmiştir. Bu nedenle, bu yapıların mimarileri ile yakından ilgilenmiş, iklimsel farklılıkların, yöreye özgü mimari tarzlar şekillendirdiğini yakinen gözlemlemiştir. Bu gözlem kendisinde, “Mimarlığın ihtiyaca cevap vermesi” fikrinin gelişmesinde etkili olmuştur. Bu gezilerinde kent dokusunu ve tarihini en ince detaylarına kadar incelemiştir. Yaptığı değerlendirmelerde geçmişin değerleri ile büyük heyecanla takip ettiği teknolojik gelişmeleri bir arada yorumlayabilmeyi başartmıştır. Geçmiş ile güncel arasında daima bir köprü kurmaya çalışmış ve eserlerinin çoğunda bunu ustalıkla başarmıştır. Bu gezileri sırasında, yapılarına betonarme kullanan Parisli mimar Auguste Perret ve ilk endüstriel tasarımcılarından biri olan Peter Behrens ile birlikte çalışma olanağı bulmuştur. Mimarlık anlayışının gelişmesinde bu iki tasarımcının büyük rolü olmuştur.

Binalarda ilk kez kolonu kullanarak bütün mimarlık anlayışını değiştiren bir adım atan Le Corbusier, o güne dek, aynı zamanda taşıyıcı olarak da kullanılan  duvarları yükten kurtarmıştır. Bu yöntem tasarımı özgürleştirmiş ve yapının işlevselliğini artırmıştır. Eserlerinde betonu ve tuğlayı heykeltıraş gibi kullanmış, onları o zamana kadar kullanılmış biçimlerinden farklı olarak çıplak bırakmaktan korkmamıştır.

Le Corbusier, mimarlık görüşünü beş temel ilkeye dayandırmıştır;

Kolonların duvarları taşıyıcı olmaktan kurtararak bütün yükü alması,
Yapının taşıyıcıları ve duvarların işlevsel yönden birbirinden bağımsız olması,
Betonarme strüktürün teknik özelliğin dışında estetik öğe olarak kullanılması,
Serbest cephenin bir parçası olarak yatay bant şeklinde uzanan pencerelerin iç mekanı aydınlatması,
En üst katta binanın doğal çevreyle uyumunu sağlamak için çatıların teras bahçeye dönüştürülmesi…

Tüm bu ilkeleri bilinen en ünlü yapılarından olan  Villa Savoye’ de kullanmıştır. Adeta yerden yükseltilmiş bir kutu görünümünde olan evi çevreleyen yatay pencereler üstü açık balkon bölümünde bile kesintiye uğramayıp bu bölümün cepheleri de salon pencereleri gibi gösterilmiştir. Küp formu çatı katında silindirik duvarlarla bozularak hareket kazandırılmıştır. Binaya bakıldığında ilk olarak geometrik oran göze çarpar. İnce kolonlarla yerden koparılan ev havada duruyormuş izlenimi verir. Bu yaklaşım, yükün kolonlara aktarılmasıyla neler yapılabileceğini göstermektedir.

Le Corbusier’ nin “Bir şey, bir ihtiyaca cevap veriyorsa güzeldir” bakış açısı, işlevselcilik akımının da temelini oluşturur. 2.Dünya Savaşı sonrası ortaya çıkan işçi mahalleleri ve kent merkezlerinde artan nüfus yoğunluğu ile giderek ağırlaşan yaşamsal sorunların ancak yepyeni bir mimarlık anlayışı ile mümkün olabileceğine inanmıştır. Bunu gerçekleştirecek yegane düşüncenin de “işlevselcilik’’ ten başkası olmadığını savunmuştur. İşlevselcilik, biçim ile öz arasındaki gerçek ve doğrudan ilişki kurabilmeyi amaçlayan bir akımdır. Bu akımın mimarideki temsilcisi olan Le Corbusier “Yeni bir Mimarlığa Doğru” (1923) adlı kitabında mimarlıkta işlevselliği detaylı bir şekilde anlatmış, estetik değerler ve işlevselliğin uyumlu olması gerektiğinin altını çizmiştir.

1925’ te Paris’ teki uluslararası bir dekoratif sanatlar sergisinde Le Corbusier’ nin, “Yaşayan Hücre“ olarak nitelediği ilk işlevsel ev modeli sergilenmiştir. “Modular Oranlar Sistemi” diye tanımlayarak yarattığı yaklaşımında kentleri insana benzeterek, modern kentlerde yer alan yapıların, ancak insan vücudu baz alınarak tasarlandığında en çok sayıda insana en sağlıklı çevrenin yaratılabileceğini söylemiştir. Bu sistemde boyu 1,80 olan bir insanın ölçülerinden yola çıkılarak binaların ölçülerini ilişkilendirmiştir. Hücre adını verdiği birimleri bir araya getirerek bir blok oluşturmuştur. Bu bloklardan birini Marsilya’ da 1946-1952 yılları arasında yapılan başarılı olamadığı, daha sonra “Deliler Evi” olarak adlandırılan  United ‘Habitation ‘ tasarlamıştır. Yerleşim Birimi 1.800 kişiyi barındıracak 18 katlı bu yapının içinde rafa dizilen şişeler gibi yerleştirilmiş apartman dairelerinin yanı sıra anaokulu, tiyatro, alışveriş merkezi, spor salonu gibi ortaklaşa kullanılacak hizmet birimlerini yerleştirmiştir. Bu yapıdaki hatalarını daha sonları kabul ederek  “Haklı olan mimari değil, hayattır.” şeklinde özetlemiştir bu durumu.

İnsanın güzelliğe ihtiyacına da vurgu yapan ünlü mimar, güzelliğe ulaşmanın iki yolu olduğunu savunur: “Oransal geometri ile form ve işlev arasındaki birebir ilişki”. Aynı zamanda kent planlamacısı da olan  Le Corbusier tasarladığı kentler, “Yaşamın, çalışmanın, aklın ve bedenin uyumu” diye tanımlamıştır. Onun ütopik kentinde yukarı yükselen yapılar, sokağa çıkmayı gerektirmeyen alışveriş alanları, teras parklarında gezinti ve piknik alanları, tenis kortları gibi spor kompleksleri olan bloklar, yerin metrelerce altında garajlar ve yollar yer almıştır. Le Corbusier’ nin kentlerinde yaşayan insanlar, yollar yer altına indiği için evlerinden çıktıklarında parklar, bahçelerle karşılaşır. Le Corbusier yerleşimlerin, her zaman doğal çevreyle bütünleşmiş olarak ele alınması gerekliliğini öne çıkarmıştır. Gerçek bir hümanist olan ünlü mimar, daima toplumsal faydanın, yani en fazla sayıda insana en sağlıklı çevreyi yaratmanın,  ulvi bir amaç olduğunu vurgulamıştır.

Gezdiği ve mimarisinden etkilendiği ülkelerden biri de Türkiye olmuştur. “Mekanı tam olarak kavrayabilen iki mimar var dünyada; biri Mimar Sinan biri de ben” diyerek Mimar Sinan’ a olan hayranlığını dile getiren Le Corbusier’ nin, bu yaklaşımı meslektaşları arasında ve sektörde pek de hoş karşılanmamıştır, tahmin edebileceğiniz gibi. Le Corbusier’ in Türkiye ile ilişkisi bu kadarla da sınırlı kalmamıştır. Atatürk’ ün İstanbul’ u yeniden planlaması için teklif götürdüğü Le Corbusier, İstanbul mimarisinden etkilenerek geliştirdiği çatı bahçelerinden bahsetmiş ve İstanbul’ un tarihinden gelen Bizans dokusunun bozulmaması gerektiğini belirten bir mektubu Atatürk’ e bizzat iletmiştir. “Hayatımda yaptığım en büyük hata Atatürk’ e yazdığım mektuptur. Eğer İstanbul’u bu dokusu ile bırakın, imar planı yapmayın bu şehir Bizans kokusunu taşımalıdır gibi aptal bir gafı yapmasaydım, şu an dünyanın incisi olan bu şehrin imar planını ben yapıyor olacaktım” diyerek kariyerinin en önemli hatasını yapmış olduğunu itiraf etmiştir daha sonları, çeşitli ortamlarda.

Yapılarında geometrik biçimlerin öne çıktığı teknolojiyi kullanmaktan kaçınmayan, avantgarde mimarinin öncüsü Le Corbusier, tarihi ve geleneği göz ardı etmeden mimarlık anlayışına çağdaş bir yorum getirmiştir. Sadece bir mimar olarak değil, düşünür ve sanatçı olarak kabul edilen mimar, çağdaş mimarlığa yeni bir tanım getirmekle birlikte, mimarlığın sanat dalı olarak kabul görmesinin ötesinde diğer sanatlara ilham veren bir noktaya gelmesini de sağlamıştır. Uzun yıllar süren kariyerinde, Avrupa, Hindistan ve Rusya başta olmak üzere, dünyanın dört bir köşesinde çok önemli yapıla inşa etmiştir. Modern yüksek tasarımın öncü çalışmalarını yapmış ve kendisini toplu konutlar ve kalabalık şehirler için daha iyi yaşam koşullarını sağlamaya adamıştır.
İşlevsel ve sade mobilya tasarımın da çok öneli bir isim olan Le Corbusier’ nin birçok tasarımında 1920 yılına kadar mobilya üretimi alanında hiç kullanılmamış olan çelik borular yer almıştır.

Le Corbusier’ e 1943 yılında, Zürih Üniversitesi tarafından, matematiksel yapı ilkelerinin uygulanışındaki başarılarından ötürü fahri doktora ünvanı verilmiştir. Bunun dışında 1955′ te ETH Zürich, 1959′ da Cambridge Üniversitesi, 1961′ de Columbia Üniversitesi ve 1963 yılında Cenevre Üniversitesi tarafından doktora ünvanları almıştır. 1968 yılında, Amerika Mimarlar Enstitüsü’nün (AIA) Onur Üyesi olmuştur. Le Corbusier, 78 yaşında, yazlık evinin yer aldığı Le Cabanon yakınlarında denizde yüzerken kalp krizi geçirmiş ve orada boğularak vefat etmiştir. Kültür Bakanı André Malraux, 1 Eylül’ de Carrée-Hofdes Louvre’ da kendisi için resmi bir cenaze töreni düzenlemiştir ve Roquebrune-Cap-Martin mezarlığına defnedilmiştir.

ESERLERİ

Villa Savoye / Fransa-1929

Le Corbusier’ in en önemli eserlerinden birisi olarak kabul edilir. Fransa’ nın başkenti Paris’ in hemen dışındaki Poissy bölgesinde yer alan bu yapı, enternasyonel stilin en önemli ve tanınmış örneklerinden birisidir. İnşaatı 1929 yılında tamamlanmış olan bu önemli eserinde Le Corbusier, dökme betonarme malzemesini ağırlıklı olarak kullanmıştır. İkinci Dünya Savaşı sırasından kullanılmayan ve harap hale gelen yapı, sonradan restore edilmiş ve sergilenmek üzere halka  açılmıştır. Yapı, Le Corbusier’ in öncülük ettiği   “Yaşayan Makine” teorisinin de önemli örneklerinden birisi olarak da kabul edilir.

Carpenter Görsel Sanatlar Merkezi, Harvard Üniversitesi / Cambridge, Massachusetts, ABD-1961

Carpenter Merkezi’ nin inşası, ünlü mimarın, 1959-1962 yılları arasında gerçekleştirdiği, Amerika’ daki ilk ve tek projesidir. Bu proje, diğer UNO Binaları’ndan farklı olarak Corbusier’ e sorumluluk yüklemiş ve kendi adı altında yürütülmüş özel bir çalışmadır.

Unitéd’Habitation / Marseille, Fransa, 1947-1952

Unitéd’Habitation, Le Corbusier tarafından, aynı zamanda ressam da olan mimar olan Nadir Afonso’ nun işbirliği ile, modernist stilde tasarlanan yerleşim birimleridir. Devamında aynı tasarım yaklaşımı ile Avrupa’ nın birçok yerinde Unitéd’Habitation ismi altında inşaatlar gerçekleşmiştir. Unitéd’Habitation çatısı altında toplanan bu projelerin en ünlüsü hiç şüphesiz, Cité Radieuse (Parlak Şehir) adıyla anılan projedir. Fransa’ nın Marsilya şehrinde 1947 ile 1952 tarihleri arasında inşa edilmiştir. Le Corbusier’ in en tanınmış çalışmaları arasında yer alan bu projenin, Brutalist mimarlık stiline ve felsefesine oldukça önemli etkileri olmuştur. Le Corbusier tarafından tasarlanan ve  Shadrach Woods ile George Candilis’ in katkılarıyla inşa edilen CitéRadieuse projesinde, 337 apartman dairesi 12 kata yayılmıştır. Projede; mağazalar, spor ve sağlık merkezleri, eğitim birimleri ve bir otel de yer almaktadır. Düz olarak konumlandırılan ve üzerinde yürüyüş alanları olan teras çatısında ise ayrıca toplanma alanı, koşu parkuru ve bir havuz da mevcuttur.

Diğer Eserleri;

Notre DameduHaut Şapeli / Ronchamp, Fransa, 1950-1954

Batı Sanatları Ulusal Müzesi / Tokyo, Japonya 1957-1959

Heidi Weber Müzesi (Le Corbusier Merkezi) /Zürih, İsviçre 1967

Chandigarh’daki binalar (Meclis Sarayı), Hindistan, 1952-1959

 

dfot

dfoit_mayis

 

Ambiente’den Büyüleyici Sofra Tasarımları
Messe Frankfurt tarafından 7-11 Şubat tarihleri arasında düzenlenen Ambiente Fuarı ‘Dining’ bölümündeki sofra tasarımlarıyla göz doldurdu. Birbirinden çarpıcı markaların şık sunumlarına sahne olan fuar sofra tasarımı konusunda yeni trendleri ve fikirleri bulabileceğiniz harika bir şov.

Mateus
Mateus; kültüründe seramiğin köklü ve tarihsel bir yeri olan Portekiz ile moda ve tasarıma geniş ilgi duyulan İsveç’ten ideal bir kombinasyon sunuyor.
Tümü el yapımı olan ürünlerin her biri Portekizli usta zanaatkarların kişisel dokunuşunu taşıyan nadide parçalar. Tasarımların bu kalıcı niteliği, her özel durumda mükemmeli yakalayacak sonsuz bir kombinasyon yelpazesi sunuyor.

Villeroy Boch
Tasarımlarında ‘duygusal sadelik’ mottosuyla öne çıkan Villeroy Boch ‘New Wave’ serisini Ambiente fuarında tanıttı. Bu yılın trendleri arasında yer alan ‘seyahat’ temasına vurgu yapan marka Paris’ten Rio de Janerio’ya, Tokyo’dan Sydney’e kadar dünyanın en güzel kentlerini ‘New Wave Cities of the World’ adlı serisine taşımış.

Vista Alegre Atlantis
1824 yılında Portekiz’de kurulan porselen fabrikalarıyla bu sektöre adım atan Vista Alegre Atlantis hem porselen, hem cam tasarımı ve üretimi yapıyor. Firmanın 2014 ana koleksiyonunda, iki yüzyıla yaklaşan marka mirasındaki klasik unsurları porselen ve cam sanatında tarih ve deneyimden gelen bir koleksiyonda en yenilikçi uluslararası tasarımcıların elinde şaşırtıcı bir yeniden yorumunu sunuyor.

Royal Albert
Miranda Kerr, Royal Albert markasının ruhunu ve doğasını mükemmel olarak bütünleştirdi. Özgür ruhlu modern kadını yansıtan tasarımlar şimdiden incecik bone china çay takımı ve hediyeliklerde görülmeye başladı. Yemekli çaylar tüm dünyada popüler trendler arasında yer almaya devam ederken bu geleneksel İngiliz eğlencesine yaratıcı dönüşümler getirecek arayışlar da sürdürüyor. Miranda Kerr for Royal Albert, manken adımlarının cazibesini öğle sonrasındaki çaylara taşırken moda tutkunlarına kendi evlerinde gözde bir yemekli çay seçeneği sunuyor. Miranda Kerr, Royal Albert ile ortaklığı hakkında şunları söyledi, “İlk koleksiyonumu tasarlamaktan, doğaya duyduğum aşktan aldığım ilhamın, bahçemdeki renklerin, yolculuklarımın, hatta büyükannemin kendi Royal Albert çay takımından süzülen anıların hepsinin burada toplanmasından büyük heyecan duyuyorum’. Royal Albert için bu işbirliği, markanın gerçek kimliğini eğlenceli ve modern bir koleksiyonla tüm kitlesine yansıttığı harika bir fırsat oluşturuyor.

Nude
Şişecam Topluluğu’nun ilk global tasarım markası olan Nude Ron Arad, Rony Plesl ve Alev Ebüzziya’nın da aralarında olduğu dünyanın saygın tasarımcılarının birbirinden özel tasarım parçaları ile dikkat çekiyor. Markanın yalınlıkla tasarım zevkini buluşturan ev akseuarları koleksiyonu görülmeye değer.

Pordamsa
1976’da İspanya’nın geleneksel seramik bölgesi olan La Bisbal d’Empordà kurulan Pordamsa porselen üretimi ve pazarlaması yapan büyük bir firma.
Uluslararası arenada modern ve fonksiyonel tasarımlarını ulaşılabilir fiyatlarla tüketiciye sunmaktan gurur duyan Pordamsa masaüstü ve mutfak aksesuarları,cam eşya,çatal-bıçak takımı,banyo aksesuarları ve hediyelik eşya gibi pek çok alanda birbirinden şık tasarımlarıyla dikkat çekiyor.
dfoit_mayis

dergi_form_nisan

5 KITADAKİ ORTAK İZ:
KENZO TANGE

Yapısalcılık akımının öncülerinden olan ünlü Japon mimar Kenzo Tange, 20. yüzyılda yetişmiş en önemli mimarlarından biridir. Modernizmin genel çizgilerini, geleneksel Japon stili ile birleştirip kendine özgü bir akım yaratmıştır. Dünyanın beş kıtasında birbirinden önemli projelere imza atmıştır. 4 Eylül 1913 de Japonya’nın Osaka kentinde doğmuştur. Babasının görevi gereği o hayatının ilk yıllarını Çin’de geçirmiş, ardından sırasıyla Şangay ve İngiltere’de yaşadıktan sonra 1920 yılında Japonya’ya dönmüştür.1935 yılında Tokyo Teknik Üniversitesinde mimarlık eğitimi almış, buradan mezun olduktan sonra da (1938-1941 yılları arasında) Japon mimar Kunio Maekawa’nın yanında çalışmaya başlamıştır. Bu çalışma yıllarının ardından Tokyo Üniversitesi’ne geri dönmüş ve yüksek lisans eğitimine başlamıştır. 1946 yılında aynı üniversitede asistan olan Kenzo Tange, yine aynı yıl Tange Laboratuvarı’nı kurmuştur.
1963 yılında Şehir Mühendisliği Bölümü’nde profesörlük ünvanına hak kazanmıştır. Bu başarılı akademik kariyere paralel olarak, 1961 yılında‘’Kenzo Tange & URTEC, Kent Planlamacıları ve Mimarlar’’ adını verdiği bir tasarım ofisinin yönetimini de üstlenmiştir. 1946-74 yılları arasında Tokyo Üniversitesi’nde profesörlük yapan Tange, 1974 yılından sonra da emekliye ayrılmasına karşın aynı üniversitede öğretim görevini sürdürmüştür.1950-60 arasında ABD Massachusetts Teknoloji Enstitüsü’nde(MIT), 1972 de ise Harvard Üniversitesi’nde konuk öğretim üyeliğinde bulunmuştur.Washington, Yale, Princeton gibi üniversitelerde de dersler vermiştir. Çok sayıda ulusal ve uluslararası ödül alan Tange (1966 Altın Madalya, 1980 Order of Culture, 1987 Pritzker Mimarlık Ödülü, 1994 Sacred Terasures v.s.) içlerinde Yugoslavya, Tayvan, ABD, İtalya, Cezayir, Suudi Arabistan, İran, Nepel, Suriye, Meksika, Kuveyt, Ürdün ve Katar’ın da bulunduğu çeşitli ülkelerde çeşitli büyük projeler üstlenmiştir. 22 Mart 2005 tarihinde vefat eden Kenzō Tange’nin cenazesi, tasarladığı eserlerin en önemlilerinden olan, Tokyo Katedrali’nde düzenlenen bir törenle toprağa verilmiştir.

TASARIM YAKLAŞIMI
Tange’nin mimarlık eğitimine başladığı 1930’lu yıllarda pek çok ülkede olduğu gibi Japonya’da da ulusal bir mimarlık anlayışı oluşturma çabaları egemendi. Bu ortamda yetişen Tange, ülkesinin teknolojideki ileri düzeyinden de yararlanarak, bir yandan Japon mimarisinin özelliklerini taşırken öte yandan da çağdaş mimarlık ilkelerini içeren tasarımlar ortaya koymuş ve tasarım vizyonunda ilginç bir birleşimin oluşmasına neden olmuştur.
1960’lı yıllardan itibaren ise, bir arayışa girmiş ve yeni strüktür denemelerine yönelerek, hem geleneksel Japon mimarisinin hem de uzun süre etkisinde kaldığı Le Corbusier’in izlerinden kurtulmayı amaçlamıştır. Tange’nin mimari tarzının en temel özellikleri; gelenekle çağdaşlığı birlikte sunması ve teknolojiyle insanın uyumlu birlikteliğini savunmasıdır şeklinde özetlenebilir. Bunu otobiyografisinde şöyle izah eder; “Mimari, öncelikle insan ruhuna hitap eden bir şey olmalı; daha sonra temel formlar, mekan ve dış görünüş devreye girmelidir. Çağımızda yaratıcılık; teknoloji ve insanlığın bir birlikteliği olarak ifade edilir. Geleneklerin asıl rolü, yaratıcılıkta bir katalizör görevi üstlenmeleridir. Finalde kendisini öne çıkarmayan geleneksel çizgiler, yaratıcılığın kesinlikle içerisinde olmalı ama asla yaratıcının kendisi olmamalıdır.”
Kenzo Tange’nin bu felsefesi, tasarladığı hemen hemen bütün projelerde görülebilir. Bu bakış açısı Tange’yi farklı kılan en önemli özelliğidir.
Tange’nin 1960’lardan sonra yöneldiği bir alan da genç kuşak mimarlarınca başlatılan METABOLİZM AKIMI(1950lerin sonunda Japonya ‘daki yeni sosyal gereksinimleri ve hızlı nüfus artışını karşılayabilecek, değişimlere uyum gösterebilecek ve megastrüktür şeklinde öngören mimarlık yaklaşımı) doğrultusundaki çalışmalarıdır. Ahşap strüktürün modernizme uyarlanması anlayışı II.Dünya Savaşı’ndan sonra Tange tarafından yeni bir akım olarak ortaya konmuş ve Japon mimarisine özgü oranların hangi kaynakta aranması gerektiğini sorgulayan ‘’Comon’’ (M.Ö. 5000-300) ‘’Yayoi’’ (M.Ö. 300-400) tartışmasını gündeme getirmiştir. Comon döneminin ürünleri coşkulu ve dışavurumcu bir anlayışı yansıtırken, Yayoi dönemi örnekleri sakin ve dengelidir. Tange önce Yayoi anlayışında kiriş-kolon oranlarına özen göstererek Hiroşima Barış Parkı’nı, Tokyo Eski Belediye Binası’nı ve Kanagava Vilayet Binası’nı tasarlamış, ardından de strüktür uzmanı Yoşikatsu Tsuboi’nin de yardımıyla Tokyo Katedrali ve Tokyo Olimpiyat Salonu’nu Comon anlayışında gerçekleştirmiştir. Modernizmin teknoloji sayesinde iç mekanı olduğu gibi dış biçime aktaran işlevsellik anlayışını Comon sözcüğü çatısı altında toplayan Tange ve öğrencileri (Kikutake, Kurokava, Isozaki) 60 ve 70li yılların en önemli hareketi olan metabolizm akımını hayata geçirmişlerdir. Tange ‘’metabolizm’’sözcüğünü bir teknolojik terim olarak değil ifade tekniği yönüyle kullanmıştır.Tange genel meslek hayatına Japon ve Batı estetik ilkelerini birbiri içinde kaynaştırdığı yalın ve zarif üslubu damgasını vurmuş, bu üslup bütün dünyada büyük beğeni kazanmıştır demek yanlış olmaz.
Tange’in erken dönem çalışmalarını, yapıtlarından çok etkilendiği Le Corbusier’in de etkisinde kalarak oluşturduğu rahatça gözlemlenebilir. “Kapsamlı şehirler”(comprehensive cities) olarak adlandırdığı kent çalışmaları ise, hizmet ve ulaşım sistemlerinin entegre olarak çalıştığı mega strüktürlerden oluşur. Kenzo Tange’in esinlendiği diğer isimler ise Rönesans döneminin büyük ustalarından Italyan Michelangelo ve 20.yy mimarlık dünyasının önemli isimlerinden Alman Mimar Walter Gropius’dur. Bu eşsiz batılı sanatçılarının seçkin tarzlarını, Japon gelenekleri ile ustalıkla harmanlaması, Tange’nin kendi çizgisinin karakteristik özelliğini de oluşturmuştur.

KAZANDIĞI ÖDÜLLER

1966 Altın Madalya, Amerikan Mimarlar Enstitüsü
1980 Order of Culture
1987 Pritzker Mimarlık Ödülü
1994 Sacred Treasures

UYGULANAN PROJELERİ

1955: Hiroşima Barış Anıtı Parkı, Hiroşima, Japonya
1955: St. Mary’s Katedrali (Tokyo Katedrali), Tokyo, Japonya
1957: Eski Tokyo Büyükşehir Belediye Başkanlığı Binası, Yūrakuchō, Tokyo, Japonya
1958: Kagawa Hükümet Binaları, doğu ofisleri, Takamatsu, Kagawa, Japonya
1960: Kurashiki Belediye Meclis Binası, Kurashiki, Okayama
1964: Yoyogi Ulusal Jimnastik Salonu (1964 Tokyo Olimpiyatları için), Tokyo,
1966: 1963 depreminde yerle bir olan Makedonya’nın başkenti Üsküp için şehir master planı, 1970: Expo 1970, Suita, Osaka, Japonya
1977: Sogetsu Kaikan, Aoyama, Tokyo, Japonya
1979: Hanae Mori Binası, Aoyama, Tokyo, Japonya
1982: Yeni Federal Başkent Merkez Bölgesi, Nijerya
1986: Nanyang Teknoloji Üniversitesi, Singapur
1986: OUB Merkezi, Singapur
1987: American Tıp Derneği Merkez Binası, Şikago, Illinois, ABD
1991: Tokyo Büyükşehir Belediye Binası, Shinjuku, Tokyo, Japonya
1992: UOB Plaza, Singapur
1996: Fuji Televizyon Binası, Odaiba, Tokyo, Japonya
1998: Bahreyn Üniversitesi, Sakhir, Bahreyn
1998: WKC Merkezi, Kobe, Hyogo, Japonya
2000: Kagawa Hükümet Binaları, Takamatsu, Kagawa, Japonya
2000: Tokyo Dome Hoteli, Tokyo, Japonya
2003: The Linear – Müstakil Apartmanlar, Singapur
2005: Hwa Chong Vakfı Yatılı Okulu, Singapur

PROJELERİNE YORUM;
TOKYO PLANI

6 Ağustos 1945 tarihinde yerel saat 08:15’i gösterirken, “Little Boy”(Küçük Çocuk) adı verilen atom bombası Hiroşima’da ilk anda 140.000 insanın ölümüne yol açtı. Ölü sayısı sonraki yıllarda da radyasyon etkisini gösterdikçe daha da arttı. Suya ve toprağa yayılan radyasyon ile artan bombanın etkisi, rakamlarla ifade edilemeyecek kadar büyüktü. Öyle ki, söylentiler, uzun yıllar tek bir bitkinin bile Hiroşima’da yetişmeyeceği yönündeydi. Özetle, Hiroşima haritadan silinmişti.
Hiroşima’yı yeniden inşa etmek için açılan yarışma sonucunda proje “Hiroşima Master Planı” ile Kenzo Tange’e verildi.
“II. Dünya Savaşı’nın küllerinden modern Japonya’yı inşa eden mimar” olarak da anılır Kenzo Tange. Modern Japon mimarisinin de onunla başladığı ve bu nedenle Tange’in sadece Hiroşima’yı küllerinden inşa etmekle kalmayarak yeni Japonya’yı da inşa ettiği düşüncesi yaygın bir görüştür bu nedenle.2. Dünya Savaşı’nda atom bombasının atılması ile haritadan silinen Hiroşima’da, bombardıman sırasında yapıların yaklaşık %69’u tamamen yıkılmıştı , %6,6’sı ise ciddi hasar görmüştü. Kent saniyeler içinde tanınamaz hale gelmişti. Bu yüzden mimarımızı çok zorlu bir görev bekliyordu. O da işe Barış Bulvarı ile yani atom bombasının düştüğü yerde konumlanan bir anıt ve müze ile başladı. Yapıtları Hiroşima’ya çağdaş bir görünüm verirken, yaşananların unutulmaması için geçmişten kalan bazı eserleri de planlamaya dahil etti büyük usta. 1955 yılında tamamlanan bu plan, Modern Japon mimarisinin başyapıtı olarak kabul ediliyor.
dergi_form_nisan