Pritzker Mimarlık Ödülü

Luis Barragán

“Sükuneti anlatmayan

Mimarlık, bir hatadır”

Meksika’lı Luis Barragán, 20.yüzılın en önemli mimarlarından biridir. 9 Mart 1902’de Meksika  Guadalajara’da doğmuştur. 1923 yılında, Meksika’nın Guadalajara şehrinde yer alan Escuela Libre de Ingenieros’dan mühendis olarak mezun olmuş olsa da kendini bir mimar olarak yetiştirmiştir. Mezun olduktan sonra İspanya, Fransa ve Fas’ı gezen LuisBarragan’ın Fransa’da Le Corbusier’in derslerine katılması ve yine Fransadayken Alman kökenli bir Fransız yazar olan Ferdinand Bac’in yazılarını tanışması mimarlık kariyeri açısından dönüm noktası oluşturmuştur.

1927 ile 1936 yılları arasında Meksika’nın Guadalajara kentinde mimarlık tasarımlarını uygulama fırsatı elde eden LuisBarragán, bu tarihten sonra Mexico City’de mimarlık çalışmalarına devam etmiştir. Yalın, düz hatlı eserleriyle, Avrupa’nın modernist yaklaşımından etkilenmiş ve evlerin, yaşamak için yapılmış olduğunu ve bir makineye dönüşmemesi gerektiğini savunmuştur.Barragan, mekan ve ışığın ustası olarakünlenirken, 20. yüzyıl modern mimarisini Meksika’nın duyulara hitap eden renkli geleneksel mimari tarzıyla harmanlamıştır.

ESERLERİ

1945-1953 Jardines del Pedregal Bölgesi, Mexico City, Meksika

1947-1948 LuisBarragán Evi, Mexico City, Meksika

1954-1960 Tlalpan Mabedi, Mexico City, Meksika

1955 Gálvez Evi, Mexico City, Meksika

1955-1958 Jardines del Bosque Bölgesi, Guadalajara , Meksika

1955-1961 LasArboledas, Mexico City, Meksika

1957-1958 Torres de Satélite (MathiasGoeritz ile birlikte) , Meksika

1966-1968 Cuadra San Cristóbal, Los Clubes, Mexico City, Meksika

1975-1977 Gilardi Evi, Mexico City, Meksika

LuisBarragán’in eserlerinde, özellikle yaşama alanlarının tipik genel özellikleri vardır. Örneğin 3.5 metreden daha yüksek ve farklı renkler ile boyanmış duvarlar. Bu tasarım ögesini geleneksel Meksika mimarisinde almıştır. Koyu kırmızılar, maviler ve morlar… Hemen her rengi projelerinin çok can alıcı bir noktasında kullanmıştır.

Dışa kapalı, iç avlulu evleri ince peyzaj detayları süslemiştir. Kuzeye bakan duvarları mavi, güneye bakan duvarları güneşin renkleriyle bezeyerek su öğesini de kullanmayı ihmal etmeyerek projelerini oluşturmuştur.

Eserlerinde, volkanik kayalar,ölü ağaç kökleri gibi doğal malzemeleri de sıklıkla tercih etmiştir. Mimaride dokuyu ve ışığı çok iyi kullanmıştır.

Büyüdüğü yerdeki kırmızı kil toprak, tepeler, günbatımı ve yoğun yağmurun etkisi çalışmaları üzerinde kalıcı bir etki bırakmıştır. 1975 yılına kadar pek tanınmayan LuisBarragán, bu tarihte New York’da yer alan Modern Sanat Müzesi’nde (MoMa) kendisine adanmış bir sergiden sonra oldukça ünlenmiştir.

1980 yılında Pritzker Mimarlık Ödülü’nü kazanan Luis Barragán 22 Kasım 1988, Mexico City hayata gözlerini yummuştur.2004 yılında, Mexico City’de 1948 yılında inşa ettiğı evi ve stüdyosu UNESCO tarafından UNESCO Dünya Mirasları listesine konulup korunmaya alınmıştır.

LuisBarragán Evi

Mexico City, Meksika

1947-1948

1948 yılında Mexico City’de inşa edilen LuisBarragánEvi ve Stüdyosu, mimarın İkinci Dünya Savaşı döneminde yaratıcı bir çalışma örneğini temsil etmektedir. 1.161 m2’lik beton bina, zemin kat ve iki üst kat, yanı sıra küçük bir özel bahçeden oluşmaktadır.

Yapıda Meksika’nın geleneksel yerel unsurları ile modern tasarım kriterlerinin yoğrulması ön plandadır. Özellikle bahçedeki çağdaş tasarımda Akdeniz mimarisinin etkisi büyük ölçüde görülmektedir.

Şu an müze olarak halka açık olan LuisBarragán Ev ve Stüdyo yapısı, malzemeleri, mobilyaları, sanat koleksiyonları, bahçesi ve kütüphanesi, aynı zamanda mutfak dahil, büyük bir saygı ile korunmaktadır. Ölümüne kadar mimarın kendisi tarafından kullanmıştır.

Gálvez Evi

Mexico City, Meksika 1955

Duvarların önemini yapıyı sokaktan izole etmek olarak açıklayan LuisBarragán eserlerinde “duvarları sessizlik oluşturmak” için görevlendirdiğini belirtmektedir. Bu sessizlikle su ile müzik yaptığını ve bu müzikle yapıyı çevrelediğini anlatmaktadır.

Bu eserinde de yüksek renkli duvarlar bir avlunun etrafında mekanları oluşturmakta, su öğesi ve büyük kil kaplar ile Meksika kültürünü yansıtmaktadır. Zemin kaplamalarında Meksika sokaklarındaki çakıl taşları izleri devam etmektedir.

Torres de Satélite

Meksika 1957-1958

Büyük boyutlardaki ülkenin ilke kentsel heykellerinden biri olan UYDU KULELERİ LuisBarragán önderliğinde ressam JesúsReyesFerreira ve heykeltraş Mathias GOERITZ ile birlikte 1957 yılında yapılmıştır. Proje başlangıçta en yükseği 200 mt olmak üzere 7 kuleden oluşacak şekilde planlanmasına rağmen şu an en uzunu 52 mt. , en kısası 30 mt. Olan 5 kule olarak uygulanmıştır.

Eser son zamanlarda, yerel hükümet tarafından UNESCO’nun Dünya Mirası Alanları listesine dahil edilmesi için girişimlerde bulunulmuştur.

Tlalpan Mabedi / Capuchinas Şapeli

Mexico City, Meksika 1954-1960

Pritzker ödülünü Oscar Niyemeyer ‘den başka alan bir diğer Latin Amerikalı olan LuisBarragán sanat eseri olan bu yapısında tüm dindarlığı ve mesleki bakış açısı ile ışık, su ve huzuru bir arada yoğurmuştur.

Anıtsal Haç’lar dış mekanda duvara gömülü iç mekanda da kendi başına ayakta durması ile dikkatleri üzerine çekmektedir.

Duvarlardaki boşluk doluluk oranları, dolayısı ile oluşan ışık oyunları ve hemen her projesinde neredeyse kullandığı su öğesi ile tüm mekanlara yüksek duvarların arkasına gizlenmiş son derece mütevazi bir girişten ulaşılmaktadır.

Gülen Yalçınkaya Özelçi

Mimar Hane : Kural Tanımayan Büyük Mimar Toyo İto

1 Haziran 1941 ‘de Güney Kore’nin başkenti Seul’de doğan Toyo Ito, 1965-1969 arası Tokyo Üniversitesi Mimarlık Bölümü’nde okudu. 1969’te mezun olduktan sonra Kiyonori Kikutake & Associates’te çalışmaya başladı.  Kısa bir süre bu şirkette çalıştıktan sonra 1971’de kendi şirketini kurmak için ayrıldı.

1971 yılında kendi mimarlık bürosunu kuran Ito, Tayvan’daki Dünya Olimpiyat Oyunları Stadyumu’nun da aralarında bulunduğu birçok esere imza attı. Urban Robot (Urbot) adıyla kurduğu şirket 1979’da Toyo Ito & Associates, Architects adını aldı. İlk yapıları Tokyo civarında yer aldı.

Geleneksel yapılara alternatifler üreten Japon mimar Toyo Ito farklı alanlardan gelen fikirleri ve kavramları mimariyle birleştiren ‘Kavramsal Mimari‘nin öncülerinden biri olarak tanınıyor. Bildiğiniz gibi kavramsal mimaride bir ürün olarak tamamlanmış olan yapı, ona yol gösteren fikirlerden daha az önemli sayılıyor. Bu fikirler, metinlerden, diyagramlardan ya da sanatsal enstalasyonlardan oluşabiliyor. Ito’nun sanatı, Munesuke Mita ve Gilles Deleuze gibi filozofların düşünceleriyle benzerlik gösteriyor. Sınırsız varlık felsefesini yansıtan eserleri için yepyeni  koşullar ve formlar arayışında olan mimar, mimarlık dünyasının bir nevi Nobel’i sayılan ve en prestijli ödülü olarak kabul edilen Pritzker Mimarlık Ödülü’ne 2013 yılında layık görüldü.

Pritzker mimarın ilk önemli ödülü değil. Ondan önce de  arasında 2010 yılındaki 22. Praemium Imperiale ödülü. 2006’da Royal Institute of British Architects tarafından verilen Royal Gold Medal ile 2002’deki Venedik Bienali sırasında aldığı Golden Lion for Lifetime Aclıievement ödülleri mevcut. Beyzbol tutkunu olan Toyo İto’nun 1991 yılında kendisinin ilk spor arenasını ( Dome in Odeta) tasarlayarak Japonya Sanat akademisi tarafından Eğitim Bakanlığı Sanat Teşvik ödülü alması da tesadüf değildir.40 yıllık meslek yaşamı boyunca birçok olağanüstü yapıya imza atmasının yanı sıra mimarinin sınırlarını zorlamasıyla tanınıyor. Ito, hedefine ulaşmak için gerekirse bildiği tüm kuralları yıkıp yeni baştan yaratacak kadar sıra dışı ve açık fikirli.

TOYO ITO ESERLERİ

• 1976 – White U Evi (kız kardeşi için yaptığı ev)

• 1984 – Silver Hut (Ito’nun kendi evi, White U’nun bitişiğinde)

• 1986 – Rüzgarların Kulesi, Yokohama

• 1991 – Yatsushiro Kent Müzesi

• 2001 – Sendai Mediatheque: Kütüphane, sanat galerisi,film stüdyosundan oluşan karma içerikli yapı

• 2002 – Serpentine Galerisi, London

• 2004 – Matsumoto Performans Sanatları Merkezi, Matsumoto, Nagano, Japonya.

• 2004 – Tod’s Omotesandō Binası, Tokyo

• 2006 – Taichung Opera Binası, Tayvan

• 2006 – Meiso no Mori Cenaze Evi Kakamigahara-shi, Gifu, Japan

• 2007 –  Tama Sanat Üniversitesi Kütüphanesi, Hachiöji, Tokyo, Japonya.

• 2008 – Kaohsiung Stadyumu, Tayvan

• 2009 – Porta Yangın Kuleleri, Barselona, İspanya

• 2011 – Toyo Ito Mimarlık Müzesi, Imabari-shi, Ehime, Japonya

 

“Bu yapı Toyo Ito’nun olmalı” dedirtecek belli bir stili olmayan, sürekli bir deney halinde ve  her projesinde farklı teknikler deneyen mimar ofisini açık bir laboratuvar gibi kullanıyor, çalışanlarını kendi çizgilerini bulmaları konusunda yönlendiriyor.

Toyo Ito,  birçok farklı mimari dili ve işlevi sentezleyerek, kendi kişisel detaylarını oluşturması ve bunu yaparken de doğadan ve insandan ustaca ilham alması ile öne çıkan bir mimar. Bu sebeple de Ito için “zamansız yapıların mimarı” denebilir. Samimi ve doğal bir insan olan Toyo Ito klasik müzik dinleyerek akşamları çalışmayı sevdiğini her fırsatta dile getirmektedir. Yaratıcılıktaki bitmek bilmeyen enerjisini “Farklı şehirleri gezmek, yeni insanlarla tanışmak, konuşmak ve çoğu zaman sadece etrafta dolaşmaktan” aldığını belirtir sıklıkla.

 

Ito tamamladığı her proje sonrasında “aslında her defasında ne kadar yetersiz olduğumun farkına varıyorum “ dediği bilinmektedir. Bu da onun sıra dışı bir zihne ve bakış açısına sahip olduğunun en büyük göstergelerinden biri. Bu farkındalık ile yeni bir projeye başlamak için gereken motivasyonu bulduğunu belirterek “işte bu yüzden asla belli, sabit ve bana özgü tek bir stilim olmayacak ve ben asla hiçbir işimle tam anlamıyla tatmin olmayacağım” Şeklinde özetlemekte kariyerini.

 

Genç mimarları eğitmek ve yetiştirmek için harcadığı çaba ve zaman neticesinde  Ito’nun stüdyosunda yetişmiş çok başarılı 150’ye yakın büyük isim saymak mümkündür.2010 Pritzker Ödülti sahibi Kazuyo Sejiıııa ve Ryue Nishizawa bunların en ünlülerinden ikisidir.

 

Sosyal sorumluluk projeleri de Ito için çok önemli ve değerlidir.

2011 yılındaki depremde evsiz kalan Japon halkı için tasarladığı evlerden oluşan “Home-for-All” adlı proje. Ito’nun mimariyi yeniden değerlendirmesine yol açmıştır.40 yılı aşkın mimarlık kariyerinde birçok kütüphane, ev.park, tiyatro binası, mağaza, ofis binaları ve ulusal pavyonlar için fuar standı tasarlayan Ito aslında çoğu zaman standart endüstriyel malzemeleri kullanmaktadır: Tüpler, borular, tel örgüler, oluklu alüminyum tabakalar ve geçirgen kumaşlar gibi. Son yıllardaki işlerinde ise güçlendirilmiş betondan daha sık faydalanmaktadır.

 

“Mimari nedir ve kim içindir”i sorgulayarak  “Mimari iki kişi arasındaki ilişkidir; insanları bir araya getirebilen şeydir.” Tezine ulaşan Toyo Ito’nun Prince to Architectural Press tarafından yayımlanan “Forces of Nature” adlı bir kitabı da mevcuttur.

Gülen Yalçınkaya Özelçi

dfot

 

 

Frank Owen Gehry

Gerçek adı Ephraim Goldberg olan Frank Owen Gehry,  28 Şubat 1929 Toronto Ontario’da doğmuş. 1947’den itibaren Los Angeles, Kaliforniya’da yaşayan ünlü mimar, University of Southern California ve Harvard’da mimarlık eğitimi aldıktan sonra 1963 yılında Frank O. Gehryand Associates adıyla kurduğu şirkette mesleğe başlamıştır. 1979’dan sonra şirket Gehry&Kruegerinc adıyla faaliyetine devam etmiştir.

Mimaride “Dekonstrüktivizm”in öncü uygulayıcılarından biri olan Gehry’nin, çalışmaları mimar ile tasarımı ya da sanatı ve çevreyi birleştiren çarpıcı birer örnek olarak değerlendirilmektedir. Frank Gehry ise mimari yaklaşımını şu cümleyle özetler: “Uyandım, traş olmak için banyoya gittim, banyo çok karanlık ve havasızdı, elime bir çekiç aldım ve banyo duvarında bir pencere açtım bundan sonra bütün mimarlık anlayışım değişti.”

Balık Karada Frank Owen Gehry ile hayat buldu.

Ayrıca “ Büyükannemin yemeklerinden bina yaptım ” diyen 85 yaşındaki ‘yaşayan en ünlü mimar’ ünvanlı, Pritzker ödüllü Frank O. Gehry; yapı, aksesuar ve takı tasarımlarında ve heykellerinde kullandığı balık figürü çıkış noktasını şöyle anlatmaktadır: “Toronto’ da yaşarken büyükannem her Perşembe balık halinden kocaman canlı bir sazan balığı alır ve evde suyla doldurduğumuz küvete koyardı. Bende gün boyu küvetin yanında oturup balığın kıvrılıp bükülerek yüzüşünü seyrederdim. Daha sonra büyükannem balığı pişirmek için öldürürdü. Bu benim için her zaman katlanılması zor bir tecrübe olmuştur. ” Sonraki yıllarda Katolik öğrencilerden oluşan bir okulda okurken Yahudi olmasından dolayı ve “korktuğu” gerekçesiyle kendisine ‘balık’ diye lakap takıldığını ve bu takma adı kesinlikle aşağılama olarak algılamak yerine benimsediğini, öyle ki ilk tasarımlarını ‘Frank’ yerine ‘Fish’ (Balık) yazarak imzaladığını anlatmaktadır. Ayrıca yaşamındaki bir diğer “balık” detayı da 28 Şubat 1929 yılında Toronto’ da doğmuş olmasıdır. Yani Frank Gehry bir ‘balık’ burcudur. Bununla da kalmayarak çocukluk ve gençliğinde “balık” kelimesi ile bu kadar haşır neşir olan Gehry tam da bekleneceği gibi 80’lerde tüm dünyayı kasıp kavuran post-modern mimariyle dalga geçmek için bir sembol aradığında yine karşısına ‘balık’ çıkmıştır.

“Meslektaşlarım post-modern akıma kapılıp Yunan tapınaklarını yeniden inşa etmeye başlamışlardı. Herkes çılgın gibi ‘geçmişi geri getirme’ telaşındaydı. Buna karşı çıkarak, ‘ileri gitmek için kendinize güveniniz yoksa ve geçmişi yaşatmaya kararlıysanız bari onu düzgün yapın, gerçekten eskiye gidin’ dedim. Balığın suyun içindeki hareketlerinden esinlenen, hatta birebir ‘balık’ şeklinde binalar ya da devasa anıtlar tasarlamaya, inşa etmeye başladım.” diyerek mesleğinin o yıllarını anlatmaktadır. “Yeter artık balık formunu kullanmayacağım’’ dediğim zamanlar olu- yor. Fakat, kalemimin ucunda benden bağımsız hareket eden bir balık yaşıyor. Herhalde büyükannem gelip onu pişirene kadar balık çizmeye devam edeceğim.” diyen Gehry’ nin bugüne kadar İspanya Bilbao’ daki Guggenheim Müzesi, Barcelona’ da yaptığı otelin çatısına kondurduğu bakır balık strüktürü, ABD Los Angeles’ ta yeni yapılan Walt Disney Konser Salonu, Mineapolis’ teWalker Art Center’ ın avlusuna koyduğu balık heykeli, Japonya Kobe’ de balık restoranı, çeşitli lambalar, Tiffany’ s için tasarladığı balık formlu mücevherler ve Alessi için tasarladığı ‘Pito’ çaydanlık içindeki balığı dışarı çıkaran tasarımlarından sadece birkaçıdır.

Çıkış noktasının Le Corbusier’ nin garip organik formlu “Notre Dame du Haut” kilisesi olduğunu iddia edilen, o en çok Alvar Aalto’ dan ve Louis Khan’dan etkilendiği söylenen Frank Gehry’nin, meslek hayatında mimarlık çizgisi ticari bir bakış açısındansa sanatsal atölye çalışmasına kaymıştır. 1970’ lerin sonlarında mimari tarzını dekonstrüktivizminana temellerine dayandırmaya başlamıştır. Yapılar yapmak yerine özgün ve fonksiyonel içinde hayat olan heykeller tasarlamaktadır. Büyük ölçekli kamu binalarında bu heykelsi anlatımı ile büyük başarı kazanmıştır. Frank Ghery’ nin bilinen bina tasarımları arasında; Dans Eden Ev (Prag), Gehry Tower (Almanya), Guggenheim Müzesi Bilbao (İspanya), Pritzker Pavyonu (ABD), Walt Disney Concert Hall (ABD), DG Bank (Almanya)  bulunmaktadır.

Frank Ghery’ nin 1980 yılında ABD’de Santa Monica Place isimli alışveriş merkezi tasarımı 1989 yılında Pritzker Mimarlık Ödülü almıştır. Bina birçok dizi ve filme arka plan olarak eşlik etmiştir (Pretty in Pink, Terminatör 2 gibi). ,

İstanbul’u çok sevdiğini söyleyerek Yale Üniversitesi’ndeki öğrencilerini İstanbul’a getirip Ayasofya’yı gezdiren ve sıkı bir Mimar Sinan hayranı Frank OwenGehry’nin Türkiye’de adı uzun süre Suna ve İnan Kıraç

Vakfı’nın İstanbul Tepebaşı’nda bulunan arsaya da bir Sanat Projesi ya-

pacak olması ile anılmıştır. 2005’ de Tepebaşı’nda 14000 metrekarelik alanda yapılması planlanan henüz hayata geçirilememiş olan “Suna Kıraç Kültür Merkezi” projesi için “son işim” diye tanımlayan mimar üretmeye devam etmiştir.

2011 yılında tamamlanan Manhattan’da tasarladığı ilk gökdelen 8 Spruce Street GehryTower, orjinal adıyla Beekman Tower sürekli dönen cephe tasarımı ile yapının etrafında yer alan şirketlerin standartlaşmış ve birbirine çok benzeyen binalarına eleştirel yaklaşımlı konut projesi olarak tanımlanmaktadır.

Gehry’nin çoğu kez ayakta alkışlanan fakat bir o kadar da eleştirilen özellikle de mühendisler tarafından eleştirilen eğrisel formlar ile dekonstrüktivist çizgisini birleştirdiği yapıları mimari çevrelerin dışına çıkıp halkı hatta Hollywood yıldızlarını bile etkisi altına almaktadır. Örneğin; tasarım ve mimariye merakıyla ünlü aslen grafik tasarımcısı olan Brad Pitt’e bir çeşit mimari danışmanlık yapmıştır. Hatta İngiltere’de lüks bir toplu konut projesini birlikte yapmaları gündeme gelmiş, ancak Pitt’in işlerinin yoğunluğu sebebiyle proje henüz gerçekleşememiştir. Gehry birkaç yıl içerisinde aktörlüğü bırakacağını söyleyen Pitt’i yapmak istediği mimarlığa ısındırmaktadır.

Gehry’nin küçük bir çocuğun oyun oynamasını andıran yaratım süreci sayfaya anlaşılmaz bir şeyler karalamak, karton-makas-yapıştırıcı kullanıp üç boyutlu modeller yaratması The Simpsons’ın 16. sezon 14. bölümünde yer almasına neden olmuştur. Projelerini elle çizen, kartondan maketlerle çalışan, bilgisayar programı kullanmayan, ilerlemiş yaşına rağmen birçok genç mimarda olmayan yaratma tutkusuna, bakış açısına ve heyecana sahip mimar halen tüm dünyada pek çok alanda örnek gösterilmektedir.

1999′ da American Institute of Architects Gold Medal’ı alan malzeme ve biçimlerin usta mimarı diye adlandırılan Frank Ghery, son olarak Facebook CEO’su Mark Zuckerberg’in yeni kompleksi için anlaşmış bulunmaktadır.

dergi_form_nisan

5 KITADAKİ ORTAK İZ:
KENZO TANGE

Yapısalcılık akımının öncülerinden olan ünlü Japon mimar Kenzo Tange, 20. yüzyılda yetişmiş en önemli mimarlarından biridir. Modernizmin genel çizgilerini, geleneksel Japon stili ile birleştirip kendine özgü bir akım yaratmıştır. Dünyanın beş kıtasında birbirinden önemli projelere imza atmıştır. 4 Eylül 1913 de Japonya’nın Osaka kentinde doğmuştur. Babasının görevi gereği o hayatının ilk yıllarını Çin’de geçirmiş, ardından sırasıyla Şangay ve İngiltere’de yaşadıktan sonra 1920 yılında Japonya’ya dönmüştür.1935 yılında Tokyo Teknik Üniversitesinde mimarlık eğitimi almış, buradan mezun olduktan sonra da (1938-1941 yılları arasında) Japon mimar Kunio Maekawa’nın yanında çalışmaya başlamıştır. Bu çalışma yıllarının ardından Tokyo Üniversitesi’ne geri dönmüş ve yüksek lisans eğitimine başlamıştır. 1946 yılında aynı üniversitede asistan olan Kenzo Tange, yine aynı yıl Tange Laboratuvarı’nı kurmuştur.
1963 yılında Şehir Mühendisliği Bölümü’nde profesörlük ünvanına hak kazanmıştır. Bu başarılı akademik kariyere paralel olarak, 1961 yılında‘’Kenzo Tange & URTEC, Kent Planlamacıları ve Mimarlar’’ adını verdiği bir tasarım ofisinin yönetimini de üstlenmiştir. 1946-74 yılları arasında Tokyo Üniversitesi’nde profesörlük yapan Tange, 1974 yılından sonra da emekliye ayrılmasına karşın aynı üniversitede öğretim görevini sürdürmüştür.1950-60 arasında ABD Massachusetts Teknoloji Enstitüsü’nde(MIT), 1972 de ise Harvard Üniversitesi’nde konuk öğretim üyeliğinde bulunmuştur.Washington, Yale, Princeton gibi üniversitelerde de dersler vermiştir. Çok sayıda ulusal ve uluslararası ödül alan Tange (1966 Altın Madalya, 1980 Order of Culture, 1987 Pritzker Mimarlık Ödülü, 1994 Sacred Terasures v.s.) içlerinde Yugoslavya, Tayvan, ABD, İtalya, Cezayir, Suudi Arabistan, İran, Nepel, Suriye, Meksika, Kuveyt, Ürdün ve Katar’ın da bulunduğu çeşitli ülkelerde çeşitli büyük projeler üstlenmiştir. 22 Mart 2005 tarihinde vefat eden Kenzō Tange’nin cenazesi, tasarladığı eserlerin en önemlilerinden olan, Tokyo Katedrali’nde düzenlenen bir törenle toprağa verilmiştir.

TASARIM YAKLAŞIMI
Tange’nin mimarlık eğitimine başladığı 1930’lu yıllarda pek çok ülkede olduğu gibi Japonya’da da ulusal bir mimarlık anlayışı oluşturma çabaları egemendi. Bu ortamda yetişen Tange, ülkesinin teknolojideki ileri düzeyinden de yararlanarak, bir yandan Japon mimarisinin özelliklerini taşırken öte yandan da çağdaş mimarlık ilkelerini içeren tasarımlar ortaya koymuş ve tasarım vizyonunda ilginç bir birleşimin oluşmasına neden olmuştur.
1960’lı yıllardan itibaren ise, bir arayışa girmiş ve yeni strüktür denemelerine yönelerek, hem geleneksel Japon mimarisinin hem de uzun süre etkisinde kaldığı Le Corbusier’in izlerinden kurtulmayı amaçlamıştır. Tange’nin mimari tarzının en temel özellikleri; gelenekle çağdaşlığı birlikte sunması ve teknolojiyle insanın uyumlu birlikteliğini savunmasıdır şeklinde özetlenebilir. Bunu otobiyografisinde şöyle izah eder; “Mimari, öncelikle insan ruhuna hitap eden bir şey olmalı; daha sonra temel formlar, mekan ve dış görünüş devreye girmelidir. Çağımızda yaratıcılık; teknoloji ve insanlığın bir birlikteliği olarak ifade edilir. Geleneklerin asıl rolü, yaratıcılıkta bir katalizör görevi üstlenmeleridir. Finalde kendisini öne çıkarmayan geleneksel çizgiler, yaratıcılığın kesinlikle içerisinde olmalı ama asla yaratıcının kendisi olmamalıdır.”
Kenzo Tange’nin bu felsefesi, tasarladığı hemen hemen bütün projelerde görülebilir. Bu bakış açısı Tange’yi farklı kılan en önemli özelliğidir.
Tange’nin 1960’lardan sonra yöneldiği bir alan da genç kuşak mimarlarınca başlatılan METABOLİZM AKIMI(1950lerin sonunda Japonya ‘daki yeni sosyal gereksinimleri ve hızlı nüfus artışını karşılayabilecek, değişimlere uyum gösterebilecek ve megastrüktür şeklinde öngören mimarlık yaklaşımı) doğrultusundaki çalışmalarıdır. Ahşap strüktürün modernizme uyarlanması anlayışı II.Dünya Savaşı’ndan sonra Tange tarafından yeni bir akım olarak ortaya konmuş ve Japon mimarisine özgü oranların hangi kaynakta aranması gerektiğini sorgulayan ‘’Comon’’ (M.Ö. 5000-300) ‘’Yayoi’’ (M.Ö. 300-400) tartışmasını gündeme getirmiştir. Comon döneminin ürünleri coşkulu ve dışavurumcu bir anlayışı yansıtırken, Yayoi dönemi örnekleri sakin ve dengelidir. Tange önce Yayoi anlayışında kiriş-kolon oranlarına özen göstererek Hiroşima Barış Parkı’nı, Tokyo Eski Belediye Binası’nı ve Kanagava Vilayet Binası’nı tasarlamış, ardından de strüktür uzmanı Yoşikatsu Tsuboi’nin de yardımıyla Tokyo Katedrali ve Tokyo Olimpiyat Salonu’nu Comon anlayışında gerçekleştirmiştir. Modernizmin teknoloji sayesinde iç mekanı olduğu gibi dış biçime aktaran işlevsellik anlayışını Comon sözcüğü çatısı altında toplayan Tange ve öğrencileri (Kikutake, Kurokava, Isozaki) 60 ve 70li yılların en önemli hareketi olan metabolizm akımını hayata geçirmişlerdir. Tange ‘’metabolizm’’sözcüğünü bir teknolojik terim olarak değil ifade tekniği yönüyle kullanmıştır.Tange genel meslek hayatına Japon ve Batı estetik ilkelerini birbiri içinde kaynaştırdığı yalın ve zarif üslubu damgasını vurmuş, bu üslup bütün dünyada büyük beğeni kazanmıştır demek yanlış olmaz.
Tange’in erken dönem çalışmalarını, yapıtlarından çok etkilendiği Le Corbusier’in de etkisinde kalarak oluşturduğu rahatça gözlemlenebilir. “Kapsamlı şehirler”(comprehensive cities) olarak adlandırdığı kent çalışmaları ise, hizmet ve ulaşım sistemlerinin entegre olarak çalıştığı mega strüktürlerden oluşur. Kenzo Tange’in esinlendiği diğer isimler ise Rönesans döneminin büyük ustalarından Italyan Michelangelo ve 20.yy mimarlık dünyasının önemli isimlerinden Alman Mimar Walter Gropius’dur. Bu eşsiz batılı sanatçılarının seçkin tarzlarını, Japon gelenekleri ile ustalıkla harmanlaması, Tange’nin kendi çizgisinin karakteristik özelliğini de oluşturmuştur.

KAZANDIĞI ÖDÜLLER

1966 Altın Madalya, Amerikan Mimarlar Enstitüsü
1980 Order of Culture
1987 Pritzker Mimarlık Ödülü
1994 Sacred Treasures

UYGULANAN PROJELERİ

1955: Hiroşima Barış Anıtı Parkı, Hiroşima, Japonya
1955: St. Mary’s Katedrali (Tokyo Katedrali), Tokyo, Japonya
1957: Eski Tokyo Büyükşehir Belediye Başkanlığı Binası, Yūrakuchō, Tokyo, Japonya
1958: Kagawa Hükümet Binaları, doğu ofisleri, Takamatsu, Kagawa, Japonya
1960: Kurashiki Belediye Meclis Binası, Kurashiki, Okayama
1964: Yoyogi Ulusal Jimnastik Salonu (1964 Tokyo Olimpiyatları için), Tokyo,
1966: 1963 depreminde yerle bir olan Makedonya’nın başkenti Üsküp için şehir master planı, 1970: Expo 1970, Suita, Osaka, Japonya
1977: Sogetsu Kaikan, Aoyama, Tokyo, Japonya
1979: Hanae Mori Binası, Aoyama, Tokyo, Japonya
1982: Yeni Federal Başkent Merkez Bölgesi, Nijerya
1986: Nanyang Teknoloji Üniversitesi, Singapur
1986: OUB Merkezi, Singapur
1987: American Tıp Derneği Merkez Binası, Şikago, Illinois, ABD
1991: Tokyo Büyükşehir Belediye Binası, Shinjuku, Tokyo, Japonya
1992: UOB Plaza, Singapur
1996: Fuji Televizyon Binası, Odaiba, Tokyo, Japonya
1998: Bahreyn Üniversitesi, Sakhir, Bahreyn
1998: WKC Merkezi, Kobe, Hyogo, Japonya
2000: Kagawa Hükümet Binaları, Takamatsu, Kagawa, Japonya
2000: Tokyo Dome Hoteli, Tokyo, Japonya
2003: The Linear – Müstakil Apartmanlar, Singapur
2005: Hwa Chong Vakfı Yatılı Okulu, Singapur

PROJELERİNE YORUM;
TOKYO PLANI

6 Ağustos 1945 tarihinde yerel saat 08:15’i gösterirken, “Little Boy”(Küçük Çocuk) adı verilen atom bombası Hiroşima’da ilk anda 140.000 insanın ölümüne yol açtı. Ölü sayısı sonraki yıllarda da radyasyon etkisini gösterdikçe daha da arttı. Suya ve toprağa yayılan radyasyon ile artan bombanın etkisi, rakamlarla ifade edilemeyecek kadar büyüktü. Öyle ki, söylentiler, uzun yıllar tek bir bitkinin bile Hiroşima’da yetişmeyeceği yönündeydi. Özetle, Hiroşima haritadan silinmişti.
Hiroşima’yı yeniden inşa etmek için açılan yarışma sonucunda proje “Hiroşima Master Planı” ile Kenzo Tange’e verildi.
“II. Dünya Savaşı’nın küllerinden modern Japonya’yı inşa eden mimar” olarak da anılır Kenzo Tange. Modern Japon mimarisinin de onunla başladığı ve bu nedenle Tange’in sadece Hiroşima’yı küllerinden inşa etmekle kalmayarak yeni Japonya’yı da inşa ettiği düşüncesi yaygın bir görüştür bu nedenle.2. Dünya Savaşı’nda atom bombasının atılması ile haritadan silinen Hiroşima’da, bombardıman sırasında yapıların yaklaşık %69’u tamamen yıkılmıştı , %6,6’sı ise ciddi hasar görmüştü. Kent saniyeler içinde tanınamaz hale gelmişti. Bu yüzden mimarımızı çok zorlu bir görev bekliyordu. O da işe Barış Bulvarı ile yani atom bombasının düştüğü yerde konumlanan bir anıt ve müze ile başladı. Yapıtları Hiroşima’ya çağdaş bir görünüm verirken, yaşananların unutulmaması için geçmişten kalan bazı eserleri de planlamaya dahil etti büyük usta. 1955 yılında tamamlanan bu plan, Modern Japon mimarisinin başyapıtı olarak kabul ediliyor.
dergi_form_nisan