manastır

dfot

 

Heybeliada

Heybeliada İstanbul’un Büyükada’dan sonra gelen en büyük adası. Adaya Heybeliada denmesinin sebebii ise uzaktan bakıldığında şeklinin yere bırakılmış bir heybeye benzemesidir. Adanın nüfusu yaklaşık 7000 civarındadır. Bu rakam yaz aylarında 50.000e kadar ulaşır.

Heybeliada SANATORYUMU

Heybeliada’nın güney tarafındaki Çam Limanı’nına bakan bir tepede İsviçre’deki bir sanatoryum model alınarak inşa edilen bu hastane, başlangıçta 16 yatak kapasitesiyle hizmet veriyordu. 1940’lı yılların ortalarında bir bina daha ilave edilmiş, daha sonraları idare binaları ve hemşire lojmanlarının da ilavesiyle imkânları daha da genişletilmişti. Şehir merkezinden uzak, çam ormanları içinde temiz bir hava ve kuvvetli bir gıda bakımı, dönemin en iyi tedavi şekliydi. Hastalar için balkonunda da birer yatak vardı. Gıda olarak hastalara günde 4 öğün yemek yanında et, süt ve bal veriliyordu.

 

Sağlık hizmetinin yanı sıra tıp eğitimi de veren bu sanatoryum,

Prof. Dr. Siyami Ersek ve daha birçok yerli ve yabancı uzman doktoru da yetiştirmiştir. Bu nedenle, WHO (Dünya Sağlık Örgütü) tarafından tüberkülozda eğitim ve araştırma hastanesi olarak kabul edilen bu sanatoryum, İsmet İnönü, Rıfat Ilgaz, Ece Ayhan gibi isimlere de hizmet vermişti.

Sanatoryumda  rehabilitasyon  merkezi de bulunuyordu. Ustalar vasıtasıyla hastalara ayakkabıcılık, çorapçılık, fotoğrafçılık, heykeltıraşlık, saatçilik, daktilo gibi kurslar veriliyor, hastalar zenaat öğrenip meslek sahibi olabiliyorlardı. Sanatoryumun kuruluşunun 50. yılında yapılan bir araştırmaya göre, kurslara katılan yaklaşık bin kişinin yarısı meslek ve iş sahibi olmuştu.

 

Sağlık sorunlarında moral desteğin önemli bir yardımcı etken olması nedeniyle sanatoryumda haftada bir moral günleri düzenleniyor, ya sinema gösterisi yapılıyor ya da konser veriliyordu.

DENİZ LİSESİ

XVIII. asrın yarısına kadar Osmanlı donanmasında ve korsan gemilerinde kaptan yetiştirilmesi her hangi bir teşkilata bağlı olmayıp, babadan oğula ve ustadan çırağa ameli olarak yürütülmekte idi. Osmanlı İmparatorluğunda eğitim sistemine dönüş hareketi l734’te Üsküdar Mühendishanesi’nin açılması ile başlar. 

Bugünkü Deniz Harp Okulu’nun nüvesini teşkil eden mektep, ilk defa çeşme mağlubiyeti üzerine 18 Kasım 1776 da (devrin Kaptan-derya’sı) Cezayirli lakabıyla anılan Hasanpaşa’nın teşebbüs ve padişahın iradesi alınarak Kasımpaşa’ da tersane içinde (Mühendishane-i Bahri Hümayun) adı ile kuruldu. 29 Ekim 1784 de Sadrazam Halil Ahmedpaşa’nın teşebbüsü ve iki Fransız mühendisi yardımıyla, mektep programları genişletilerek bir (Bahriye Tatbikat Mektebi) ihdas edildi. Padişah III. Selim zamanında esaslı ıslahat haraketleri neticesi, Kaptaruderya Küçük Hüseyinpaşa’nın hizmeti ile Kadıköy’ de inşa edilen bir binada (1795’ de) Mühendishane-i Amire adında bir mektep tesis edildi.

XIX. asrın başından itibaren, mektebin yeniden ihyası ve devrin icaplarına uygun bir hale getirilmesi hususunda muhtelif teşebbüsler yapıldı. Bu meyanda Padişah III. Selim’in Kaptanıderyası Hüsrevpaşa zamanında Mühendishanei Bahri adı ile Heybeliada’da evvelce Bahriye Kışlası olarak inşa edilen binaya nakledildi (1824). Kırım Harbi sırasında, Bahriye Mektebi yeni zihniyetle ele alındı. Üç çeyrek asır müddetince Deniz Mektebi normal olarak eski yerinde kaldı. Fakat i. Cihan Harbi sırasında (1917’ de) bir defa daha yer değiştirdi ve Türk Ortodoks İlahiyat Mektebi’nde ve Mukaddes Teslis ve Grek Ticaret Mektebi’nde ve Panayia’nın kalıntılarında yerleşti.

Bir sene sonra tekrar eski yerine döndü. İnşaiye sınıfı yeniden ihdas edildiği gibi Kasımpaşa’da “Haddehane” tabir edilen mektepte lüzumlu makine zabiti yetiştirilmekte iken devrin tekniğine uygun evsafta makine zabiti yetiştirilmek üzere şimdiki makine sınıf okulları binasında Çarkçı Mektebi ihdas edildi. Bunlara ilaveten bir namzet mektebi kuruldu. Bu mektebin yeri şimdiki Ruhban Okulu olup keza bu bina Mondros mütarekesi ve beynelmilel bir anlaşma gereğince Rum tebaya terk edilerek “Rum OrtodoksIarın Ruhban Okulu haline” dönüştü. 

(Halen aynı maksatla kullanılmaktadır.) Bu binanın terki ile talebeleride Çarkçı Mektebi talebeleri gibi Bahriye Mektebi’ne nakledildi. Bu suretle her iki mektep Mekteb-i Bahriye adı altında çalışmalarına devam etti. 27 Mayıs 1928’de Erkanı Harbiye-i Umumiye Riyaseti emirleri ile “Mekteb-i Bahriye” tedrisatı maarif esaslarına inkılap ettirildi. Ve Deniz Lisesi adını aldı. Üç yıllık lise tahsilini müteakip, iki yıl süreli harp mektebi tahsili ikame edilerek mektebin ismi DENİZ HARP MEKTEBİ ve LİSESİ oldu.

 

Triada Manastırı Ve Kilisesi

Ada’nın kuzeyinde, bugünkü adıyla Ümit Tepesi’nde adalıların deyimiyle Papaz Dağındadır. İlk adı Sina kilisesine bağlı anlamına gelen Siyon idi. çünkü muhtemelen Kudüs Patrikhanesine bağlıydı. Ancak sonradan Hristiyanlığın temel ilkesi olan Tanrı, Hz. İsa ve Ruh-ü! Kudüs (Kutsal Ruh) üçlüsü anlamına gelen “Triada” adı verilmiştir. Manastır sonradan Ruhban Okulu’na dönüştürülmüştür. Kilise ise okulun bahçesinde uzaktan bakıldığında görülemeyecek kadar küçük bir yapıdır. Aya Triada Ada’nın en eski manastın ve kilisesidir. Çok eski bir inanışa göre manastırın kurucusu Patrik Fotiyus’dur.

UÇURUM MANASTIRI

Heybeliada’nın Büyükada (Nizam semtine karşı) cephesinde, sanatoryum yolu üzerinde yüksekçe bir falez üzerinde olması sebebiyle, Krimnos Precipise Uçurum manastırı da denir.

S.Vizandios’a göre manastır kolay kırılan bir kaya üzerindedir. 1862’ de toprak kaymasını önlemek üzere bir keşiş Aya Effimia ayazması üzerine duvar yaptırmıştır.

Hüseyin Rahmi Gürpınar Evi

Heybeliada tepelerindeki Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın evi, İstanbul’daki sayılı müze-evlerden.

Cumhuriyet dönemi yazarlarından Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın Heybeliada’da, 1912-1944 yılları arasında yaşadığı evin, Kültür Bakanlığı`nın yaptığı restorasyonla müzeye çevrilmesiyle oluşturulmuştur.

İskeleden yürüyerek yarım saatte ulaşabileceğiniz Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın müze-evi büyüleyici olmasının yanında ne yazık ki bakımsızlığı ile göze çarpıyor. Her şey orijinal, oturma odasının iki duvarında kitaplık ve ortada da dört kişilik yemek masası var. Masanın üzerinde porselen yemek takımları ve kadehler…Sanki biraz sonra Hüseyin Rahmi yemek yiyecek gibi, sofra hazır vaziyette. gibi Kitaplık yok olmuş ama  kitaplar duruyor en azından : 350 Türkçe, 304 Fransızca kitap ve  110 cilt gazete koleksiyonu var.Ziyaretçiler bunların yalnızca bir kısmını görebiliyor. Çoğunlukla Fransızca-Türkçe sözlükler, Edgar Allan Poe ve Shakespeare kitapları, bir de Hüseyin Rahmi’nin gizli romantikliğini dışa vuran ‘Rüzgar Gibi Geçti’ dikkati çekiyor.

 

İkinci kata çıkıldığında, karşılıklı duran çalışma odası ve yatak odasını görülüyor.Bolca ışık alan miniminnacık abanoz bir masa, iskemle, kesme kristalden yazı takımları var.Olabilecek en düzenli çalışma yeri burası olsa gerek. Duvarlarda aile fotoğrafları ve kendi yaptığı yağlıboya tablolar, raflarda Rus malı bir fotoğraf makinesi ve yere serilmiş şık kilim de etkileyici detaylardan. Yatak odası ise evin en büyüleyici bölümü. Sadece tek bir sebepten: Yatağın üzerine serilmiş gül rengi örtüyü, Hüseyin Rahmi kendi eliyle işlemiş meğer! Üzerinde titizlikle çalışıldığı çok belli.

Cam çerçevelerin ardında sergilenen onlarca danteli de yakından inceleyebilirsiniz. Evinin en şahane manzaralı odasını ise  arkadaşı Hulusi Bey’e vermiş Hüseyin Rahmi.Üçüncü katı; yani çatı katını.Muhteşem bir manzaraya sahip olan bu kat sanki bütün Heybeliada ayaklarınızın altındaymış hissiyatı veriyor insana. Umarız en yakın zamanda bakımı yapılır bu büyüleyici müze evinin.Çünkü bu şekilde bırakılmış olması ve sahip çıkılmaması  insanın içini acıtıyor.

İSMET İNÖNÜ KÖŞKÜ

Asıl adı Mavromatakis Köşkü olan, Refah Şehitler Caddesi, No:73’teki konak bugün, Türkiye’nin ilk başbakanlığını, daha sonra da Türkiye Cumhuriyeti cumhurbaşkanlığı yapmış olan İsmet İnönü’nün ailesi tarafından yönetilen İnönü Vakfı’na bağlı olarak müze olarak kullanılmaktadır. 

İsmet Paşa adıyla bilinen İsmet İnönü, bu konağı ilk olarak 1924 yılında, yazlık ev olarak kiralamıştır. İnönü ailesi evi, 1934 yılında 9,500 lira karşılığında satın almıştır; ev, kendilerine Atatürk tarafından hediye edilen mobilyalarla döşenmiştir. İsmet Paşa, 1937 Eylülünde eve yerleşmiş ve aynı yıl, burada, yeni başbakan Celal Bayar tarafından ziyaret edilmiştir. İsmet Paşa, Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı görevini yürüttüğü 1938-50 yılları arasında, maiyetini oluşturan görevlilerin sayısından dolayı, Florya ve Yalova’daki resmi yazlık konutlarda konaklamıştır; karısı Mevhibe Hanım ise yazlarının çoğunu, çocukları Ömer, Erdal ve Özden’le birlikte Heybeli’deki evde geçirmeyi tercih etmiştir.

İsmet Paşa, muhalefet partisinin başkanlığını yaptığı 1950-60 yılları arasında, yazlarının çoğunu, ailesiyle beraber Heybeliada’daki bu evde geçirmiştir; bu dönemde, İsmet Paşa’nın sahilde yaptığı kısa gezintilere kasaba halkı da eşlik eder, İsmet Paşa, kasabanın gençleriyle beraber iskeleden denize çivileme atlardı. Başbakanlığının ikinci dönemi olan 1961-65 yılları arasında da programının elverdiği zamanlarda ve görev yapmadığı yaz aylarında yine Heybeliada’ya giderdi.

 

İsmet İnönü’nün 25 Aralık 1973’te Ankara’da, seksen dokuz yaşında ölmesinin ardından Heybeli’deki ev birkaç yıl kapalı kaldı; fakat daha sonra Mevhibe Hanım, yazlarını Heybeli’deki eve komşu bir evde geçiren oğlu Erdal ve onun eşi Sevinç’le beraber, ara sıra bu eve dönmüştür. En sonunda ise aile, evin, vakıf bünyesinde bir müze olarak korunmasında ve İsmet Paşa’nın buraya ilk olarak yerleştiği 1937’deki haliyle, Atatürk’ün hediye ettiği mobilyalarla kalmasında karar kılmıştır. Ziyaretçiler, müzede, çeşitli eşyalar, resimler ve İsmet Paşa’nın kamu ve aile yaşantısıyla ilgili anı eşyalarını görebilir.

 

Evin bahçesi, Adalar Müzesi’nin açık sergi alanı olarak kullanılmaktadır. Bahçede yaz aylarında konser, çocuk ve sanat atölyeleri, film gösterimleri gibi külturel etkinlikler yapılmaktadır.

PERİLİ KÖŞK

Muhteşem manzarası,huzur veren sakinliği ve özel detaylarıyla Perili Köşk misafirlerini bekliyor. otelin sahibi Doğan Olguner, Perili Köşk’ün hikayesini Otel sahibi Doğan Olguner anlatmış;Mimar Ekrem Olguner, 1952 yılında Heybeliada Sanatoryum‘unu (Akciğer Hastalıkları Hastanesi) inşa ederken aldığı arazi üzerine, hastanenin inşaatından kalan zamanlarında şu an “Perili Köşk” olarak faaliyet gösteren evi yapmış. Başlarda yazlık olarak kullanılan eve, ailede yaşanan kayıplar nedeniyle uzun yıllar gidilmeyince bina, neredeyse kullanılamaz bir hale gelmiş.

Ve Heybeliada çocukları bu eve ‘’Perili Köşk” adını vermişler. Ekrem Olguner’in oğlu Doğan Olguner’in evi defalarca yaşanabilir hale getirme çabaları sonuç vermeyince, Doğan Bey’in oğlu, Ozan Olguner, ailesine evi otele çevirmenin daha doğru olabileceğini söylemiş. Ve otel için gerekli olan izinleri almaya başlamış. Kardeşi Can Olguner ile birlikte tadilata başlayan Ozan Bey, konu otel için isim bulmaya gelince yıllar önce çocukların evleri için taktıkları “Perili Köşk” isminin uygun olabileceğini düşünmüş.

Heybeliada’daki Perili Köşk 5 oda ile hizmet veriyor. Buranın bizi etkileyen özelliği ise evcil hayvanlarınızla gönül rahatlığıyla kalabilmeniz.Her odası, deniz veya orman manzarası gören bu otel, aynı zamanda birçok değerli müzisyene de ev sahipliği yapıyor.

Yakın ve uzak bir tatil kaçamağı yapmak isterseniz işte size harika bir alternatif.

Sedefadası

Adalar’ın yerleşime açık olan en küçük adasıdır. 1300X1100 metre büyüklüğündedir. Üzerindeki bitki örtüsü uzaktan bakıldığında sedefe benzetildiği için Sedefadası adı verilmiştir. Eskiden tavşanı bol olduğu için Tavşanadası adı da kullanılmıştır. Adada iki plaj vardır.

Club Ada Sedef

İstanbul’daki Prens Adaları içinde en nezih ada olan Sedef Adası; yazın eğlence sektöründe Boğaz’a rakip olmaya başladı. Bu rekabet, bu sezon açılan CLUB ADA SEDEF ile daha da artacak. İstanbul’un ve Sedef Adası’nın en yeni mekanı CLUB ADA SEDEF, plaj,

yeme-içme ve eğlence keyfini bir arada sunuyor.

CLUB ADA SEDEF, yeme-içme ve eğlence sektörünün en deneyimli ve en tanınmış isimlerinden biri olan Aydın Samanlı ile genç işadamları Emay İnş. A.Ş Yönetim Kurulu Üyesi, Kentplus ve Brandium markalarının sahibi Burak Gören, Fatih Uğuz ve Habil Gürsoy ortaklığıyla kuruldu. Plaj, restoran-bar ve kulüp bölümlerinden oluşuyor. Plaj; pırıl pırıl bir denize ve geniş kapasiteli bir sahile sahip. Plajda gün boyu yeme-içme servisi veriliyor. Güneşlenirken bir şeyler atıştırmak veya içkisini yudumlamak isteyenlere çok özel yiyecekler ve kokteyller servis ediliyor. Restoran-barı, adanın dokusuna uygun taş bir binada İstanbulluları ağırlıyor. Çok sıcak ve samimi bir ambiyansı olan restoran-bar 200 kişilik kapasiteye sahip. Restoranın mönüsü Akdeniz mutfağının en özel lezzetleri ve deniz mahsullerinden oluşuyor. Restoranın plaj için de özel bir mönüsü bulunuyor. Restoran-barı gece olunca bir kulübe dönüşüyor.

Aynı zamanda bir de Rum meyhanesi bulunuyor. Denize sıfır konumlanan Rum meyhanesinin başında ise Theo bulunuyor. Rum meyhanesi ve eğlencesinde en önemli isimlerden biri olan ünlü şarkıcı Fedon’un oğlu Theo, bu yaz sedef’te müdavimlerini ağırlayacak.

200 kişilik düğün, davet ve parti organizasyonları için de İstanbullulara hizmet verecek. Kokteyl porolonge konseptinde ise 300 kişilik organizasyonlar gerçekleştirilebilecek.

dfot

 

Burgazada

İstanbul adalarının en mütevazısı Burgazada, martı seslerinin yankılandığı sokakları, yazarlara ilham veren kırları ve zarif köşkleriyle huzurlu bir liman arayanları bekliyor…

Burgazada’da

Huzur ve renk

Diğer adalara nazaran daha az bilinen ve tercih edilen Burgaz’ın sakinliği, doğallığı ve eşsiz manzarası bir başkadır. Adaya ayak bastığınızda size en sıcak karşılamayı önce martılar ve kediler yapar. Sonrasında ise iskele meydanında mezeleri ile meşhur restoranlar muazzam kokularıyla aklınızı başınızdan alır.

 

Adayı gezdikten ve yorgunluk sarhoşu olduktan sonra da Ada’nın en meşhur dondurmacısı ile günü büyük bir keyifle noktalayabilirsiniz. Geri dönmek için hazırlanmaya başladığınızda ise içiniz burkulur ve bu huzuru hiç terk etmek istemezsiniz. Bahar Mahmure Derviş ise bu terk etme duygusunu bir daha yaşamamak üzere yıllar önce buraya yerleşip, adayı sindire sindire yaşamaya karar verenler arasında.

Hayatını dolu dolu yaşayan, her dakikasının kıymetini bilen huzur dolu ve inanılmaz hikayeler biriktiren Bahar Derviş Hanım evinin kapılarını Bast Home için açtı. Evin yolunu tutuyoruz ve bir kez daha Burgazada’ya aşık oluyoruz. İnanılmaz bir huzur eşlik ediyor bize. Sessizliği ne kadar özlediğimizi fark ediyoruz o an. Ve öğreniyoruz ki bu adada fayton atları genelde serbest dolaşırmış, eğer evlerin kapısı açık unutulursa bahçede  bir atla karşılaşma olasılığı çok yüksekmiş meğer. Bunu duyunca özellikle Büyükada için temennide bulunduk; en kısa zamanda şartlar değişip de buradaki atlar kadar özgür olabilsinler diye. Ve biraz yokuş çıktıktan sonra bizi bahçesinde çiçekler içinde karşılayan Bahar Hanım ile merhabalaştık ve bize ‘’Adalı” olmanın ne demek olduğunu anlattı.

‘Çocukken aile ile beraber adalarda büyümek ayrı, bir de seneler sonra ada hayatını tercih edip bunu yaşam biçimi haline getirmek ayrı. Ada hayatını tercih ettiyseniz bir kere kendinizi disipline etmeniz şart! Planlı ve programlı olmalısınız ki vapur saatleri programınızı alt üst etmesin.Onun dışında adada iseniz zaten tek yapmanız gereken bu hayata ayak uydurmanız. Unutmayın şehirdeki yaşantınızı buraya adapte etmek değil amaç aksine teslim olmak ve bir bütün halinde yaşamak’ diyor Bahar Hanım. Son 15 yılını Burgazada’da yaşadığını ve artık İstanbul’a yalnızca öğrencileri için gittiğinin altını çiziyor. Tam anlamıyla bir adalı Bahar hanım. Hatta öyle ki tatil tercihini de başka ülkelerin adalarına kaçmaktan yana kullanıyor. Kendi yaşadığı evin bahçesi görülmeye aslında yaşamaya değer diyebiliriz. 20 çeşitten fazla çiçek var bu bahçede.Ve her birine öğle bağlı ki kimseye teslim edemiyormuş.Gittiği yerlerden en nadide çiçekleri bile bu bahçeye taşıyormuş.Tüm bahçe bakımını bizzat kendi yaptığının altını çiziyor ve ekliyor, ‘Her bitkinin bakımı ve ihtiyacı apayrıdır. İşin en keyifli tarafı ise bunca çeşidin içinde her mevsimi bir başka yaşıyor olmanız. Bu bahçede her mevsimde farklı bir çiçek açar ve bahçe kendini yeniler. Öyle muazzam bir oluşuma şahit olursunuz ki bahçeniz adeta masalsı bir görünüme bürünür.’

Sohbet sırasında bir diğer öğrendiğimiz şey ise bu evin bulunduğu yerin Reşat Paşa Köşkü’ne ait olduğu. Sonrasında ise bu köşk kızları arasında bölüştürülmüş meğer.

Bahar hanım’ın bu evi nasıl seçtiği ise onun seneler evvel yaşadığı bir anıda gizli. Bu hikaye şimdilik bizde saklı kalsa da bir kelebeğin insanın hayatını değiştirebildiğini söyleyebiliriz. Evin her köşesi başka hikayelerle, başka anılarla dolu. Her objenin kendine ait bir hikayesi var. Evin içi o kadar sıcak detaylarla tamamlanmış ki kendinizi hiç de misafir gibi hissetmiyorsunuz.Evin başrolü ise şüphesiz kelebekler.Ancak mavi renk, melek figürlü detaylar ve antika objeler de arka planda kalmıyor. Bir oda bir salon olan bu ev son derece kullanışlı dekore edilmiş. Yazlık kışlık olarak kullanılan bu ada evinin her köşesi rahatlığa ve huzura işaret ediyor. Salondan bağımsız, kitabınızı alıp okuyacağınız bir alan dahi oluşturulmuş. Pencerelerden baktığınız bahçe manzarası ise görülmeğe değer. Kendinizi hem dağ evinde, hem de bir ada evinde hissedebileceğiniz nadir yerlerden anlayacağınız. Salondan verandaya açılan bir çıkış var ve Bahar Hanım’ın yine kendi yarattığı; Burgazada hatırası köşesi bulunuyor. Bu eve her gelenin mutlaka bu bölümde bir fotoğrafı ve hatırası olurmuş. Biz de es geçmiyor ve hemen bir hatıra fotoğrafı çekiyoruz elbette. Bahar hanımın hoş sohbeti ve samimiyeti  ile harika geçen bir günün ardından vapura biniyoruz ancak herkes gibi içimiz buruk bir şekilde terk ediyoruz adayı.Tez zamanda yeniden ziyaret etmek üzere…

SAİT FAİK

ABASIYANIK

MÜZESİ

Türk edebiyatının usta isimlerinden Sait Faik’in uzun yıllar yaşadığı tarihi köşke uğramadan yapılan bir Burgazada gezisi eksik kalır. Ada günlerinden geriye ölümsüz eserlerden oluşan paha biçilmez bir miras bırakan yazarın hayatının son yıllarını geçirdiği ev günümüzde bir müze. Güzel bir bahçe içerisinde yer alan köşkte yazarın el yazmaları, fotoğrafları, mektupları, kitapları ve kişisel eşyaları sergileniyor.

AYA YORGİ

KLİSESİ

17. yüzyılda yapıldığı sanılan manastır, Cennet Yolu’nun altındaki yamaçta inşa edilmiş. Üç katlı ve dikdörtgen planlı taş bina, 1920’li yıllarda Beyaz Ruslar tarafından da kullanılmış. Manastırın yukarısındaki çam ağaçlarıyla kaplı düzlükteki kilise ise 19. yüzyıl tarihli. Kilisenin içi ise resimler ve ikonalarla dolu bir müze gibi. Dekorasyonda kullanılan gümüşler ve ahşap oymalar ilginç.

KALPAZANKAYA

İskeleden yarım saatlik bir yürüyüşle, faytonla ya da gezi tekneleriyle ulaşabileceğiniz Kalpazankaya, adanın görülmeden geçilemeyecek yerlerinden biri. Püfür püfür rüzgârlarıyla yazın sıcağını hiç hissettirmeyen bu güzel doğa parçasının bir tarafı ormanla, diğer tarafı denizle çevrili. Hemen aşağısındaki küçük koy, güneşlenmek ve denize girmek için ideal. Civardaki kır gazinolarında ise balık ve kuyu kebabı çok lezzetli.

 

HRİİıSTOS TEPESıİ VE MANASTIRI

Bizans manastırı olan Theokoryphotos (Hz. İsa’nın Başkalaşımı), adının da söylediği gibi, Hristos (İsa) Tepesi’nin zirvesinde yer alır. Bizans kaynaklarınca doğrulanmamış olmamakla beraber, söylenceye göre, manastır Makedonyalı İmparator I. Basil tarafından (tks 867-86) bir antik Yunan tapınağının kalıntıları üzerine kurulmuştur.

18. yy.ın sonunda ise manastır terk edilmiş, bir harabe haline gelmiştir. Manastırdan günümüze, eski manastır bölgesinin çeşitli yerlerine dağılmış, önceki yapılara ait harabeler ve mimari kalıntıların yanı sıra, 19. yy.da yapılmış bir kiliseyle 18. yy.da inşa edilmiş iki katlı bir yapı kalmıştır. Manastır bölgesi girişinin içinde, çok güzel oyulmuş dört Bizans sütun başını da içeren bir dizi antik mimari kalıntısı bulunur.

Manastır yöresinin sınırları içinde bugün bile hâlâ yağmur sularını toplayan dört adet kocaman, kemerli yer altı sarnıcı bulunuyor.

Tepeden seyredilen manzara harikadır: Bütün Adalar ve Asya sahilleri görülebilir. Rumlar ve diğerleri hâlâ, Hz. İsa’nın Başkalaşımı’nın panigirisini (o yerdeki kiliseye adını veren azizin anısına yapılan şenlik) hatırda tutmak üzere 6 Ağustos’ta kiliseye geliyorlar; bu olay eskiden, tepenin zirvesinde müzik ve danslarla kutlanırdı.

Rum mezarlığı, manastır bölgesinin hemen yukarısında. Mezarlıktaki minik kilise, tapınakları hep tepelerin zirvesinde kurulmuş olan Hagios Profitis İllias’a adanmıştır.

KINALIADA

Krikor Lusavoriç Kilisesi

Ada nüfusunda önemli bir payı Ermeniler oluşturmaktadır. Gregoryen kilisesi sahil yolunda yer almaktadır. Prens adaları içerisindeki tek Ermeni kilisesi olma özelliğine sahiptir. 1857’de kurulmuştur ve 1988’de yeniden inşa edilerek bugünkü halini almıştır. İçerisinde ortaçağ taş oymacılığının güzel örneklerini içeren panolar bulunmaktadır.

KINALIADA CAMİİ

Kınalıada’da yaşayan müslümanların isteği ile modern bir  camii yapılmıştır.Üçgen çatısı, kesik yivli minaresi ve zikzaklı yedigen bir poligon oluşturan ana binasıyla Kınalıada Camii, İstanbul’da örneği bulunmayan modern bir mimari üslup taşıyor. Deniz kenarındaki 450 metrekarelik bir alan üzerine kurulu ibadethanenin avlusunda, şadırvan, cemaat odası, sağlık merkezi, gasilhane ve su sarnıcı bulunuyor.

DÖNÜŞÜM MANASTIRI

Dönüşüm Manastırı, Manastır Tepesi’nin üstündedir. Bu manastır aynı isimdeki Bizans manastırının yerine kurulmuştur. Bu manastırın bazı mimari kısımları katholikon yani keşiş manastırının içine yerleştirilmiştir, diğerleri ise araziye yayılmış durumdadır. Türklerin fethinden sonra manastır yıkılmaya başlamış ama sonra 1722’de İstanbul’da iş yapan Sakızadalı bir grup zengin Yunanlı tüccar tamamen onarımını üstlenmiştir. Bu tüccarlar Bizans katholikonunun yerine yeni bir kilise inşa ettirmiş ve yanına Aziz Paraskevi’ye adanmış bir şapel eklemişlerdir. İconostasis ve piskoposluk tahtı ağaç oymacılığının güzel eserlerindendir. Özgün katholikondaki Bizans ikonları İstanbul’da Rum Ortodoks Patrikhanesi’nde korunmaktadır. Şimdiki kilisenin ikonları Rus yapımıdır ve 1723’te Patrik III. Jeremias’a Çar Büyük Petro tarafından yollanmıştır.

RUM ORTODOKS PANAYİA KİLİSESİ

Adanın doğusunda yer alır ve Bizanslı tarihçiler tarafından bu manastırın İmparator V.Leon’a (813-820) kadar yaşadığı kabul edilir. Temel kazımı sırasında şamdanlar, zeytinyağı elde etmeye yarayan aletler, büyük mermer parçaları ve yazılı sütunlar ortaya çıkmıştır.

SİRAKYAN İKİZ EVLERİ

Ali Baran Meydanında bulunan Sirakyan İkiz Evleri Osmanlı döneminde mesken olarak kullanılmak için inşa edilmiştir. Üç katlı ahşap yapılardır ve Kınalıada’nın simgelerindendir.

 

dfot

 

Büyükada Dosyası

Bahar ve yaz aylarının vazgeçilmez mekanları arasında yer alan Büyükada’da mimozaların, renk renk çiçeklerin açtığı sokaklarda, tarihi köşkler arasında, fayton veya bisiklet ile dolaştığınızda kendinizi İstanbul’dan çok uzaklarda bir sayfiye şehrinde sanmanız çok olası. Oysa neredeyse İstanbul’un Bostancıyla başlayan kıyı şeridine sadece 30 dakika mesafedesiniz.

İnanması gerçekten zor. Yerleşime açık Büyükada, Heybeliada, Burgazada, Kınalıada, Sedef Adası İstanbul’dan yapılan gemi seferleri ile yıl boyu ziyaretçilerini ağırlıyor. Ama elbette en büyük ilgi bahar ve yaz aylarında yaşanıyor.

 

Büyükada’nın özellikle günü birlik ziyareçisi çok fazla, bunun yanı sıra kısa süreli konaklamalar için de çok cazip alternatif oluşturuyor meraklılarına. Ada halkı genel olarak ikiye ayrılıyor: birincisi yaz kış burada oturan yerli halk, ikincisi özellikle bahar ve yaz aylarında burada yerleşik hayatı tercih eden İstanbullular, Çoğu en az iki kuşaktır bu geleneği sürdürdüğü gibi aralarında adalı olmayı kısa süre evvel tercih etmiş İstanbullular  da yok sayılmayacak kadar çok.

Büyükada’nın en yüksek tepesi Aya Yorgi Kilisesi’nin bulunduğu Yüce Tepe, özellikle yılın belirli günleri ayrıca ziyateçilerin akınına uğruyor.  Adak dileyip dilek tutanların isteklerinin yerine geldiği inancıyla ziyaretçiler, manastıra yıllardır olduğu gibi, yalın ayak tırmanıyor. Ulaşımın genel olarak faytonla sağlandığı adada, ada sakinlerinin ve ziyaretçilerin en çok kullandığı bir diğer taşıt ise bisiklet. Biz Bast Home ekibi olarak, atların mevcut yaşam kalitelerinin gözönünde bulundurularak alternatif çevre dostu ulaşım araçlarının Adalarda hızla yaygınlaşmasını canı gönülden diliyoruz.

2 bin yıllık tarihi ve Bizans, Osmanlı, Türk ve batı kültürlerinin sentezi, yaklaşık 900 adet tarihi eser köşkü, dinsel yapıları, çam ormanları ile süslü Büyükada da yapılacak gezilerde, görülecek birçok yer mevcut. Bunu hemen belirtelim.

 

Yemyeşil, birçoğu bakımlı bahçeleri içinde görkemli köşkler, konakların yanı sıra Yörükali Plajı, Dilburnu Piknik Alanı, Aşıklar Yolu, Lunapark ve Viranbağ Gazinosu, Yücetepe Aya Yorgi Manastırı ve Kilisesi, Avrupa’nın en büyük ahşap yapısı eski Prinkipo Palas olan Rum Yetimhanesi, yazar Reşat Nuri Güntekin’in yaşadığı ev, Troçki Evi, Fabiato Köşkü Büyükada Kültür Evi, Sultan 2. Abdülhamid tarafından yapılmış olan Hamidiye Camisi, Hristos (Metamorfosis) Manastırı ve Kilisesi ve Aya Nikola Manastır ve Kilisesi, Aya Dimitri Kilisesi, Panayia Kilisesi, San Pacificio Latin Kilisesi, Aya Todori Şapeli Surp Asdvadzadzin Kilisesi, Hesed Le Avraam Sinagogu, Aya Fotini, Aya Paraskevi, Aya Konstantin, Aya Yorgi Ayazmaları, görülebilecek yerler arasında bulunuyor.

 

dfot

 

Yakın tarihimizden hüzün dolu bir hikayenin sessiz ve görkemli başrol oyuncusu…

Büyükada’nın Manastır Tepesi’nde yer alan Rum Yetimhanesi, 1898-1899 yılları arasında  Fransızlar  tarafından otel olarak inşa edilmiştir o dönem için, Avrupa’nın bilinen en büyük ahşap binası olarak kabul edilmekte idi. Aynı zamanda dünyanın ilk çok katlı ahşap yapısı olma özelliğini de taşır. Mimarı, dönemin önemli mimarlarından Alexandre Vallaury’dir.

Ünlü mimar, bu yapıyı tasarlarken yerel dokuya ve kültüre uygun mimari unsurları öne çıkarmış ve coğrafyanın geleneksel yapı malzemesi olan ahşaba projede özel olarak yer vermiştir. Başlangıçta Güney Fransa’dakilere benzere bir casino-hotel olarak kullanılması öngörülmüştü. Ne var ki casino-hotel anlayışı Osmanlı yönetiminin örf ve adetlerine ters düştüğü için gerekli izin alınamamış ve  bina satışa çıkarılmış. Bunun üzerine yarım kalmış haliyle Balıklı Rum yetimhanesinin kullanımı için dönemin en zengin Rum ailelerinden olan Andreas Syngros Vakfı tarafından 15 bin Osmanlı lirası karşılığında satın alınmıştır. Diğer zengin bir Rum ailesi olan Zarifis’lerin ve Abdülhamit’in de katkıları ile bina, Balıklı Rum hastanesinde barınan kimsesiz Rum çocuklarına hizmet vermesi için Rum patrikhanesinin himayesine verilmiştir. Bina, 21 Mayıs 1903’te Sultan Abdülhamit’in ve dönemin Patriki 3. İoakim’in de hazır bulunduğu bir törenle yetimhane olarak hizmete açılmıştır.

206 odadan, büyük bir mutfaktan, görkemli bir kütüphaneden meydana gelen kurum, 15 kişilik personelle idare ediliyordu. Yatakhanelerin yanı sıra ilkokul ve çeşitli meslek okulları da içinde barındıran bir eğitim kampüsüydü aslında. İlkokulda 3 Rum, 2 Türk öğretmen ders veriyordu.

Kimsesiz çocuklar ilkokulu bitirdikten sonra, aynı bina içerisinde  yer alan sanat okuluna da gidebiliyor; burada da piyasada kendisine bir iş bulacak şekilde çeşitli meslekler öğreniyordu.Yetimhane, 21 Nisan 1964’te Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından kapatılmıştır. O tarihte yetimhanede barınan ve eğitim gören çocuklar Büyükada’nın Aghios Nikolaos kilisesine nakil edilmiştir.

Büyükada’daki Rum Yetimhanesi, kapatıldığı 1964 yılından sonra kaderine terk edildi. Uzun yıllar bakımsız kalan binanın büyük ahşap çatısı, bakımsızlık yüzünden büyük ölçüde çökmüş, camları kırılmış, ahşap zeminlerde ise aşağı katlara doğru göçmeler oluşmuştur. Tapusu yıllar sonra tekrar Patrikhane’ye devredilen yetimhanenin tekrar koruma ve renuvasyona alındığı dışında pek de fazla bilgi yok elimizde.

 

Büyükada Rum Yetimhanesinin bilene teknik özellikleri de şöyle özetlenebilir; ahşap karkas sistemde inşa edilmiş yapı, yan bölümlerinde 6, diğer cephelerde ise 5 katlı olarak  tasarlanmış. Binanın içindeki etkiliyeici detaylara rağmen dış cephe mimarisinde olabildiğince sade bir tarz benimsenmiş. Birbiri üzerine tekrarlanan çıkmalar ile cephelere hareketlilik getirilmeye çalışılmış. Tiyatro salonundaki iç mekân ahşap süslemedeki abartılı  detaylara karşılık, diğer iç mekânlarda yalın bir mimari hakim.

Büyükada’nın tepesine bakıldığında hemen göze çarpan Büyükada Rum Yetimhanesi bahçesinde önceleri idare binası olarak inşa edilen, daha sonraları ise ilkokul olarak kullanılan ek bir bina mevcut.

 

Bir zamanlar içerisinde çocuk kahkahalarının eksik olmadığı bu yapının yatak odaları, derslikleri, yemekhane ve tiyatro salonu aradan geçen zaman içerisinde malesef yıllara teslim olmuş. Öğrencilerin yıllar önce duvarlara yazdığı yazıları gördüğünde ise insanın gözleri doluyor. Yapının içine girer girmez bugünkü okullarda bile bulunmayan, devasa bir tiyatro salonuyla karşılaşıyor ziyaretçiler, burası insanın gerçeklik duygusunu zorlayacak derecede güzel ve bir o kadar da yalnız. Muhteşem bir dekoru veya özenle hazırlanmış bir film setini hatırlatan duvarlar hem büyük bir gurur, hem de bir o kadar keskin bir küskünlükle selamlıyor bizleri. Bu terkedilmişliğe ve sahipsizliğe sessiz çığlıklar yükseliyor sanki duvarlardan.

 

Ziya TACİR

14 Şubat 1968 de İstanbul’da doğdu.

Ortaokul ve liseyi İstanbul’da bitirdikten sonra 1984 yılında girdiği İstanbul Teknik Üniversitesi işletme Mühendisliği bölümünden 1988 yılında mezun oldu.

Sonrasında Saint Mary’s College of California Üniversitesi’ nde İş İdaresi Yüksek Lisans – MBA derecesi aldı.

1991 yılından günümüze kadar, aile iştirakleri olan şirketlerde üst düzey yönetici olarak çalışma hayatına devam etmektedir. Evli ve tek çocuk sahibidir.

Fotoğraf hayatına 1999 yılında başlamıştır. İlerleyen yıllarda mimari fotoğraf çekimlerinde yoğunlaşmıştır. Mimari açıdan önemli yapıların iç ve dış mekanları, günümüz metropollerinin sunduğu manzaralar, sanayi ve üretim tesislerinin sunduğu görüntüler en önemli ilgi alanıdır.

Solo Sergileri

2013 Rum Yetimhanesi, MERKUR Sanat Galerisi 2011 Bomonti, MERKUR Sanat Galerisi

Grup Sergileri

2013 Abu Dhabi Art, Artists’ Waves

2013 8. Contemporary Istanbul, MERKUR Sanat Galerisi 2013 Inside, MERKUR Sanat Galerisi

2012 7. Contemporary Istanbul, MERKUR Sanat Galerisi 2011 6.Contemporary Istanbul, MERKUR Sanat Galerisi