kilise

dfot

 

Burgazada

İstanbul adalarının en mütevazısı Burgazada, martı seslerinin yankılandığı sokakları, yazarlara ilham veren kırları ve zarif köşkleriyle huzurlu bir liman arayanları bekliyor…

Burgazada’da

Huzur ve renk

Diğer adalara nazaran daha az bilinen ve tercih edilen Burgaz’ın sakinliği, doğallığı ve eşsiz manzarası bir başkadır. Adaya ayak bastığınızda size en sıcak karşılamayı önce martılar ve kediler yapar. Sonrasında ise iskele meydanında mezeleri ile meşhur restoranlar muazzam kokularıyla aklınızı başınızdan alır.

 

Adayı gezdikten ve yorgunluk sarhoşu olduktan sonra da Ada’nın en meşhur dondurmacısı ile günü büyük bir keyifle noktalayabilirsiniz. Geri dönmek için hazırlanmaya başladığınızda ise içiniz burkulur ve bu huzuru hiç terk etmek istemezsiniz. Bahar Mahmure Derviş ise bu terk etme duygusunu bir daha yaşamamak üzere yıllar önce buraya yerleşip, adayı sindire sindire yaşamaya karar verenler arasında.

Hayatını dolu dolu yaşayan, her dakikasının kıymetini bilen huzur dolu ve inanılmaz hikayeler biriktiren Bahar Derviş Hanım evinin kapılarını Bast Home için açtı. Evin yolunu tutuyoruz ve bir kez daha Burgazada’ya aşık oluyoruz. İnanılmaz bir huzur eşlik ediyor bize. Sessizliği ne kadar özlediğimizi fark ediyoruz o an. Ve öğreniyoruz ki bu adada fayton atları genelde serbest dolaşırmış, eğer evlerin kapısı açık unutulursa bahçede  bir atla karşılaşma olasılığı çok yüksekmiş meğer. Bunu duyunca özellikle Büyükada için temennide bulunduk; en kısa zamanda şartlar değişip de buradaki atlar kadar özgür olabilsinler diye. Ve biraz yokuş çıktıktan sonra bizi bahçesinde çiçekler içinde karşılayan Bahar Hanım ile merhabalaştık ve bize ‘’Adalı” olmanın ne demek olduğunu anlattı.

‘Çocukken aile ile beraber adalarda büyümek ayrı, bir de seneler sonra ada hayatını tercih edip bunu yaşam biçimi haline getirmek ayrı. Ada hayatını tercih ettiyseniz bir kere kendinizi disipline etmeniz şart! Planlı ve programlı olmalısınız ki vapur saatleri programınızı alt üst etmesin.Onun dışında adada iseniz zaten tek yapmanız gereken bu hayata ayak uydurmanız. Unutmayın şehirdeki yaşantınızı buraya adapte etmek değil amaç aksine teslim olmak ve bir bütün halinde yaşamak’ diyor Bahar Hanım. Son 15 yılını Burgazada’da yaşadığını ve artık İstanbul’a yalnızca öğrencileri için gittiğinin altını çiziyor. Tam anlamıyla bir adalı Bahar hanım. Hatta öyle ki tatil tercihini de başka ülkelerin adalarına kaçmaktan yana kullanıyor. Kendi yaşadığı evin bahçesi görülmeye aslında yaşamaya değer diyebiliriz. 20 çeşitten fazla çiçek var bu bahçede.Ve her birine öğle bağlı ki kimseye teslim edemiyormuş.Gittiği yerlerden en nadide çiçekleri bile bu bahçeye taşıyormuş.Tüm bahçe bakımını bizzat kendi yaptığının altını çiziyor ve ekliyor, ‘Her bitkinin bakımı ve ihtiyacı apayrıdır. İşin en keyifli tarafı ise bunca çeşidin içinde her mevsimi bir başka yaşıyor olmanız. Bu bahçede her mevsimde farklı bir çiçek açar ve bahçe kendini yeniler. Öyle muazzam bir oluşuma şahit olursunuz ki bahçeniz adeta masalsı bir görünüme bürünür.’

Sohbet sırasında bir diğer öğrendiğimiz şey ise bu evin bulunduğu yerin Reşat Paşa Köşkü’ne ait olduğu. Sonrasında ise bu köşk kızları arasında bölüştürülmüş meğer.

Bahar hanım’ın bu evi nasıl seçtiği ise onun seneler evvel yaşadığı bir anıda gizli. Bu hikaye şimdilik bizde saklı kalsa da bir kelebeğin insanın hayatını değiştirebildiğini söyleyebiliriz. Evin her köşesi başka hikayelerle, başka anılarla dolu. Her objenin kendine ait bir hikayesi var. Evin içi o kadar sıcak detaylarla tamamlanmış ki kendinizi hiç de misafir gibi hissetmiyorsunuz.Evin başrolü ise şüphesiz kelebekler.Ancak mavi renk, melek figürlü detaylar ve antika objeler de arka planda kalmıyor. Bir oda bir salon olan bu ev son derece kullanışlı dekore edilmiş. Yazlık kışlık olarak kullanılan bu ada evinin her köşesi rahatlığa ve huzura işaret ediyor. Salondan bağımsız, kitabınızı alıp okuyacağınız bir alan dahi oluşturulmuş. Pencerelerden baktığınız bahçe manzarası ise görülmeğe değer. Kendinizi hem dağ evinde, hem de bir ada evinde hissedebileceğiniz nadir yerlerden anlayacağınız. Salondan verandaya açılan bir çıkış var ve Bahar Hanım’ın yine kendi yarattığı; Burgazada hatırası köşesi bulunuyor. Bu eve her gelenin mutlaka bu bölümde bir fotoğrafı ve hatırası olurmuş. Biz de es geçmiyor ve hemen bir hatıra fotoğrafı çekiyoruz elbette. Bahar hanımın hoş sohbeti ve samimiyeti  ile harika geçen bir günün ardından vapura biniyoruz ancak herkes gibi içimiz buruk bir şekilde terk ediyoruz adayı.Tez zamanda yeniden ziyaret etmek üzere…

SAİT FAİK

ABASIYANIK

MÜZESİ

Türk edebiyatının usta isimlerinden Sait Faik’in uzun yıllar yaşadığı tarihi köşke uğramadan yapılan bir Burgazada gezisi eksik kalır. Ada günlerinden geriye ölümsüz eserlerden oluşan paha biçilmez bir miras bırakan yazarın hayatının son yıllarını geçirdiği ev günümüzde bir müze. Güzel bir bahçe içerisinde yer alan köşkte yazarın el yazmaları, fotoğrafları, mektupları, kitapları ve kişisel eşyaları sergileniyor.

AYA YORGİ

KLİSESİ

17. yüzyılda yapıldığı sanılan manastır, Cennet Yolu’nun altındaki yamaçta inşa edilmiş. Üç katlı ve dikdörtgen planlı taş bina, 1920’li yıllarda Beyaz Ruslar tarafından da kullanılmış. Manastırın yukarısındaki çam ağaçlarıyla kaplı düzlükteki kilise ise 19. yüzyıl tarihli. Kilisenin içi ise resimler ve ikonalarla dolu bir müze gibi. Dekorasyonda kullanılan gümüşler ve ahşap oymalar ilginç.

KALPAZANKAYA

İskeleden yarım saatlik bir yürüyüşle, faytonla ya da gezi tekneleriyle ulaşabileceğiniz Kalpazankaya, adanın görülmeden geçilemeyecek yerlerinden biri. Püfür püfür rüzgârlarıyla yazın sıcağını hiç hissettirmeyen bu güzel doğa parçasının bir tarafı ormanla, diğer tarafı denizle çevrili. Hemen aşağısındaki küçük koy, güneşlenmek ve denize girmek için ideal. Civardaki kır gazinolarında ise balık ve kuyu kebabı çok lezzetli.

 

HRİİıSTOS TEPESıİ VE MANASTIRI

Bizans manastırı olan Theokoryphotos (Hz. İsa’nın Başkalaşımı), adının da söylediği gibi, Hristos (İsa) Tepesi’nin zirvesinde yer alır. Bizans kaynaklarınca doğrulanmamış olmamakla beraber, söylenceye göre, manastır Makedonyalı İmparator I. Basil tarafından (tks 867-86) bir antik Yunan tapınağının kalıntıları üzerine kurulmuştur.

18. yy.ın sonunda ise manastır terk edilmiş, bir harabe haline gelmiştir. Manastırdan günümüze, eski manastır bölgesinin çeşitli yerlerine dağılmış, önceki yapılara ait harabeler ve mimari kalıntıların yanı sıra, 19. yy.da yapılmış bir kiliseyle 18. yy.da inşa edilmiş iki katlı bir yapı kalmıştır. Manastır bölgesi girişinin içinde, çok güzel oyulmuş dört Bizans sütun başını da içeren bir dizi antik mimari kalıntısı bulunur.

Manastır yöresinin sınırları içinde bugün bile hâlâ yağmur sularını toplayan dört adet kocaman, kemerli yer altı sarnıcı bulunuyor.

Tepeden seyredilen manzara harikadır: Bütün Adalar ve Asya sahilleri görülebilir. Rumlar ve diğerleri hâlâ, Hz. İsa’nın Başkalaşımı’nın panigirisini (o yerdeki kiliseye adını veren azizin anısına yapılan şenlik) hatırda tutmak üzere 6 Ağustos’ta kiliseye geliyorlar; bu olay eskiden, tepenin zirvesinde müzik ve danslarla kutlanırdı.

Rum mezarlığı, manastır bölgesinin hemen yukarısında. Mezarlıktaki minik kilise, tapınakları hep tepelerin zirvesinde kurulmuş olan Hagios Profitis İllias’a adanmıştır.

KINALIADA

Krikor Lusavoriç Kilisesi

Ada nüfusunda önemli bir payı Ermeniler oluşturmaktadır. Gregoryen kilisesi sahil yolunda yer almaktadır. Prens adaları içerisindeki tek Ermeni kilisesi olma özelliğine sahiptir. 1857’de kurulmuştur ve 1988’de yeniden inşa edilerek bugünkü halini almıştır. İçerisinde ortaçağ taş oymacılığının güzel örneklerini içeren panolar bulunmaktadır.

KINALIADA CAMİİ

Kınalıada’da yaşayan müslümanların isteği ile modern bir  camii yapılmıştır.Üçgen çatısı, kesik yivli minaresi ve zikzaklı yedigen bir poligon oluşturan ana binasıyla Kınalıada Camii, İstanbul’da örneği bulunmayan modern bir mimari üslup taşıyor. Deniz kenarındaki 450 metrekarelik bir alan üzerine kurulu ibadethanenin avlusunda, şadırvan, cemaat odası, sağlık merkezi, gasilhane ve su sarnıcı bulunuyor.

DÖNÜŞÜM MANASTIRI

Dönüşüm Manastırı, Manastır Tepesi’nin üstündedir. Bu manastır aynı isimdeki Bizans manastırının yerine kurulmuştur. Bu manastırın bazı mimari kısımları katholikon yani keşiş manastırının içine yerleştirilmiştir, diğerleri ise araziye yayılmış durumdadır. Türklerin fethinden sonra manastır yıkılmaya başlamış ama sonra 1722’de İstanbul’da iş yapan Sakızadalı bir grup zengin Yunanlı tüccar tamamen onarımını üstlenmiştir. Bu tüccarlar Bizans katholikonunun yerine yeni bir kilise inşa ettirmiş ve yanına Aziz Paraskevi’ye adanmış bir şapel eklemişlerdir. İconostasis ve piskoposluk tahtı ağaç oymacılığının güzel eserlerindendir. Özgün katholikondaki Bizans ikonları İstanbul’da Rum Ortodoks Patrikhanesi’nde korunmaktadır. Şimdiki kilisenin ikonları Rus yapımıdır ve 1723’te Patrik III. Jeremias’a Çar Büyük Petro tarafından yollanmıştır.

RUM ORTODOKS PANAYİA KİLİSESİ

Adanın doğusunda yer alır ve Bizanslı tarihçiler tarafından bu manastırın İmparator V.Leon’a (813-820) kadar yaşadığı kabul edilir. Temel kazımı sırasında şamdanlar, zeytinyağı elde etmeye yarayan aletler, büyük mermer parçaları ve yazılı sütunlar ortaya çıkmıştır.

SİRAKYAN İKİZ EVLERİ

Ali Baran Meydanında bulunan Sirakyan İkiz Evleri Osmanlı döneminde mesken olarak kullanılmak için inşa edilmiştir. Üç katlı ahşap yapılardır ve Kınalıada’nın simgelerindendir.

 

dergi_form_nisan

 

KOÇO RESTAURANT
İçinde Kilise Olan Meyhane…

‘Müsü Koço’nun yeri.
Moda Vapur İskelesi’nin hemen yanında bulunan ayazmanın üzerindeki bina 1934-35 yıllarında yıkılarak, yerine lokanta yapılmak üzere yeni bir bina inşa edilir. Ama ayazma aynen korunur, 1950 yılında onarımdan geçer. Ayazmanın üstündeki bina, ilk olarak Konstantinos Koço Korontos tarafından ‘‘Moda Park Lokantası’’ adıyla bir kır kahvesi olarak hizmete açılır. Adı bugün de Moda Park Lokantası olan mekan, hálá Koço olarak biliniyor. Çünkü sahibiyle ünlü; Mühürdar’da da bir gazinosu olan ‘‘Müsü’’ Koço, belli ki ününün çoğunu bazı günlerde ücret almadan servis yapmasına borçlu.
1954’te ölümüne kadar Moda Park Lokantası’nın işletmesini sürdürür Koço Bey. Ölümünden sonra lokantayı, çalışanlarından Gökçeadalı Atanaş Cano ile Stelyo Mavro devralır. 85 kişilik kapalı salona, 80 kişilik yarı açık bölüm daha eklenir, yani bahçeli bir lokanta olur Koço. Kapasite 250 kişiye çıkar. Cano ve Mavro’nun da 1980’lere kadar işlettiği ama artık yaşlandıklarından (İkisi’de 1994’te göçmüş bu dünyadan) servise yetişemedikleri lokantayı, 1985’ten bu yana, eski aşçılardan Şeref Yavuz, Hilmi Suna, Fahri Şeker ve Mustafa Yılmaz (Ö.1994) Varisleri işletiyor. Mal sahibi ise Osman MIRIZ ve Aldo Bey.

Dünyada tek
Dünyanın pek çok kentinde Aya Ekaterini’nin adını taşıyan kiliseler, ayazmalar var. Türkiye’de ise sadece bir tek Moda Burnu’ndaki Aya Ekaterini Ayazması bu adı taşıyor. Ayazma’nın değil Türkiye, belki de dünyada tek sayılmasını sağlayabilecek asıl özelliği ise bir meyhanenin ortasında olması! Gerçekten de bu Rum kilisesine girebilmek, mum dikebilmek, rahibin duasını dinleyebilmek için meyhanenin içinden geçmek gerekiyor. Ya da tam tersi, meyhanenin bahçe masalarına oturmak için ayazmanın yanından geçmek…Moda Park Lokantası’nın kapısından girdiğinizde denizi her yanından görebileceğiniz camekanlı büyük salonda da oturabilirsiniz; diğer kapıdan çıkıp bahçeye de geçebilirsiniz. İşte o geçişte, tam sağınızda kalan birkaç basamaktan indiğinizde göreceksiniz ayazmayı.
Mikroskobik denebilecek boyutlarda ufak kilise olan Aya Ekaterini’ye demir bir kapıdan giriliyor. İki beton basamak indikten sonra sağa doğru birkaç basamak daha var. Kapının karşısındaki duvarda gümüş işlemeli bir Aya Ekaterini ikonası karşılıyor gelenleri. Bu küçücük bir odadan oluşan kiliseye de başta Koço’nun müdavimleri gibi Modalılar gelirmiş. Şimdi ise sadece Moda’nın Rumları değil; üstelik sadece Hıristiyanlar değil; İstanbul’un pek çok yerinden, tüm dinlere mensup insanlar, hatta Müslümanlar da ziyaret ediyor Aya Ekaterini’yi. Hepsi de pazartesi günleri Metropolit kilisesinden gelen papazın okuduğu dualara amin diyor, mum dikip dilekte bulunuyor.

 

Denize karşı Deniz ürünleri
Moda Park Lokantası, kısa adıyla Koço, 1960’larda püreli rostosu, sosis sotesi, kaşarlı İtalyan makarnası ve şişiyle meşhurdu. O zamanlar çok rakıcı yoktu ortalıkta, yemekte bira ya da kırmızı şarap içilirdi. Bugün olduğu gibi, o zaman da her kesimden müşterisi vardı lokantanın; en üst tabakadan en alt tabakaya kadar, çünkü fiyatlar ortalamaydı. Bugün bol bol rakının içildiği Koço’nun prensibi, mezelerin günlük olması. 15 civarında soğuk mezeyi, midye, ciğer, börek, kalamar ve karides güvecin başı çektiği ara sıcaklar izliyor.

 

dergi_form_nisan

dergi_form_nisan

 

AYİA TRİADA KİLİSESİ 

Kadıköy Ayia Triada Rum Ortodoks Kilisesi, Caferağa Hacı Şükrü Sokak’da yer alır. Yapının mimarları G.Zahariadis ve Belissarios Makropoulos’dur. Etrafı demir parmaklıklı alçak bir duvar ile çevrili olan kilise, kapalı Yunan haçı planlıdır. Orta mekanın üzerini, dört sütun üzerine oturan yüksek kasnaklı bir kubbe örter. Kubbeyi dört yandan yarım kubbe destekler.

Düzgün kesme taştan inşaa edilen kilisenin köşelerinde yuvarlak kemerli çan kuleleri yer alır. Yapının kuzey ve güney cephelerinde görülen pencereler geometrik motiflidir. Girişe sekiz basamakla ulaşılır. Dışa taşkın anıtsal giriş cephesi,  yuvarlak geniş bir kemerin içinde yer alan kapı ve üzerindeki yuvarlak kemerli sütunlarla hareketlendirilmiş; kemerin üzerine de sivri bir alınlık oturtulmuştur. Kilisenin mermer ambonu, templon ve despot tahtı Thombros tarafından yapılmıştır.

Ambon üzerinde dört İncil yazarı tasvir edilmiştir. Despot tahtı güneydoğudaki payenin önünde görülür.  Apsis yarım kubbesinde Meryem Ana betimlenmiştir. Ayia Triada kilisesi, neoBizans ve neoRönesans egemen olduğu bir tasarıma sahiptir.

İç ve dış mekan temelinde ele alındığında yapı, eklektik üsluptadır. Kilise girişinin güneyinde, 3-4. yy.larda yaşamış olan Ayia Ekaterini’ye atfedilen bir ayazma bulunur.
dergi_form_nisan