Renzo Piano
Renzo Piano, 1937 yılında, inşaat sektöründe faaliyet gösteren bir ailenin çocuğu olarak, Cenova İtalya’da dünyaya gelmiştir. Milano Politechnic Architecture School’u 1964 yılında bitirmiştir. Mezuniyetin ardından babasının firmasında çalışma hayatına başlamıştır.
İngiltere ve ABD’ye yaptığı seyahatlerle mesleki deneyimlerini zenginleştirerek 1965-1970 arası Louis I. Kahn ile Philadelphia’da ve ZS. Makowski ile de Londra’da çalışma fırsatı elde etmiştir. Renzo Piano’nun mimariye yaklaşımını etkileyen diğer bir önemli isim ise Pierluigi Nervi olmuştur.
İsmini duyurduğu ilk çalışması Osaka’daki Expo’70 için hazırladığı İtalyan Endüstri Pavyonu olmuştur. Bu pavyon sektörde büyük ilgi çekmiş ve Piano’nun ün kazanmasını sağlamıştır. Expo’70 için tasarım yapan bir başka genç mimar olan Richard Rogers ile de bu sayede tanışmışan Piano, kendisiyle birlikte Paris’teki Georges Pompidou Merkezi için düzenlenen yarışmaya girmiş ve kazanmışdır.
Yarışmaya kazanan projeleri sayesinde, Paris’in kalbinde, açıldığı günden bu güne 150 milyon kişinin ziyaret ettiği, figüratif sanatlar, endüstri tasarımı ve edebiyat konusunda bir sembol haline gelen yüz bin metrekarelik George Pompidou yapısı ortaya çıkmıştır.
Her iki mimarın da ünleri böylece dünyaya yayılmıştır. İkilinin ortaklığı 6 yıl sürmüştür. Rogers ofisini Piano’nun o dönem faaliyet gösterdiği Londra’ya taşımıştır. 1977’de ise Piano, “l’Atelier Piano & Rice”ı kurmuş, inşaat mühendisi Peter Rice ile birlikte Rice’ın 1993’teki ölümüne kadar ortak çalışmalar yürütmüştür. Daha sonraki dönemlerde, Paris ve Cenova’da ofisler açan Renzo Piano, son olarak Building Workshop’ı kurmuştur. Burada halen 100’ü aşkın mimar, mühendis ve çeşitli dallarda uzman çalışmaktadır.
Renzo PIANO ‘nun 1966-2014 yılları arasında tasarlamış olduğu planları ve eskizleri içeren kitap Yazar Philip Jodidio tarafından kaleme alınmıştır. Kitapta yazar Piano’nun her projesi için “bir Rönesans” ifadesini kullanmaktadır. Renzo Piana da her yeni projesini, “yeni bir doğum” olarak nitelendirmiştir kitapta.
Yapıldıktan bir süre sonra kentin imzası haline dönüşen yapıların mimarı olarak bilinen Piano’nun, Pompidou Center, The New York Times Binası ve The Shard başta olmak üzere eserleri sırasıyla şunlardır:
*Centre Georges Pompidou (Richard Rogers’la birlikte),
*Paris, Fransa-1977 *Menil Koleksiyonu Müzesi, Houston, ABD- 1986
*S.Nicola Stadyumu,Bari, İtalya- 1990
*Columus Uluslararası Sergisi : Akvaryum ve Kongre Salonu, Cenova, İtalya- 1992
*Lingotta Kongre ve Konser Salonu, Torino, İtalya- 1994
*Kansai Uluslararası Havalimanı terminali, Osaka, Japonya- 1994
*Meridyen Oteli ve İş Merkezi, Lecco, İtalya- 1995
*Liman Yönetimi Genel Merkez Binası, Cenova, İtalya- 1995
*Debis Binası, Daimler Benz Genel Merkezi, Potsdamer Platz, Berlin, Almanya- 1997
*Parco della Musica Oditoryumu Salonları, Roma, İtalya-2002
*Beyeler Vakfı Müzesi, Riehen, İsviçre- 1997
*High Müze Eklentisi, Atlanta, ABD-
*Jean Marie Tjibau Kültür Merkezi, Nouméa, Yeni Kaledonya-1998
*Hermes Evi, Tokyo, Japonya-2001
*Padre Pio Hac Kilisesi, San Giovanni Rotondo, Foggio, İtalya- 2004
*Renzo Piano Building Workshop, Punta Nave,
*Paul Klee Merkezi, Bern, İsviçre- 2001
*Kaliforniya Bilim Akademisi tadilat, San Francisco, California- 2008
Georges Pompidou Centre Paris 1971-1977 Renzo Piano’nun, kariyerine damga vuran ve Paris’in sembollerinden biri haline gelen projesi Paris’teki Ulusal Sanat Merkezi-Georges Pompidou binasıdır.
Piano’nun bir başka usta mimar olan, İngiliz Richard Rogers’la birlikte tasarladığı bina, Paris şehri için modern bir sanat merkezi ve mimari bir sembol oluşturmak için açılan uluslararası bir yarışmanın sonucu olarak ortaya çıkmıştır. İtalyanİngiliz ortaklığıyla yapılan teklif, Fransız mimar Jean Prouvé başkanlığında bir jüri tarafından 680 diğer proje arasından seçilmiştir. Son derece cüretkâr ve avangard olan bu bina, döneminin yapısalcı fikirleri ve teknolojisinden esinlenmiştir. Binayı sarmalayan yapı unsurları, boruların görünür bırakılması ve iç mekânı şekillendiren mekanik aksamlar teknolojiyi öne çıkarma fikrinin bir sonucu olmuştur. Dolayısıyla bina , içinde bulunduğu tarihi bölgenin genel dokusuyla güçlü bir kontrast oluşturan, iyi tasarlanmış, endüstriyel bir makina gibi görünmektedir.
NEMO Centre Amsterdam 1992-1997
Renzo Piano’nun 90’lı yılların ortasında Amsterdam ‘da gerçekleştirdiği bilim müzesi projesi sadece bir müze binası olmaktan çok şehre fark katan bir mimari şaheserdir. Bakır dış duvarları ve kendine has geometrisiyle güçlü bir şehir sembolü olan bina, Amsterdam’ın dünya denizciliğine damga vurduğu zamanlardan kalma bir hayalet gemiyi andırmasıyla da dikkat çekmektedir. Binanın, Jules Verne’in ünlü Denizler Altında Yirmi Bin Fersah romanının kahramanı NEMO’nun adını taşıması da tesadüf değil elbette.
Hermes Mağazası Tokyo 1998-2006
1998 yılında, ünlü Fransız markası Hermes için Tokyo’nun ünlü moda merkezi Ginza’da tasarlamış olduğu mağaza, sergi merkezi ve metro bağlantı projesi, yapının tüm fonksiyonlarını bir arada ve uyumlu çözümlemiş, özgün modern mimari tasarım olarak değerlendirilmektedir. Bölgenin yoğun mimarisini 10 metre cepheli 10 katlı bir binayı yarı saydam giydirerek hafifletmesi ve aynı zamanda bu görünümle Japon evlerindeki pirinç kağıdından yapılmış ara duvarları hatırlatması iyi planlanmış mimari detaylardır. Ayrıca bu cephenin Hermes eşarplarına uyan lüks bir atmosfer çağrıştırdığı da dikkatli gözlerden kaçmaz.
Peek & Cloppeburg Ticaret Merkezi Cologne 1999-2005
Köln’de yer alan bu alışveriş merkezinin tasarımı birçok açıdan Piano’nun kendine özgü imzasını taşımaktadır. Metal, cam ve ahşabın birlikte kullanımı ve binanın büyük boyutuna rağmen ona belirgin bir hafiflik ve gözden kaybolma hissi veren teknolojik tasarımı İtalyan mimarın tarzını yansıtmaktadır. Tüm binayı kaplayan ve doğadaki biçimlere bir atıf yerine geçen parlak cam kafesden oluşan dış yüzey binayı şehre uyumlarken, yumuşak, akışkan formu da gelip geçenleri içerideki mağazalara bakmaya davet etmektedir.
Astrup Fearnley Modern Sanat Müzesi / Oslo 2006-2012
Piano’nun Oslo’nun güneydoğusundaki Aker Bryggeat bölgesinin yeniden yapılandırılması çerçevesinde tasarladığı bir yapı olan bu projesi: hem ofis alanları sunan bir sanat müzesi, hem halka açık bir heykel parkı, hem bir şehir plajı ve su kenarında bir yürüyüş yoluna ev sahipliği yapmaktadır. Cam, metal ve ahşabın çeşitli biçimlerde bir araya getirilmesi ile şekillenen Piano’nun genel tarzını burada da gözlemlemek mümkündür. Binaların kendine has formu ve kullanılan şeffaf malzeme, doğal ışığın sergi alanlarına girmesini sağlanmaktadır. Bu binayla birlikte Piano’nun formunun zirvesine çıktığını ve binanın estetik, sembolik ve teknik özellikleri itibarıyla ortaya çok etkileyici bir ürün koyduğu söylenmektedir.
The Shard Londra 2000-2012
Piano’nun Londra’nın profilini değiştiren projesi, bir cam kırığı şeklinde göğe yükselen 309 metre uzunluğunda bu gökdelendir. The Shard aynı zamanda Avrupa’daki en yüksek binalardan biridir. Piano her zaman olduğu gibi, özellikle de binaya yapışık olmayan ve açılı yerleştirilen cam dış cephe aracılığıyla hafiflik ve zarafet hissi veren bir bina yaratmayı başarmıştır. Bu dış cephe aynı zamanda binaya doğal bir havalandırma sistemi de kazandırmıştır. Yapı, kamusal alanlarla (restoranlar, oteller ve panoramik bir salon) özel yaşam alanlarının (ofisler ve konutlar) iç içe kullanıldığı bir projedir.