Almanya

Renzo Piano

Renzo Piano, 1937 yılında, inşaat sektöründe faaliyet gösteren bir ailenin çocuğu olarak, Cenova İtalya’da dünyaya gelmiştir. Milano Politechnic Architecture School’u 1964 yılında bitirmiştir. Mezuniyetin ardından babasının firmasında çalışma hayatına başlamıştır.

İngiltere ve ABD’ye yaptığı seyahatlerle mesleki deneyimlerini zenginleştirerek 1965-1970 arası Louis I. Kahn ile Philadelphia’da ve ZS. Makowski ile de Londra’da çalışma fırsatı elde etmiştir. Renzo Piano’nun mimariye yaklaşımını etkileyen diğer bir önemli isim ise Pierluigi Nervi olmuştur.

İsmini duyurduğu ilk çalışması Osaka’daki Expo’70 için hazırladığı İtalyan Endüstri Pavyonu olmuştur. Bu pavyon sektörde büyük ilgi çekmiş ve Piano’nun ün kazanmasını sağlamıştır. Expo’70 için tasarım yapan bir başka genç mimar olan Richard Rogers ile de bu sayede tanışmışan Piano, kendisiyle birlikte Paris’teki Georges Pompidou Merkezi için düzenlenen yarışmaya girmiş ve kazanmışdır.

Yarışmaya kazanan projeleri sayesinde, Paris’in kalbinde, açıldığı günden bu güne 150 milyon kişinin ziyaret ettiği, figüratif sanatlar, endüstri tasarımı ve edebiyat konusunda bir sembol haline gelen yüz bin metrekarelik George Pompidou yapısı ortaya çıkmıştır.

Her iki mimarın da ünleri böylece dünyaya yayılmıştır. İkilinin ortaklığı 6 yıl sürmüştür. Rogers ofisini Piano’nun o dönem faaliyet gösterdiği Londra’ya taşımıştır. 1977’de ise Piano, “l’Atelier Piano & Rice”ı kurmuş, inşaat mühendisi Peter Rice ile birlikte Rice’ın 1993’teki ölümüne kadar ortak çalışmalar yürütmüştür. Daha sonraki dönemlerde, Paris ve Cenova’da ofisler açan Renzo Piano, son olarak Building Workshop’ı kurmuştur. Burada halen 100’ü aşkın mimar, mühendis ve çeşitli dallarda uzman çalışmaktadır.

Renzo PIANO ‘nun 1966-2014 yılları arasında tasarlamış olduğu planları ve eskizleri içeren kitap Yazar Philip Jodidio tarafından kaleme alınmıştır. Kitapta yazar Piano’nun her projesi için “bir Rönesans” ifadesini kullanmaktadır. Renzo Piana da her yeni projesini, “yeni bir doğum” olarak nitelendirmiştir kitapta.

Yapıldıktan bir süre sonra kentin imzası haline dönüşen yapıların mimarı olarak bilinen Piano’nun, Pompidou Center, The New York Times Binası ve The Shard başta olmak üzere eserleri sırasıyla şunlardır:

*Centre Georges Pompidou (Richard Rogers’la birlikte),

*Paris, Fransa-1977 *Menil Koleksiyonu Müzesi, Houston, ABD- 1986

*S.Nicola Stadyumu,Bari, İtalya- 1990

*Columus Uluslararası Sergisi : Akvaryum ve Kongre Salonu, Cenova, İtalya- 1992

*Lingotta Kongre ve Konser Salonu, Torino, İtalya- 1994

*Kansai Uluslararası Havalimanı terminali, Osaka, Japonya- 1994

*Meridyen Oteli ve İş Merkezi, Lecco, İtalya- 1995

*Liman Yönetimi Genel Merkez Binası, Cenova, İtalya- 1995

*Debis Binası, Daimler Benz Genel Merkezi, Potsdamer Platz, Berlin, Almanya- 1997

*Parco della Musica Oditoryumu Salonları, Roma, İtalya-2002

*Beyeler Vakfı Müzesi, Riehen, İsviçre- 1997

*High Müze Eklentisi, Atlanta, ABD-

*Jean Marie Tjibau Kültür Merkezi, Nouméa, Yeni Kaledonya-1998

*Hermes Evi, Tokyo, Japonya-2001

*Padre Pio Hac Kilisesi, San Giovanni Rotondo, Foggio, İtalya- 2004

*Renzo Piano Building Workshop, Punta Nave,

*Paul Klee Merkezi, Bern, İsviçre- 2001

*Kaliforniya Bilim Akademisi tadilat, San Francisco, California- 2008

 

Georges Pompidou Centre Paris 1971-1977 Renzo Piano’nun, kariyerine damga vuran ve Paris’in sembollerinden biri haline gelen projesi Paris’teki Ulusal Sanat Merkezi-Georges Pompidou binasıdır.

Piano’nun bir başka usta mimar olan, İngiliz Richard Rogers’la birlikte tasarladığı bina, Paris şehri için modern bir sanat merkezi ve mimari bir sembol oluşturmak için açılan uluslararası bir yarışmanın sonucu olarak ortaya çıkmıştır. İtalyanİngiliz ortaklığıyla yapılan teklif, Fransız mimar Jean Prouvé başkanlığında bir jüri tarafından 680 diğer proje arasından seçilmiştir. Son derece cüretkâr ve avangard olan bu bina, döneminin yapısalcı fikirleri ve teknolojisinden esinlenmiştir. Binayı sarmalayan yapı unsurları, boruların görünür bırakılması ve iç mekânı şekillendiren mekanik aksamlar teknolojiyi öne çıkarma fikrinin bir sonucu olmuştur. Dolayısıyla bina , içinde bulunduğu tarihi bölgenin genel dokusuyla güçlü bir kontrast oluşturan, iyi tasarlanmış, endüstriyel bir makina gibi görünmektedir.

 

NEMO Centre Amsterdam 1992-1997

Renzo Piano’nun 90’lı yılların ortasında Amsterdam ‘da gerçekleştirdiği bilim müzesi projesi sadece bir müze binası olmaktan çok şehre fark katan bir mimari şaheserdir. Bakır dış duvarları ve kendine has geometrisiyle güçlü bir şehir sembolü olan bina, Amsterdam’ın dünya denizciliğine damga vurduğu zamanlardan kalma bir hayalet gemiyi andırmasıyla da dikkat çekmektedir. Binanın, Jules Verne’in ünlü Denizler Altında Yirmi Bin Fersah romanının kahramanı NEMO’nun adını taşıması da tesadüf değil elbette.

 

Hermes Mağazası Tokyo 1998-2006

1998 yılında, ünlü Fransız markası Hermes için Tokyo’nun ünlü moda merkezi Ginza’da tasarlamış olduğu mağaza, sergi merkezi ve metro bağlantı projesi, yapının tüm fonksiyonlarını bir arada ve uyumlu çözümlemiş, özgün modern mimari tasarım olarak değerlendirilmektedir. Bölgenin yoğun mimarisini 10 metre cepheli 10 katlı bir binayı yarı saydam giydirerek hafifletmesi ve aynı zamanda bu görünümle Japon evlerindeki pirinç kağıdından yapılmış ara duvarları hatırlatması iyi planlanmış mimari detaylardır. Ayrıca bu cephenin Hermes eşarplarına uyan lüks bir atmosfer çağrıştırdığı da dikkatli gözlerden kaçmaz.

 

Peek & Cloppeburg Ticaret Merkezi Cologne 1999-2005

Köln’de yer alan bu alışveriş merkezinin tasarımı birçok açıdan Piano’nun kendine özgü imzasını taşımaktadır. Metal, cam ve ahşabın birlikte kullanımı ve binanın büyük boyutuna rağmen ona belirgin bir hafiflik ve gözden kaybolma hissi veren teknolojik tasarımı İtalyan mimarın tarzını yansıtmaktadır. Tüm binayı kaplayan ve doğadaki biçimlere bir atıf yerine geçen parlak cam kafesden oluşan dış yüzey binayı şehre uyumlarken, yumuşak, akışkan formu da gelip geçenleri içerideki mağazalara bakmaya davet etmektedir.

 

Astrup Fearnley Modern Sanat Müzesi / Oslo 2006-2012

Piano’nun Oslo’nun güneydoğusundaki Aker Bryggeat bölgesinin yeniden yapılandırılması çerçevesinde tasarladığı bir yapı olan bu projesi: hem ofis alanları sunan bir sanat müzesi, hem halka açık bir heykel parkı, hem bir şehir plajı ve su kenarında bir yürüyüş yoluna ev sahipliği yapmaktadır. Cam, metal ve ahşabın çeşitli biçimlerde bir araya getirilmesi ile şekillenen Piano’nun genel tarzını burada da gözlemlemek mümkündür. Binaların kendine has formu ve kullanılan şeffaf malzeme, doğal ışığın sergi alanlarına girmesini sağlanmaktadır. Bu binayla birlikte Piano’nun formunun zirvesine çıktığını ve binanın estetik, sembolik ve teknik özellikleri itibarıyla ortaya çok etkileyici bir ürün koyduğu söylenmektedir.

 

The Shard Londra 2000-2012

 Piano’nun Londra’nın profilini değiştiren projesi, bir cam kırığı şeklinde göğe yükselen 309 metre uzunluğunda bu gökdelendir. The Shard aynı zamanda Avrupa’daki en yüksek binalardan biridir. Piano her zaman olduğu gibi, özellikle de binaya yapışık olmayan ve açılı yerleştirilen cam dış cephe aracılığıyla hafiflik ve zarafet hissi veren bir bina yaratmayı başarmıştır. Bu dış cephe aynı zamanda binaya doğal bir havalandırma sistemi de kazandırmıştır. Yapı, kamusal alanlarla (restoranlar, oteller ve panoramik bir salon) özel yaşam alanlarının (ofisler ve konutlar) iç içe kullanıldığı bir projedir.

 

Gülen Yalçınkaya Özelçi

PP Møbler Tasarım mobilyalar

PP Møbler yüksek kalitede hizmet anlayışından doğmuş bir marka. Tasarım mobilya işçiliğinde güçlü bir geleneği olan ve kökleri 1953 yılına dayanan bir hikayesi var. Bu kendi halinde Danimarkalı bir doğrama atölyesinin bugün dünya standartlarında bir referans marka haline dönüşmesinin altında yatan hikayeyi beraber öğrenelim.

Motivasyon, her zaman ahşap, sevgi, teknik ve yaratıcılıkla harmanlanmış işçilik kalitesi, harcanan çaba ve inanç olmuştur.

PP Möbler’de ustalar her zaman daha iyi bir yol aramaya, yeteneklerini keşfetmeye ve geliştirmeye teşvik edilir. Yenilikçi ve kapsamlı bir çalışma yürütülürken aynı zamanda üretim süreci ile ilgili asla malzemeye saygıyı kaybetmeden daha doğru bir yol aranır.

PP Möbler ahşabının büyük çoğunluğu Danimarka ve Almanya’nın güzel sürdürülebilir ormanlarından gelir. Organik bir bütün olarak ahşap ile çalışma sevinci, çevresel faktörleri, PP Møblers iş etiğinin doğal bir parçası yapar. PP Möbler tek amacı nesiller için günlük kullanım dayanabilir güzel ve fonksiyonel mobilya yaratmaktır.

dfot

Porselen ilk kez ve yüzyıllar boyunca Çin’de üretilmiştir. Günümüzde Ming ve Qing Hanedanlığı zamanında üretilen vazo, kase, çanak gibi porselen parçalar koleksiyonerlerin vazgeçilmezleri arasındadır. Avrupa’nın ise porselenle tanışması 1100’lerde ipek ve baharat getiren tüccarlar sayesinde olmuştur.

Ancak başlarda porselen o kadar nadide ve pahalıdır ki, ancak çok varlıklı insanlar bu değerli objelerin sahibi olabilmişlerdir. Porselen objeler 1600’lü yıllarda Çin ve Avrupa arasındaki ticaretin yaygınlaşmasıyla, halk tarafından da erişilebilir olmuştur Tabi Avrupa’daki o dönem çay, kahve ve sıcak çikolata içme alışkanlığının da porselen kullanımının yaygınlaşmasında katkısı olduğu bir gerçek. 1575 yılında İtalya, Floransa’da Avrupa’nın ilk porselen fabrikası kurulmuştur.  İtalyanlar bu kadar hassas ve kırılgan bir madde olsa olsa midyeden üretilmiştir düşüncesiyle, ismini İtalyanca midye anlamına gelen porcellano koymuşlar. 1700’lerde ise Avrupa’nın pekçok kentinde üretilmeye başlanmıştır. İngiltere, Fransa, İtalya ve Almanya başlıca porselen üretimi yapan ülkeler arasındadır. Fransa’da başlarda porselen üretimi Sevres kasabasında yapılmaktaydı, bu nedenle parlak ve yoğun altın renkleriyle Sevres porselenleri dünyada ilk ünlenen Fransız markası olmuştur. 1700’lerin sonunda Limoges bölgesi yakınlarında porselenin hammaddesi kaolin rezervlerinin bulunması sonucunda üretim bu bölgeye kayar. Ve 1800’lü yıllarda Avrupa’nın en ünlü porselen üretim merkezi Limoges olur.

 

Pek çok konuda olduğu gibi Amerika’lı girişimciler atak davranmışlar ve bölgede, bugün dünyanın en popüler porselen markalarından biri olan Havilland porselenlerini kurarlar. Haviland porselenleri başlarda Amerika pazarına sofra takımları üretmek üzere kurulmuş olsa da, zaman içinde dünyanın en prestijli noktalarında satılan, birbirinden şık ve pahalı koleksiyonları olan bir marka halini almıştır. Osmanlı’da porselen geleneksel sanatlardan biri olmadığı için Avrupa’lı ülkelere kıyasla porselen tarihi oldukça yenidir. Ancak Osmanlı, Meissen firmasının önemli bir müşterisi olmuştur.

Hatta Meissen damgası haç figürünü anımsattığı için Osmanlı’ya ihraç edilen ürünlerde Merkür asası veya uçurtma motifi kullanılmıştır.

 

Almanya’da, bir kimyacının sert porselen imalatının formülünü çözmesiyle 1710 senesinde Meissen’de bir porselen fabrikası kurulur. Meissen porselenlerinin gerçek başarısı renk ve desenlerde boyamalarını yapan sanatçılarda saklıdır. Meissen porselen tarihine adını yazdıran 2 ünlü dekoratör vardır. Johann Herold, Avrupa’ya özgü dizaynların yanı sıra Çin ve Japon desenlerle, Johann Kaendler ise insan ve hayvan bibloları ile ünlenmiştir. İngiltere kemik porselen, yani

bone-china üretim merkezi olarak bilinir. En popüler markaları 1751 senesinde kurulan Worcester’dir.  Başlarda çoğunlukla Çin desenlerinde, sır altı mavi renkte üretim yapan firma, kemik porselen üretimine geçmesiyle çok renkli desenler ve renkler kullanmaya başlamıştır. Spode markası ise, 1800’lerde yeni bir kemik porselen hamuru geliştirmesiyle Worcester’e rakip olmuştur. Birbirinden değişik desenlere sahip olmasının yanısıra egzotik kuş modelleri en popüler olanlarıdır.

Günümüzün Modern Porselenleri

 

Teknolojinin ilerlemesiyle başta Amerika, Japonya ve Avrupa’da olmak üzere pekçok ülke porselen üretimini kolaylıkla yapabilir hale gelmiştir. Alman Rosenthhal, Japon Noritake, Amerikan Lenox firmaları en dikkat çekici markalar arasındadır. Tam da bu noktada Türk kadınlarının porselene olan ilgisinden bahsedebilliriz. Ülkemizde hemen her kadın porselenle evlenirken tanışır. Her gelin adayının porselen bir yemek takımı olmasına özen gösterilir.

Pek çok Avrupa ülkesinde gezeceğiniz müze ve saraylarda sergilenen nadide antika porselen parçalar görebilirsiniz. Ancak benim için bunun mabedi, Viyana’nın Hürrem Sultanı diyebileceğimiz İmparatoriçe Sisi’nin müzesidir. Sisi’nin gösterişli yaşamının hikayesinin anlatıldığı müzeye porselen mabedi desek yeridir. Birbirinden çok ve ihtişamlı porselen obje ve yemek takımları bu müzede sergileniyor.

 

Porselenden bahsedip de Herend’i anmasak olmazdı. Macar porselen firması Herend, dünyanın en bilinen ve yaygın porselen markalarından biridir. Kraliyet ailelerinin tercihi olarak da ün yapmıştır. Herend kendini yenileyen ve trendler takip eden bir porselen markasıdır. Pek çok farklı tasarımcıyla koleksiyonları bulunmaktadır. Ülkemizden ise, Osmanlı sanatı uzmanı Serdar Gülgün seneler önce Herend için Osmanlı temalı bir koleksiyon hazırlamıştı. Son yıllarda hayvan figürlü biblolarının koleksiyonerlerin favorisi olduğunu söyleyebiliriz.

dfot

 

 

Lotus Belle

İki çocuğuyla yaşayan 30 yaşındaki Hari 19 yaşındayken bu özel çadırın tasarımını yapmış. Ama birkaç yıl boyunca bununla ilgili faaliyete geçememiş. Bunun sebebi çocuklarıyla yoğun şekilde ilgilenmek zorunda olan bir öğretmen olması. Çadır tasarımlarını İngiltere’de benzer “Bell” çadırlarını satan kişiye göstermiş. Hari’nin tasarımlarını çok beğenip onu kendi üreticilerine yönlendirmiş.

Çok yüksek kalitede üretim yapan ve dürüst çalışan bu ekiple tanışmak Hari için büyük şans olmuş. Kamp yapmaya olan tutkusu sayesinde bu yola giren Hari “yurt” adı verilen keçe evler ve aynı zamanda büyük Bell çadırları birleştiren bir tasarım ortaya çıkarmış.

20 çadır sipariş edip birkaç ayda satan Hari ardından 140 adet sipariş vermiş ve diğer ülkelerden ürünü yurtdışında satma talebi gelip bir anda tükenince dünya çapında satılan ürünler arasında 1000. sıraya yükselmiş.

Şimdi iki yıl sonra Yeni Zelanda’dan sipariş veren Jessica ile beraber ürünü Güney Kore, Almanya, Fransa, Avustralya, Amerika’ya dağıtıyorlar. Jessica pazarlama konusunda Hari’ye yardım ediyor. Hari ise sipariş ve stokla beraber tasarım modifikasyonları yapmaya devam ediyor.

dergi_form_nisan
Mekanlara Değişim,


Duvarlara Zarafet Katma Zamanı

Boyanın tahtını iyice sallamaya başlayan duvar kağıtları renk ve desen çeşitliliğiyle, gücünü artırarak hissettiriyor. Çeşitli desendeki duvar süsleri, çiçekler, klasik ve romantik tasarımlar, çıkartmalar, vinil baskılar, antibakteriyel kağıtlar, modern temalar, pano duvar kaplamaları, posterler… Duvarlarda renk ve desen festivali yaratan Dreams Wallpaper&Fabrics’in sahibesi ve kurucusu Meltem Kaya ile rengarenk tasarımları ile duvarların giysisi duvar kağıtlarını ve sezonun trendlerini konuştuk. İlk mağazasını 1996 yılında Fenerbahçe’de açan Dreams, 18 yıldan beri duvar kağıdındaki iddiasını sürdürüyor. Yıllar içinde marka çeşitliliğini daha da artıran firmanın pek çok şehirde bayisi var. Şimdilerde Keyap’ta yeni bir mağaza daha açma hazırlığında.

 

Kendinizden ve Dreams’ten kısaca bahseder misiniz?

1995 yılında kurulan, 1996 yılından bu yana da duvar kağıdı konusunda öncü durumuna gelen firmamız, bu yıllar içinde gelişerek, büyüyerek ve en önemlisi yenilikleri takip ederek, sektöre yenilik ve vizyon katarak ilerlemektedir. Firmamız merkez Keyap’ta olmak üzere, Fenerbahçe‘deki mağazası ve sayısız bayisi aracılığıyla son kullanıcı, mimar, iç mimar, proje ve inşaat firmalarına servis vermekte. Belli başlı bir çok ilimizde, ilçemizde talepler doğrultusunda bayiliklerimiz oluşmuştur yıllar içerisinde. İlk başlangıç noktamız Amerikan ve İtalyan duvar kağıtları olmakla birlikte, Hollanda, Almanya, Fransa, İngiltere’den de yine sektörün önemli ve büyük markaları ile yollarımız zaman içinde kesişmiştir. Distrübütoru olduğumuz markalarımız’dan başlıcaları YORK, Casadeco, Texdecor, Roberto Cavalli, NLXL, Fromental, Sanderson, Zoffany, Harlequin, Morris Co. , Scion, Antology, Tekko, Desima, Arlin’dir.Bana gelince, İTÜ İşletme Mühendisliği mezunuyum. Ardından ODTÜ de master eğitimitimine başlayıp, sonrasında vazgeçip aile şirketimizde çalışma hayatına atıldım. Babamın mesleğinden dolayı farklı bir sektördeki bu şirkette çalışmamın bana çok büyük katkıları oldu. Bu beş yıllık tecrübeden sonra bir şirkette çalışmakla başladım iş hayatıma. Yine Babamın isteği ve desteği ile duvar kağıdı ithalatı yapmaya başladım. Bu benim hayatımda en önemli kavşaklardan biridir. İnsanın sevdiği bir işi yapması çok güzel bir duygu diyebilirim kendi kişisel tecrübelerimden yola çıkarak.

 

2014 deki duvar kağıdı trendini kaç başlıkta toplayabiliriz?

Doğal malzemeler, Natürel renkler, ve de vintage duvar kağıtları

Bu sezonun renkleri neler?

Griler, soft yeşiller, soft pembeler, soft maviler…Yani renkler dekorasyonumuza bahar havasını getiriyor.

Sıkça yurtdışı fuarları ziyaret ettiğnizi biliyorum. Dreams bu sezon bize ne gibi yenilikler getirecek. Yeni markalar var mı?

Geçtiğimiz sene NLXL, Fromental bünyemize katılmıştı. 2014 yılında ise Sanderson, Zoffany, Morris&Co, Scion ve Antology bünyemize katıldı. Bizdeki en güncel gelişmeler şimdilik bunlar, ilerleyen aylarda farklı gelişmeler de bekleyebiliriz.

Duvar kağıdı ve kumaşlarda, stillerin ve trendlerin kullanıcılar tarafından takip edildiğini düşünüyor musunuz?

Tabi ki düşünüyorum. Artık internet sayesinde kullanıcılar artık tüm trendleri takip edebiliyorlar… Dolayısıyla bizler mutlaka bir adım önde olup tüm yenilikleri müşterilerimize heyecanlarını beslemek adına sunmalıyız, sunmaya da çalışıyoruz zaten.

Duvar kağıdı söz konusu olunca ekolojiden bahsedebilir miyiz?

Tabi ki bahsederiz. Hem de çok önemsediğimiz bir konu. Kullanılan PVC, mürekkep, kağıt gibi unsurların insan sağlığına zararsız olarak üreten firmalarla çalşıyoruz, öncelikle bunu belirtmek isterim. Ve diyebilirim ki tüm markalarımız Eco system ve Leed sertifikalı üretim yerlerinde üretilmektedir. Bu nedenle çok talep almamıza rağmen projelerimizde uzak doğu ürünlerine yer vermiyoruz.

Müşterilerinize kombinasyon konusunda nasıl yardımcı oluyorsunuz? Duvar kağıdı ile kumaşların birbiriyle seçimi neden bu kadar önemli?

Kumaşınızı seçtiniz, desen ve renk odanın kalanı için çok bağlayıcı olabiliyor, aynı deseni farklı bir markada yada duvar kağıdında bulamayacağınızdan desen ve renk karmaşası yaşayabilirsiniz. Ama eğer kombin kumaşı olan bir duvar kağıdı markası seçerseniz, özellikle çocuk odaları, yatak odalarında işiniz çok ama çok kolaylaşmakta ve mekanları bir anda kumaş ve duvar kağıdıyla hem canlandırmış, hem giydirmiş oluyorsunuz.

Dekorasyonda sizin stiliniz nedir?

Sizin stiliniz deyince biraz düşünmek için durakladım, çünkü mekana ve çevresel faktörlere göre değişken bu sorunuzun cevabı. Nedenine gelince aslında şehir yaşamında, metropol de yaşıyorsam, daha çok fonksiyonel ve yalın ürünler dekorasyon tarzım diyebilirim. Ama yazlığım bir taş ev ve o taş evin ruhunu bozmayan provans tarz çok hissediliyor. Ama yüksek tavanlı bir eski Fransız mimarisinde oturma şansım olsaydı orada eklektik bir tarzım olurdu. Ya da eski bir köşkte yaşasaydım, klasik ve moderni karıştırırdım. Doğrusu, mekan ve çevre ile doğru orantılı bir stilim var ve asla durağan değil…

Peki ya çocuklar, onları da unutmadığınızı biliyorum. Kısaca çocuk koleksiyonunuz dan da bahseder misiniz?

Çocuklar ve bebekler bizim en önemli müşterilerimiz. Onların renkli, yaratıcı dünyalarına girmek ve algılarını, hayallerini oluşturmak çok güzel. Bu konuda çok iddialıyız, York’un yaratıcı çocuk koleksiyonları, Disney’in muhteşem masalsı kahramanları, Roommates’in tüm çizgisel kahramanların stickerları, Casadeco’nun bebekler için sunduğu zengin duvar kağıdı ve kumaşları, Harlequin ve Sanderson’un renkli, trend desenleri ile bu konuda sanırım sektörün en zengin koleksiyonu ile sınırsız kombinasyonlar yapabiliyoruz. Bebek bekleyen herkesin yolu mutlaka bir gün Dreams’e düşer.

2014 trendleri :

Doğal malzeme özellikli duvar kaplamaları, geometrik desenler, çiçekli romantik desenler ve gümüş renkler şeklinde özetleyebiliriz 2014 trendlerini. Modern duvar kâğıtları karşımıza kumaş, ahşap, tuğla, beton, çimento, doğal taş ve metal görünümlerine bürünerek çıkacak. Bugünlerde büyük desenler, üç boyutlu görünümler, farklı perspektifler, çizimler, harika duvar kâğıdı tasarımları yaratıyor. Bu özel tasarımlar ve dokular mekânlara görsel açıdan farklılık katıyor. Renklerde ise doğal toprak tonlarının yanı sıra, vizon, mavi, yeşil, gümüş, bronz gibi metalik etkiler yaratan tonlar ağırlıkta. Dekorasyondaki moda renkler ve trendler her yıl değişmesine rağmen, doğal renkler ile doğal malzemelerin kullanımı, özgün ve sade tasarımlar, metalik etkiler çoğunlukla değişmiyor. Sadelik her zaman var oluyor ama çok iddialı tasarımlar da çoğunlukla sezonu etkiliyor.

Dreams Wallpaper, yenilikçi trendleri takip ederken, dünya markalarını da getirmeye devam ediyor. Firmanın bünyesinde yeralan İngiliz, Amerikan, Fransız, İspanyol markalı duvar kağıtlarının yanısıra İtalyan ‘Roberto Cavalli Home’ koleksiyonlarında Cavalli’nin desenlerini ve yaratıcılığını duvarlara taşımak harika bir duygu yaratıyor. Tasarımcı koleksiyonları içinde Kanada’lı tasarımcı Candice Olson’un çalışmalarını da Dreams de bulmak mümkün. Dreams Exclusive serisi içinde ise, deniz kabuklu, cam boncuklu, bambu ve çay yapraklı duvar kağıtları ayrıcalıklı bir yer tutuyor. Evimizdeki, ofisimizdeki her kullanım alanı, duvar kağıtları sayesinde bize farklı heyecanlar veren mekanlara dönüşebilir. Siz de duvarlarınızı duvar kağıtlarıyla, panolarla giydirin, düşlerinizde ki mekanları yaratın diyoruz özetle müşterilerimize…
Dreams Wallpapers&Fabrics

Cemil Topuzlu Cad, İş Bankası Blokları,
F Blok, Fenerbahçe, İstanbul
(0216 360 55 74 ) www.dreamswall.com

 

dergi_form_nisan

dfoit_subat

 

MODERNİST AKIMIN ÖNCÜSÜ “AZ  ÇOKTUR” MOTTOSUNUN SAHİBİ MİMAR:

L. MIES VAN DER ROHE

 

Dergimizin bu sayısında, ünlü mimarlar köşesinde, önemli bir ekol olan bir mihenk taşını konuk edeceğiz.  83 yıllık yaşamının her anını üretken ve dolu dolu yaşamış, “Az Çoktur” diyerek bir döneme damgasını vurmuş olan Ludwig Mies Van Der Rohe’yi…

 

1886 yılında Almanya’da doğmuş olan Rohe, taş ustası olan babasıyla duvarcılık atölyelerinde çalışmıştır. 13 yaşına geldiğinde Berlin’e taşınmış, orada Art Nouveau mimarı ve mobilya tasarımcısı Bruno Paul için çalışmaya başlamıştır. 1907’de ilk tasarımını yapmış. (Filozof Alois Riehl için Riehl Evi)

1908’de Mimar Peter Behrens ile çalışmaya başlamış ve orada Karl Friedrich Schinkel ve Frank Lloyd Wright ile ilgili araştırmalar yapmıştır. Mies 1913 yılında Berlin’e taşınmış ve Ada Bruhn ile evlenmiştir. Evlendikten sonra Berlin’de kendi mimarlık bürosunu açar… I. Dünya Savaşı’nda Balkanlarda görev alıp döndükten sonra, gökdelenlerle ilgili çalışmalar yapmaya başlamıştır. 1921 yılında Bruhn ile evliliklerini sona erdiren Mies, adını annesinin kızlık soyadını da ekleyerek Ludwig Mies van der Rohe olarak değiştirmiştir.

1920’lerde Berlin avangard (avant-garde) stilinde aktif rol almıştır  ve Hans Richter, El Lissitzky, Theo van Doesburg gibi modern sanatı savunur. O dönemde Mies’in bir bloğunun bulunduğu modern apartmanlar ve evler tasarlanmıştır.

 

BARCELONA PAVILLION

 

1929’da Mies, en ünlü projelerinden birine imza atmış. Uluslararası Barcelona sergisindeki Alman Pavyonu (Barcelona Pavillion), 1938’de yıkılıp ve daha sonra 1986’da yeniden inşa edilmiştir.

Kolonlarla desteklenen düz bir çatıya sahip olan pavyonun iç duvarları cam ve mermerden yapılmıştır ve bu duvarlar yapıyı desteklemedikleri için hareket edebilirler. Mies’in diğer tasarımlarında da gözlenen “boşluk, hacim, uzay” (space) kavramı bu pavyonda da belirgindir.

 

1930 yılında Mies, Berlin ve Dessau’daki Bauhaus’un başına geçmiştir. Fakat yeni seçilen Nazi hükümetinin baskıları yüzünden Bauhaus kapatılmak zorunda kalınmıştır. 1930’larda ekonomik ve politik değişiklikler yüzünden Mies’in çoğu binası inşa edilememiş ve  Stanley  Resor’un daveti üzerine 1938’de Amerika’ya taşınmaya karar vermiş.

 

Daha sonraki yıllarda Armour Institute of Technology Mimarlık Fakültesi yöneticisi ile görüşmeler yapmış. (Enstitünün adı daha sonra Illinois Institute of Technology olarak değiştirildi.) 1938-1958 yılları arasında Mies ITT Mimarlık Fakültesinin yöneticiliğini yapmış. 1940’larda kampüsün yeni tasarımını yapması istenmiş ve Mies çelik-cam tarzında çalışmalar yapmaya başlamış.

 

ITT Mimarlık Dekanı olarak, Mies 1958 yılında 72 yaşındayken istifa etmiş. 1959 yılında, İngiliz Mimarlar Kraliyet Enstitüsü’nden altın madalya kazanmış ve ertesi yıl Amerikan Mimarlar Birliği tarafından verilen en yüksek ödül olan AIA Altın Madalyası’nı almış. Başkan Lyndon Johnson tarafından, 1963 yılında Başkanlık Özgürlük Madalyası  Mies’e sunulmuş.

 

FARNSWORTH EVİ /USA

 

1944’te tamamen camdan yapılmış, sekiz ayak üzerinde duran, bölümlere ayrılmış tek bir odadan oluşan, o zamana kadar yapılmış en minimalist (less is more!) evi (FARNSWORTH HOUSE, Chicago) tasarlamış.

 

1950’lerde tasarımlarına devam ederken, esas hayalinin “cam gökdelen” yapmak olduğunun farkına varmış ve bu konuyla ilgili çalışmaya başlamış. 1951’de Chicago’da Twin Towers inşa edilmiş. Daha sonraları da benzer binaların yapımları devam etmiş. Seagram Building (New York) bu serinin en önemli binası olarak kabul edilir.

1962’de Neue Nationalgalerie’nin tasarımını yapması istendiğinde kariyerinin doruk noktasına gelmiş.

1966 yılında yemek borusu kanserine yakalanan Rohe, galerinin açılışını göremeden 17 Ağustos 1969’da yaşamını yitirdi. Geriye modernist bir ilhamla tasarladığı koltuk ve sandalyeleri, çoğu uygulanmış onlarca projesi, ‘Tanrı Detayda Saklıdır’ ve ‘Az Çoktur’ gibi mottoları kaldı…

 

YAPITLARI

1907: Riehl House,Potsdam, Almanya (İlk bağımsız projesi, Filozof Alois Riehl için tasarladı.)

1910: “Bismarck Monument” Projesi (Bingerbrück, Almanya)

1910-1911: Perls House (daha sonra Fuchs House olarak değiştirildi.)(Berlin, Almanya)

1912: “Kröller-Müller House” Projesi (Wassenaar, Hollanda)

1914: “House For Architect” Projesi (Berlin, Almanya)

1921: “Petermann House” Projesi (Berlin, Almanya)

1922: Feldman House, Berlin, Almanya Kempner House, Berlin, Almanya

“Glass Skyscaper (Cam Gökdelen)” Projesi Eichstaedt House, Berlin, Almanya

“Concrete Office Building” Projesi

1923: “Concrete Country House” Projesi

“Lessing House” Projesi (Berlin, Almanya)

“Ryder House” Projesi (Wiesbaden, Almanya)

“Brick Country House”Projesi

1924: “Mosler House” Projesi (Berlin, Almanya)

1925: “Dexel House” Projesi (Jena, Almanya)

1925: Monument for Alois Riehl, Berlin, Almanya

1927: Apartman Binası, Weissendof Housing Colony, Stuttgart, Almanya

1927- 1930: Lange House, Krefeld, Almanya

1928- 1929: Barcelona sergisindeki “Alman Pavyonu” (Alman Endüstriyel Sergisi ve Elektrik Pavyonu)(“Barcelona Pavyonu” olarak da bilinir.)(1930’da yıkıldı ve 1986’da yeniden inşa edildi.)

1930: Crous Apartmanı, Berlin, Almanya

Ruhtenberg Apartmanı, Berlin, Almanya

Hess Apartmanı, Berlin, Almanya

1930- 1935: Johnson Apartmanı, New York, USA

Vereinigte Seidenwebereiren A. –G. Firması için fabrika binası

1933: Karnaval Balosu için Bauhaus’un dekorasyonu (Berlin, Almanya)

1934: Brussels World Fair (Brüksel Dünya Fuarı) için “Alman Pavyonu”, Belçika

1934: “Mountain House for the Architect” Projesi

1939: Illinois Institute of Technology (IIT) için ilk (ön) kampus planı Chicago,USA

1944: ITT Kütüphane ve Rektörlük Binası Planı

1945: ITT sınıflar, metalurji fakültesi ve elektrik, fizik, kimya, inşaat mühendislikleri fakülteleri, mimarlık fakültesi, jimnastik&yüzme havuzu için çalışmalar.

1946–1951: Farnsworth House, Illionis, USA

1947: Mies Van Der Rohe Sergisi, Museum of Modern Art, New York, USA

Mies Van Der Rohe Sergisi, University of Chicago, USA

1948-1951: 860-880 Lake Shore Drive Apartmanları, Chicago, USA

1950: Barcelona Sergisindeki mobilyaların ve Tugendhat sandalyesinin tekrar gözden geçirilmesi.

1951-1952: MacCormick House, Elmhurst, Illionist, USA

1953-1954: “Convertion Hall” Projesi (Chicago, USA)

1954: Museum Of Fine Arts Planı

1954-1958: Seagram Binası, New York,USA

1957: Commercial Housing Building, pratt Institute,Brooklyn, USA

1957-1958: “Seagram Office Building” Projesi, (Chicago, USA)

1958-1961: Bacardi Office Building, Mexico City, Meksika

1958: “Mies Van Der Rohe Sergisi”Projesi, V Bienal São Paulo, Brezilya

1959-1964: Federal Center, Chicago, USA

1960-1961: “Schaefer Müzesi”Projesi (Schweinfurt, Almanya)

1960-1963: 2400 Lakeview Apartmanları, Chicago, USA

Lafayette Towers Apartman Binası, Detroit, USA

“Milbrook Commercial Center” Binası, Newark, USA

1962: “Pavyon Rekreasyon Alanı” Projesi, (Detroit, USA)

1962-1965: Duquneste Üniversitesi Bilim Merkezi, Pittsburg, USA

1962-1968: New National Gallery, Berlin, Almanya

1963: Lafayette Kuleleri, Lafayette Park, USA

1964-1968: Westmount Meydanı, Monteal, Kanada

1966-1969: Brown Wing, Museum of Fine Arts, Houston, USA

Mies’in yaklaşık 200 projesi (bina+plan+sergi) (yukarıda yer alanlar dahil) bulunmaktadır.(kaynak ; vikipedi.)

dfoit_subat

dfot

 

Gerçeğe dönen bir rüya

“For years I literally dreamed during the night that finally I would have the perfect sound system – without any compromise”

Peter Lyngdorf, Founder, Steinway Lyngdorf

Bu günkü yazıma yazıda bahsedeceğim ses sistemlerini üreten firmanın sahibinin sözleriyle başlamak istedim. Üç aşağı beş yukarı şöyle bir şey çevirisi: “Yıllardır geceleri hayalini kurduğum gerçekten mükemmel ses sistemine kavuştum. Hem de hiçbir şeyden ödün vermeden…”

Kaliteli müzik dinlemekten hoşlanır mısınız? Burada bahsettiğim jazz, rock veya klasik gibi müziğin türü değil; müziği bizim fani kulaklarımıza ileten ekipmanlar…

Her şey silindire kaydedilen seslerle başlamıştı. Sonra “sahibinin sesi” ni tuhaf bir borudan dinleyen komik köpekli gramofonlar geldi. Taş plaklar, lambalı radyolarla müziğin bize ulaştığı yolculuk devam etti. Sonra 33’lük, 45’lik vinly plaklar devrimi geldi. Devamı malum… Kartuşlar, kasetler,cdler ve nihayet MP3ler ve benzeri dijital kodlamalar…

Tabi iş müziği taşıyan materyalleri geliştirmekle bitmedi. Onu kulaklarımızın pasını giderecek kalitede ses dönüştürme yolculuğu başladı. Gramofonun kuyudan gelen sesinden mono sistemlerin yavanlığına;  stereo’nun çağ atlatan kalitesinden önce hi-fi’a sonra hi-end’e giden bir yolculuk…

Son on yıldır ses sistemleri ile uğraşan sektörlerin arasındaki yarış, 5.1, 6.1, 7.1, 8.1 Dolby Digital Surround sistemler ile dinleyicilere -ve izleyicilere- en gerçek ses deneyimini nasıl daha iyi yaşatırız kavgası…

Bu hengame içinde geçen gün tesadüfen nefes kesen bir gelişmeye rastladım. Bloomberg kanalının Avrupa yayınında orta yaşlarda bir adam yeni ürettiği bir hoparlör ve ses sitemleri markasından bahsediyordu. Konu her daim ilgimi çektiği için şöyle bir kulak kabarttım. Önce bildiğimiz markalardan birinin yeni bir ürünü diye dinlemeye başladığım mevzunun içinde Steinway & Sons ismi geçince işler değişti. Evet, o Steinway & Sons… 1853 yılından beri yani tam 160 yıldır dünyanın en iyi piyanolarını üreten firma. Kuyruklu konser piyanolarının fiyatlarının 150.000 Euro’dan başladığı S & S…

Ya da şöyle enteresan bir bilgi vereyim firmanın kalitesine siz karar verin.  Steinway & Sons bir piyano almaya gücünüz varsa fabrikaya şöyle bir sipariş verebiliyorsunuz: Tuş takımındaki beyaz tuşların fildişi kaplama olmasını! Ama merak etmeyin yasadışı bir ticaretle elde edilen fildişleri değil bunlar. Yüzyıl önce her şey serbestken satın alınmış neredeyse antik fildişleri… Bu operasyon size birkaç bin euro ek maliyet demek. Bu rakam da hiç de fena olmayan yepyeni bir piyanonun bedeline eşdeğer…

Gelelim asıl konumuza. Nedir bu yeni ses sistemi ve getirdikleri? Her şeyden önce markanın adı Steinway Lyngdorf. Aklımızı alan model ise LS Concert Speaker… Firmanın sahibi Peter Lyngdorf yazımın açılışında bahsettiğim gerçeğe dönen hayalin sahibi…

Lyngdorf hi-end dünyasının efsane isimlerinden biri. Bu dünyanın en iyi firmalarının eski ve yeni sahiplerinden biri. Snell Acoustics, NAD Electronics ve Gryphon Audio bunlardan bir kaçı. Snell’de iken 1998 yılında dünyanın tamamıyla dijital ilk amfisi “Millenium”u üreten de o.

Özetle iki büyük efsanenin ortaklığından doğan ürünler de kelimenin tam anlamıyla eşsiz… Uzun, karanlık ve çok şık olarak özetlenebilecek ürünlerin  amiral gemisi ise LS Concert Speaker. Ürünün tasarımı Danimarka’da yapılıyor ve teknik aksamı da burada üretiliyor. Ardından o eşsiz tınıyı verecek “gerçek piano black” boyalı ahşap panellerin montajı için Steinway & Sons’un Hamburg, Almanya’daki fabrikalarına gidiyor. Üretim süreci ise tam sekiz hafta!

Sizi burada işin daha teknik ayrıntıları ile sıkmayacağım ama meraklıları www.steinwaylyngdorf.com’a bir göz atsınlar. Gelelim bu bebeklerin dudak uçuklatan fiyatlarına. Her bir hoparlör kulesinin fiyatı 86.000 USD’den başlıyor. Amfi, stereo işlemci ve woofer ilave edilmiş tam bir stereo setup için 228.000 USD’ye kıyacaksınız. Beni bunlar kesmez ben film de izleyeceğim ya da konserin ortasında oturmak istiyorum derseniz 298.700 USD’yi cebinize koymanız lazım. Detaylarda krom, altın ya da siyah saten malzemeleri seçme şansınız da var.

Yanlış hatırlamıyorsam izlediğim programın sonunda Rusya’da verilen bir konserde piyanist bir süre sonra çalmayı bırakıyor ve ses salona LS Concert Speaker’lardan verilmeye başlanıyor. Kimsenin farkı anlamadığını söylemeye gerek var mı?

Son olarak şu videoyu izlemeniz lazım. Nefes kesici bir güzellik değil mi?

http://www.youtube.com/watch?v=NrUpPx_qHVE

YAZAN:

Orhan MERİÇ