DONDURULMUŞ MÜZİK:
MİMARİ
Mimari dondurulmuş müziktir tâbiri, Goethe’nin bu çok ünlü sözü, altına imza atabileceğim kadar benimsediğim, doğru bulduğum bir ifadedir.
Bu yazımın ilham kaynağı olan Goethe’nin bu deyişi üstüne biraz düşündüğümüzde iki sanat dalı üstüne pek çok benzerlik ve çok az farkediyoruz.
• İyi bir performans mekânı için akustiği yerinde olan etkili bir tasarımın, verimi artırdığı çeşitli örneklerle sabittir. Roma Müzik Merkezi mimari ve müzik arasındaki uyumun net olarak göze çarptığı yerlerinden birisidir. Müzisyenlerin performansında ve burada sürekli kapalı gişe gösteriler sahneleniyor olmasında bu dinamik tasarımın da önemli bir rol olduğu düşünülür.
• İki sanat dalının da tarihteki Barok ve gotik gibi iki büyük etkin sanat akımlarından önemli oranda etkilendiği de aşikârdır.
• Müzik de mimari de belli bir armoni ve özgün içerdikleri oranda ölümsüzleştiği de tartışılmaz bir gerçektir.
• Her iki disiplinde de merkezden hareketle, yani özden hareketle üretime niyetlenildiğinde, etkisi geniş kitlelere ulaşır.
• Mimari projeyi ya da müzik eserini genellikle bireysel bir ilhamla tasarlarsınız. Oysa bir uygulama için ise uzman diğer kişilerin kolektif katılımı şarttır.
Mimaride de, müzikte de aynı malzemelerle kullanım alanları farklı ve işlevsel ürünler elde edilebilir. (Mimari obje veya bir müzik enstrümanı)
Evet, mimarlık sanatı bence de dondurulmuş müziktir, çünkü ilahi anlamda “yetenek“ veya “ilham” diye tanımladığımız iç güdü her kime nasip olmuşsa kendi rengince ve eğitimince onu yoğurmuş, onu işlemiş ve onunla etkin bir tını yaratmıştır. Aralarındaki az sayıdaki farka gelince; bunlar özgürlük ve dinamizm farkıdır ki her ikisi de lütfunu müzikte göstermiştir.
Çünkü mimaride genel olarak mimar projenin genel konsepti ve varacağı nokta konusunda tam olarak özgür ve özerk değildir. Genel olarak kendisine çizilen genel çerçeve içerisinde sürdürür yaratım sürecini. H,çbir kısıt olmasa, ortaya çıkacak eserin taşıyacağı fonksiyon son noktayı koyar sürece.
Müşterisinin her alanda onayını almak zorundadır. Oysa müzisyen akıştadır, ilhamını alır, eserini oluşturur ve dilerse onu diğerlerinin beğenisine sunar, paylaşır. Onunla ortak zevkleri taşıyan kişiler tarafından beninsenir, yaşatılır. Bir diğer fark ise müzik eseri farklı tarzlarda düzenlenerek yepyeni bir soluk bulurken mimari eser bir kere yapılır ve ardından genel olarak keskin değişim süreçleri yaşamaz. Müziğin dil, din, ırk gözetmeden herkesin kalbine sızması ve bu sayede evrenselleşmesi mümkün iken, bir mimari eser ünü yayılana ve değeri anlaşılana dek vâkur bir şekilde hayranlarını bekler. Bu iki sanat dalının birbirinin içine sızdığı birkaç örnek sunmak, konunun özüne inebilmekte faydalı olacaktır düşüncesindeyim.
Almanya’nın Dresden kentinde bulunan fotoğraftaki bu binanın mühendislik açısından çok özel bir durumu var. Binanın adı Neustadt Kunsthofpassage. Yağmur yağdığında müzik çalan bu bina müzisyenler ve mühendisler tarafından ortaklaşa bir proje tasarlanmış. Binada özel bir oluk sistemi kullanılmış, bu sayede her yağmur yağdığında kentte yaşayanlara müzik ziyafeti çektiriyor. Bina turistler tarafından da yoğun ilgi görüyor. Kimi zaman müzik enstrümanlarına ait figürler de mimaride kullanılmış ve özgün eserler ortaya çıkmıştır. Bunların en çok bilinenlerinden olan Huanian Çin’de bulunan Piyano Keman Evi’dir. En fazla kullanılan mimari detay ise piyano tuşlarının figürleridir ki, özellikle merdiven tasarımlarında dünya genelinde bir çok örneğine rastlamak mümkündür. Biz de, Yumurcak Dünyası projemizde piyano tuşlarını zemin döşemesinde kullandık.
En fazla kullanılan mimari detay ise piyano tuşlarının figürleridir ki, özellikle merdiven tasarımlarında kullanılmıştır. Amsterdam Müzik Binasında ise saydamlık tasarımın önemli bir unsurudur. Sırlı cam cepheler, çıkma çatı tarafından yumuşatılan ve korunan filtrelenmiş güneş ışığının içeri girmesine izin verir. Günışığı farklı bina elemanlarını biçimlendirirken, Muziekgebouw konser salonundaki elektrik ışığı müziğin ritmine göre titremektedir ya da renk değiştirerek basitçe müzikal atmosfere destek vermektedir.
Özellikle klasik müzik ve mimari derin bilgi, kültür, o konuda çalışma ve araştırma ister.” Bu sözler değerli kültür adamı, müzikolog, yazar, müzik yayıncısı, değerli piyanist ve besteci Ahmet Say’a aittir yani besteci & piyanist Fazıl Say’ın babasına. Gerçekten de dikkatlice düşünecek olursak her konuda herkes bir şeyler söyler ama dekorasyon ürünleri ve popüler birkaç müzik dalı dışında genel olarak bakılacak olursa bu iki sanatın gerek uygulaması gerek anlaşılması sığ ve sorunludur. Derinliklerinde ikisi de dıştan içe doğru daha kendine has, daha yoğun, daha derin kavramlar barındırırlar içlerinde ve ulaşılması zor değerler içerirler, geçmişi yüklü ve insanı yürekten etkileyen her şey aslında…
Mimarlık teknik bir sanattır, diğer sanat dalları kadar tasarımcısını özgür bırakamasa da armonisi, ritmi, sesi, rengi ve ruhu olan etkin bir sanattır üstelik… Bir sonraki yazımızda rafine bir zevkle ve etkin çözümlerle hazırlanmış keyif veren mekanlarda keyifli vakitler geçirmeniz umuduyla. Hoşçakalın…