Aşk adı konduğunda güzel görünen tüm ilişkilerin celladıdır belki de kendin olmak.Taviz vermediğinde sertleşen kurallar, masum oyunu bir savaşa çevirir ve savaşın kazananı olmaz.
Genel romatik komedi senaryolarının aksine adından da anlaşılacağı gibi “The Break Up” , çiftimizin birbirlerine olan aşklarının giderek büyüdüğü bir hikaye yerine, tam tersi, kör kütük aşık olan bir çiftin, ayrılmaya doğru giden aşk tükenişlerini konu ediyor.
Chicago’da yaşayan çiftimiz Sanat Galerisinde çalışan Brooke ve iki kardeşi ile bir turizm işi kurmuş olan Gary iki yıllık birlikteliklerinde bir dönüm noktasına gelmişlerdir.Elbette ki kendini ihmal edilmiş olarak gören ve daha fazla ilgiyi hak ettiğini düşünen Brooke ile konudan bi haber ve elbette ki gerekeni yapıyorum havasındaki Gary arasında birbirlerine istediklerini yaptırabilmek amaçlı başlayan ve ne pahasına olursa olsun pahalı ve henüz kredisi ödenen mükemmel evlerini bir diğerine kaptırmamayı hedefleyen “oyun” bir süre sonra ilişkilerinin ameliyat masasında tüm tanıdıklar tarafından yanlış tavsiyelerle yönlendirildiği ve incelendiği bir karmaşaya dönüşür.
Nedense kavgaların ve “anlaşmalı” geçici süreli ayrılıkların yönettiği karşı tarafı inceleme sürecinde, ilişkilerini çok daha objektif sorgulayan Brooke ve Gary, kaçınılmaz sona doğru koşar adım giderken, seyirciye basit dille ayrılığın bir yıkım olmadığını veriyor ve Hollywood senaryolarının dışına çıkılarak çiftimizin ayrılık kararı vermesi ile sonlanıyor filmimiz.
Aslında dışarıdan bakıldığında herşeyin resimde güzel durduğu bu ideal ilişkide, büyük şehir tutsakları olan “aşıkların” aslında sadece gerekenleri yapıyor oldukları bir sanal durumun adına aşk dediklerini ve bu büyük aşkın aslında karşılıklı tavizleri vermeyi durdurdukları hatta sadece sıklığını azalttıkları ve kendileri olmaya başladıkları anda mecburen ve doğal olarak bittiğini görmeleri ile bu büyük kandırmacanın farkına varıyorlar.
Aşkın bir taviz müsabakasına döndüğü ve ortada ödül olarak bir gayrı menkul olması ile kuralların vahşileştiği bir metropol yaşam hikayesi kısaca.
Filmimiz 2006 yapımı ve Peyton Reed tarafından yönetilmiş.Başrollerinde romantik komedilerin başrol rekortmenlerinden Jennifer Aniston ve Vince Vaughn oynuyor. Klasikleşmiş sahnelerin ve atışmalı komik dialogların süslediği filmde çiftin vazgeçemediği, paylaşamadığı, ilişkilerinin kalesi olarak gördükleri ama günü geldiğinde onlarsız bom boş olduğunu anladıkları güzel daireleri de başrollerden birinde.
Aslında daire tipik bir Chicago büyük şehir dairesi .Metropollerde bu tip residans stüdyo olarak geçen ama geniş ve havalı dairelere ulaşmanın çok zor olduğu filmde sık sık vurgulanıyor. Emlak simsarlarının, bu tip dairelerin el değiştirmelerini çok sevdiklerinden ayrılığın da pazarlamada sıkça kullanıldığı bu daireye bir göz atacak olursak…
Daire residans bir stüdyo daire.Ortadan ikiye bölünmüş geniş bir salonunun bir tarafından yemek masasının olduğu yerden (ki sonradan Gary tarafından bu masanın yerine bir bilardo masası koyulacak) büyükçe bir mutfağa geçilirken diğer tarafından hoş bir hol ve koridor ile yatak odası tarafına geçiliyor.Ev toplamda büyük bir yatak odası, banyo, mutfak ve salondan oluşmasına rağmen oldukça kullanışlı ve geniş.Artık klasik modern tarz olarak adlandırabileceğimiz bir tarzda dekore edilen dairenin geniş alan ayrımlarında sütunlar kullanılmış.Evin klasik modern Amerikan evi tarzı olarak, oda ve salon içinde bile farklı renk boyanmış veya duvar kağıdı kaplanmış duvarlara sahip. Duvarlarda renkler genelde mat pastel renkler olmasına rağmen kapılar,sütunlar, şömine çevresi , kütüphane gibi detaylar beyaza teslim edilmiş.Yerlerde farklı tonlarda ahşap parke ve yatak odasında halı tercih edilirken aksesuarlarda değişik tarzlar görülüyor.Evin her köşesinde modern ve şık aksesuarlar bulunabiliyorken, duvarda son derece modern bir resmin karşısında eski bir poster görülebiliyor.Ahşap yemek masası çevresinde değişik sandalyeler kullanılırken modern mutfakta hakim renk gene beyaz.Şöminenin kattığı klasik hava da modern eklemelerle son derece şık hale getirilmiş.Aydınlatmalar için modern aplikler, kısa lambaderler ve sarkık tavan tasarımları kullanılmış.
Evin bu kadar paylaşılamıyor durumunun vurgulanmasının arkasında Amerika’nın başına bela olmuş emlak alım sistemi ve sonrasında ödenemeyen kredilerin sonucu emlak piyasasının uzun bir süredir içinde bulunduğu krizin Amerika vatandaşlarının hayatına artık tamamen yerleşmiş bir travma olması yatıyor.
“Yuvayı dişi kuş yapar “ kilişesi ile kurulan tüm sistemin, evde yaşayan diğer kişinin de taleplerinin olabileceği gerçeği ile yüzleşmesinden sonra çöküşü ve artık eskisi gibi olamamasının da tek sebebinin artık o diğer kişinin isteklerinde ısrarı olması belki de bu tip dekorasyonların konu olduğu filmlerin ortak detayı.
Yerleşim alanımızın çok pahalı, modern, havalı ve “güzel” olmasının, içine kurduğumuz hayatın aynı derecede güzel olmasını sağlayacaktır zannı ile yaşadığımız yanılsama, aslında tüm kurulan düzenin “doğru” bir taviz alışverişi olmadan yürümeyeceğini her defasında bize göstermekte belki de…