Bast Sanat / The Empire Project
Kerimcan Güleryüz: “Dünya’da ve dolayısıyla Türkiye’deki sanat piyasası son zamanlarda çok daha fazla piyasa, çok daha az sanat odaklı olduğu için genel olarak sancılı bir dönem geçirmekte.”
Güncel sergileriniz hakkında bilgi verebilir misiniz?
Bu sezona uzun bir bekleyiş sonunda Alp Sime sergisini açarak başladık.
Geçen seneye nazaran, daha fotoğraf odaklı olacak The Empire Project’in bu sezonu. Alp Sime’yi takiben sırada Sinem Dişli, Görkem Ergün ve Gözde Mimiko Türkkan sergileri var.
Galerinizin kuruluş öyküsü nedir?
2004 yılında Türk sanat ortamına yeni bir soluk kazandırmayı amaçlayan genç sanat ve sanatçıları odağına alan X-Ist Galerisi’nde geçirdiğimiz altı sene sonunda yeni cümleler kurmak için 2010 yılında The Empire Project’i hayata geçirdim. The Empire Project, eski imparatorlukların merkezi İstanbul’un tarihsel, kültürel etki alanı içinde yer alan
ya da ondan önemli ölçüde etkilenen bölgelerde üretilen güncel sanatı tespit eder ve sergiler. Coğrafi olarak bu alan, Akdeniz’in tamamına yakını, Arap yarımadası, Doğu Avrupa, Anadolu, Karadeniz ve Orta Asya’dan oluşur.
Galerinizde sergisini düzenleyeceğiniz sanatçılar hakkındaki kriterleriniz nelerdir?
Öncü, savaşçı, maratoncu, duyarlı, meraklı, mükemmeliyetçi, sorunlu, gerçek, dürüst.
Sanat ve sanatçı tanımınız nedir?
Hayata dair her şey.
Türkiye ve dünyadaki güncel sanat hakkında söylemek istedikleriniz nelerdir?
Dünya’da ve dolayısıyla Türkiye’deki sanat piyasası son zamanlarda çok daha fazla piyasa, çok daha az sanat odaklı olduğu için genel olarak sancılı bir dönem geçirmekte
Sanatseverlere eser alımlarında nasıl önerilerde bulunmak istersiniz?
Sanatla kurulan ilişkiyi maddi değil manevi bir düzeyde kurmalarını öneririm.
“Mutluluk dediğimiz şey anlık. Bir hormonun salgılanma anı. Sanatı bunun ötesinde bir alan yani bir oluşum içerisinde hissettirilen ya da hissedilen bir süreçle beraber düşünüyorum.”
Sinem Dişli
Sinem Dişli’nin Galeri The Empire Project’de 14 Kasıma kadar açık kalacak sergisi Cereyan / Currents, başta su olmak üzere, yaşamın diyalektiğini, elementlerin karşılıklı bağlılığını, birlikte işleyen ve bir örgü içinde etkileşen yapılarını inceleyen bir seridir.
Sinem Dişli, bu çalışmasında doğup büyüdüğü şehir Urfa’dan başlayarak batı Asya’nın en uzun ve tarihsel olarak en önemli nehirlerinden biri olan Fırat ile üzerinde yapılan GAP projesi ve Mezopotamya’ya odaklanıyor. GAP (Güney Doğu Anadolu) projesinin bir hidroelektrik santrali olmasının yanı sıra aslında, “verimsiz” alanlara getirilen bir gelişimi, modernleşmeyi dolayısıyla sosyal ferahlığı, özgürlüğü, keşfetmeyi ve umudu temsil etmesi üzerine dair sürekli yapılan vurguların gerçekliğini irdeliyor. Bölgedeki kurak topraklara suyun getirilmesiyle büyük ölçekteki mekanik tarımsal yönlendirmelere ve bununla birlikte köyleri, kasabaları, yerel kültürü, bölgenin muhtelif-karmaşık yapısını, kadim mirasını sular altında bırakan dönüşümlerle devam eden süreci inceliyor. Kimilerinin ekonomik gelişim ve ilerlemenin bir yansıması olarak gördüğü bu gidişatın, her tarafa yayılmış endüstrinin ve modernizasyonun ani gelişimi, yerel toplulukların ve ekolojik sistem üzerinde nasıl belirleyici güçler olduğu, nasıl kurgulanıp nasıl uygulandığını sorgulayan sanatçı, söz konusu bölgeyi, geçmiş ve şimdiyi kapsayan, değişen ve başkalaşan yaşam kaynağı olan enerji ve hafıza barındıran bir alan olarak ele alıp, bütüncül bir yaklaşımla cereyan serisinde gözlemlemeyi hedefliyor. Fotoğraf, enstalasyon ve videoları içeren bu sergi, evrende varlıklardan sadece biri olan insanın etrafındaki bütünsel yapıya müdahalesinin, birbirine dönüşen enerjiler içindeki, ağların ve bağların üzerindeki kaçınılmaz etkilerini, kapsamlı şekilde sunuyor.
Sanatçı kendi memleketinin keşfini kişisel geçmişten ve var oluştan yola çıkarak toplumsal olana doğru bir inceleme yaparken aynı zamanda Mezopotamya’nın kültürel mirasını kapsayan ruhsal kavramları birbirine bağlı ilişiklileri olan, boşluk ve çevreyle olan evreni bir bütün olarak gören kaygılar içinde olup, bu bölge etrafındaki dönüşmeleri inceleyip kendi pratiğindeki geçişlerle de vurgu yapıyor.
Çalışmalarınızın zaman içinde değişim ve gelişimini kendi gözünüzden aktarabilir misiniz?
Bir öz, bir çekirdek var her şeyde ama önünde sonunda o tohumun oluşumunun bile bir başlangıç ya da bitiş noktası yok. Biz hepimiz ve her şey, kesintisiz bir değişim ve dönüşüm içerisindeyiz. Çalışmalarımın özünde -zamanla çok büyük değişiklikler olmakla beraber- hepsinin bağlandığı bir hissiyat mevcut diye düşünüyorum. Bir çok alanla ilgilenmiş olmam ve sanatın farklı dallarında eğitim almış olmam işlerimi de etkiliyor.
Son zamanlarda daha çok fotoğrafa yönelsem de plastik sanatlar etkilerinin işlerimde görüldüğü söylenir. Bu benim hoşuma giden bir şey. Fotoğrafı limitli buluyorum, bu yüzden bu sergide birçok materyal bir araya geldi. Kendimi rahat bırakarak fikir ya da kavram neyi gerektiriyorsa o malzemeyi seçtim. İşlerimde zannedersem bu değişim, yani bir kişi olarak öz olarak ya da sanatçı olarak kendimi akışı bırakmakla oluşan bir farklılaşma var. Hiçbir zaman malzemeden yola çıkmadım. Tabii ki malzemenin sınırlılıkları ve avantajlarına göre de bir çok kez malzeme seçimi (fikrinize göre) yapıyorsunuz. Bir malzemenin derinliklerine inmek de başka bir tahayyül içine sürüklüyor. Bu çok istemli bir durum. Önünde sonunda sanatçı bir madde yapmıyor, maddeyle bizlere geçen, başka şekilde betimlenemeyen duygulanımlar, fikirler aktarıyor.
Son serinizin öyküsü nedir?
Cereyan serisi çok yavaş ve kendiliğinden gelişti. Özünde hep benzer şeyleri söylüyormuşum gibi geliyor bana. Daha önce bunu belki kimlik ve aidiyet üzerine yoğunlaşarak söylüyordum, öyle ki dıştan içe bakıyordum. Ama şimdi içten dışa bakıyormuşum gibi geliyor. Daha kitlesel etkileşimlerle ilgileniyorum şimdi. New York’ta yaşadığım dönemde başka sorular sormaya başladım kaçınılmaz olarak. Aslında biraz da o yüzden Türkiye’den ayrıldım. O zaman işlerim de yön değiştirdi. Bu sadece tek başına kişisel bir dönüşüm değil.
İçinde bulunduğunuz toplumla beraber ilerleyen politik ve kültürel, içiçe geçmiş bir transformasyon süreci. Özet olarak kendi yaşadığım yere gidip geldikçe başka bir gözle bakmaya başladım. Urfa’da çok hızlı bir dönüşüm var ve ben bu değişmelerin nereden kaynaklandığını anlamaya çalışıyordum. Mezopotamya tarihini ve mitolojisini öğrendikçe doğduğum ve büyüdüğüm yerleri, dolayısıyla kendimi ne kadar bilmediğimi günümüzdeki kalkınma ayaklanmalarına ve geçmişteki hikâyelerime baktıkça nasıl da suyla yani Fırat Nehri ile bağlandığını gördüm. Nehir üzerinde yapılan barajla birlikte gelen bir akış, bir cereyan gibi, aslında bütün kültürü çarpan bu enerji ile haşır neşir olmaya başladım. Yavaş yavaş okumalar yaparak bir ucundan tuttum ve böyle bir iş ortaya çıktı. Bu giriş gibi, bunun daha da dibe doğru kökleneceğini, dolayısıyla ileriye doğru filizleneceğini düşünüyorum. Durmaksızın bireyin kendini merkeze koyup gözlemlemesi üzerinden değil de aslında bireye bütün evrenin ve toplumun bir parçası olarak baktım. Bunun çok uzun soluklu, uzun süreli bir iş olacağını tahmin ediyorum. Bu seri, suyun insan eliyle yeniden yönlendirilmesiyle büyük ölçekteki enerji üretimini, mekanik tarımsal teşvikleri ve bununla birlikte köyleri, kasabaları, yerel kültürü, bölgenin muhtelif-karmaşık yapısını ve kadim mirasını sular altında bırakan dönüşümlerle devam eden süreci inceliyor. Bu seri, durmadan aşınan ve tasnif edilen gelişim kavramının, sosyal refahı, özgürlüğü, keşfetmeyi ve umudu temsil ettiğine dair sürekli yapılan vurguların gerçekliğini irdeliyor.
İlham kaynağınız ve beslendiğiniz öğelerin zaman içinde nasıl bir değişim gösterdiğini, yaşamınızla bağlantısını anlatabilir misiniz?
İlham kaynağımın nereden geldiğini açıkçası ben de tam olarak tanımlayamıyorum ama bunu bir duyum olarak hatta birazcık da böyle mistik bir şey olarak bu enerjiyi etrafımda dönen bir şey olarak görüyorum. Çok esrarengiz bir şey de değil, aynı zamanda soyut, büyü gibi bir şey.
Mesela bir yere gittiğin zaman ya da bir bitkiye bir nehire baktığın zaman onun bizde tınlaması gibi bir şey sanırım. Çok fazla yer değiştirmiş olmam, farklı yerlerde yaşamanın getirdiği tek başına olma etkileri de var. New York’da çok fazla yabancı, çok fazla farklı etnik kökenle insanla beraber yaşıyorum. O zaman da senin farklı olman, o kadar farklı insanın içinde aynılaşıyor. Bu da daha geniş bir perspektiften bakmanı sağlıyor. Tabii eninde sonunda orada bir düzen var ve kendini adapte etmeye çalışıyorsun. Göçmen olmak gibi. Aslında tam olarak göçmen mi denir? bilmiyorum. Bir şekilde hareketli olmanın işlerimi yönlendirdiğini düşünüyorum. Her şeyin birbiri ile olan kaçınılmaz bağlantısı ve bu bağlantı içerisinde bizim algımızın bağlam içinde ve dışında nasıl şekil değiştirdiği beni çok ilgilendiriyor.
Teknik ve malzemelerinizin temalarınızla bağlantıları hakkında neler söyleyebilirsiniz?
Aslında malzeme ve teknik dediğiniz an sanat ve onun büyücü tarafı aklıma geliyor, malzeme bir yerde araç. Dans da olabilir bu, müzik de olabilir.. Sizi yönlendirmesi var. Bir düşünceniz var, dışa vurmaya başlıyorsunuz ve bunun nereye gittiğini bilmiyorsunuz. Yani bir şekilde malzemenin ruhu var.
O ruha saygı duymakla da ilgili bir şey. Malzeme size diyor ki “bana böyle sert davranamazsın, veya benimle konuşmanın başka bir yolunu bulmalısın, benim dilimi öğrenmen gerekiyor”. Ancak her şeyi her dilde iyi anlatamayız. Yani bazı diller vardır çok şiirseldir, bazı diller vardır, felsefe dilidir ya da bir diğeri çok mekaniktir ve siz sonuçta o dili seçtiğiniz zaman o dilin de sınırları var ona göre işinizi yönlendiriyorsunuz veya esasına göre. Malzemenin çekici bir tarafı olduğunu düşünüyorum. Siz ne de olsa bir şey arıyorsunuz ve o aradığınız şey geliyor sizi buluyor bir şekilde. Bilvasıta ben o yüzden sadece bir malzemeye odaklanmıyorum. Dönem dönem bu süreç
içeresinde mesela benim
farkına vardığım aslında
kendime öğrettiğim de bir şeydi bu, belli bir malzeme ile belli bir donem uğraşmanın daha çok hakim olmakla ilgisi var aslında siz sonuçta malzemeyi sık değiştirdiğiniz zaman işinizin bütününü malzemeyle çevrelemiş oluyorsunuz ama malzemenin teknik gerekliliklerini öğrendiğinizde onunla ne anlatabileceğiniz ya da ne duyumsatacağınızı daha iyi biliyorsunuz, daha iyi idrak ediyorsunuz.
Sanatın günlük yaşam ve Sanat ve sanatçı tanımınız nedir?
Sanat ve sanatçı nedir gerçekten? Hani sanatçının böyle çok ulvi böyle üstün bir yaratık olduğuna falan inanmıyorum ben aslında.Sanata da herhangi bir iş gibi bakıyorum. Sadece tanımlamasını daha zor,
sınırları daha belirsiz bir alan gibi düşünüyorum. Sanatçı olmayı ben kendime zevklerle, acılarla, iradeyle, tatminkarlıklarla ve kültürle, gelenekle uğraşmanın, başa çıkmanın bir yolu olarak seçtim.
Sanat bir çok yoldan sadece bir tanesi. Sanatçı olmayı ben kendime zevklerle, acılarla, iradeyle, tatminkarlıklarla ve kültürle, gelenekle uğraşmanın, başa çıkmanın bir yolu olarak seçtim. Sanat bir çok yoldan sadece bir tanesi.
Sanatın günlük yaşam ve Sanat ve sanatçı tanımınız nedir?
Sanat ve sanatçı nedir gerçekten? Hani sanatçının böyle çok ulvi böyle üstün bir yaratık olduğuna falan inanmıyorum ben aslında.Sanata da herhangi bir iş gibi bakıyorum. Sadece tanımlamasını daha zor,
sınırları daha belirsiz bir alan gibi düşünüyorum. Sanatçı olmayı ben kendime zevklerle, acılarla, iradeyle, tatminkarlıklarla ve kültürle, gelenekle uğraşmanın, başa çıkmanın bir yolu olarak seçtim. Sanat bir çok yoldan sadece bir tanesi.
Mutluluk ile ilişkisi nedir sizce?
Sanatı günlük yaşam içinde bir güç kaynağı olarak görüyorum. Mutluluk diye ulaşılması gereken bir merci var mı bilmiyorum; aslında huzur diyeceğim ama birazcık muğlak ve romantik olacak. Mutluluk dediğimiz şey biraz anlık. Bir hormonun salgılanma anı. Sanatı bunun ötesinde bir alan yani bir oluşum içerisinde hissettirilen ya da hissedilen bir süreçle beraber düşünüyorum.
6 Kasım – 31 Aralık 2015
“Reality Is Beautiful/ Gerçek Olan Güzeldi̇r”
MARY MOON
6 Kasım DEPO, 10 Kasım G-Art
“Yılın Genç Ressamı” yarışmasına Ermenistan’dan katılan Mary Moon birinci seçildi. Şimdi ise Beyoğlu’nda iki farklı mekanda eş zamanlı gerçekleşecek bir proje ile izleyici karşısında.
20 Kasım – 20 Aralık 2015
“Nejat Erem Retrospektif”
“Reality Is Beautiful/ Gerçek Olan Güzeldi̇r”
NEJAT EREM
Galeri Eksen
Işıklar altında ve farklı bir boyutta morlarını, sarılarını ve yeşillerini sürekli dans ederken görürsünüz. Bu hareket eseri izlerken önce gözlerimize sonra ruhumuza hitap eder.
20 Kasım – 20 Aralık 2015 tarihleri arasında Galeri Eksen’de ziyaret edilebilir.
2 Eylül 2015 – 10 Ocak 2016
“ZERO. Geleceğe
Geri Sayım”
S.Ü. Sakıp Sabancı Müzesi
S.Ü. Sakıp Sabancı Müzesi, Akbank Sanat’ın işbirliğiyle 20. yüzyılın en büyük uluslararası sanat ağı olan ZERO’nun dinamik ve yenilikçi ruhuna “ZERO. Geleceğe Geri Sayım” sergisiyle ev sahipliği yapıyor.
7 Kasım – 5 Aralık 2015
“’Club Butterfly ”
ELİF SÜSLER
Galeri Apel
Elif Süsler işlerinde bireyin kişisel deneyimleriyle bir bütünü temsil eden toplum arasındaki farklılıklardan doğan dengesizlikler üzerine yoğunlaşıyor. Sergi çalışmalarını 7 Kasım – 5 Aralık 2015 tarihleri arasında Galeri Apel’de sergileyecek.
Ayşe Gülay Hakyemez